Ekonomik ve siyasal kriz günden güne derinleşiyor. Emekçiler ekmek alırken bile ihtiyatlı davranmak zorunda ve “daha ucuz ekmek nerede bulabilirim” diye arandığı bir zaman dilimindeyiz artık. Halk ekmek büfelerinde uzayan kuyruklar bu durumun en net görüntülerinden biri. İşçilerin ve emekçilerin yaşam koşulları kötüleşiyor, yoksulluk ve sefalet derinleşiyor.
Bu koşullar öfke ve tepkiye yol açıyor. İşçi ve emekçilerde artan öfke ve tepki çıplak gözle fark edilebilecek düzeyde. Bu öfkenin sermaye açısından sisteme yönelik tepkiye dönüşme ihtimali her geçen gün artıyor. Bu öfkenin sisteme değil de başka bir yere yönelmesi ise sermayenin çıkarı gereğidir. Dolayısıyla bu öfkenin en kolay yöneltileceği ve tepkiye dönüşebileceği hedef ise mültecilerdir. İşsiz kalan işçi, atıldığı işini çok düşük ücretle yapan göçmene öfkeleniyor, hatta şiddet uyguluyor. Onu işten atan patrona öfke duymayıp hak bile veriyor. Sınıfsal olarak garip bir savunuyla daha düşük ücrete işçi çalıştıran patronu haklı buluyor. Bunun arkasında ise, patrona gücünün yetmeyeceğini düşünen işçi, tepkisini en kolay yöneltebileceği mülteci sınıf kardeşine yöneltiyor. Bu durumda ırkçılığı körüklemek sermaye için işlevsel bir hedef saptırma zemini sunuyor.
Mülteci eğlenmemeli, acı çekmeli…
Cinsel istismar, tecavüz, hırsızlık gibi benzeri ahlaksızlıkları yapan eğer mülteciyse, bu kesinlikle ırkçı bir söylemin konusu yapılıyor. Eğer bir mülteci, kadınların fotoğrafını çekerek istismar ederse mesele istismardan çok istismarı yapanın mülteci kimliği öne çıkarılıyor.
Bayramda Adalar vapurunda eğlenen mültecilerin görüntüleri medyaya yansıdı. Bu denli sıradan ve insani bir durum sosyal medyada mültecilere öfkeye ve linçe dönüştürüldü. Öyle ya savaştan vb. nedenlerle kaçıp geldiyse mülteciler sadece acı çekmeli. “Bu ülkenin insanı acı çekerken, ayaktayken, mülteci eğlenemez” böylesi ifadeler doğrudan yer almasa da bu minvalde ifadeler vapurda eğlenen mültecilerin fotoğrafıyla sosyal medyada epeyce yer kaplıyor.
Yine, bu durumun arka planında bunları söyleyen emekçinin yaşam koşullarının eğlenmeye bile fırsat vermez hale gelişi var. Ki onu o duruma getiren sermaye sağdan-soldan ırkçılığı pompalayarak mültecileri hedef gösteriyor. Ve mültecilere yönelik saldırılar artıyor. İstanbul Başakşehir’de Ürdün ve Avustralyalı üç kişi, Başakşehir'de taksi bekledikleri sırada bir araçtan inen beş kişinin saldırısına uğradı. Saldırıya uğrayanlardan Ürdünlü 16 yaşındaki Enes Naddaf saldırganların Araplara küfrettiğini söyledi.
“Irkçılık yapmıyorum” şemsiyesi altında ırkçılık!
“Sessiz İstila”, Hande Karacasu'nun Youtube hesabında yayınladığı 2022 yapımı kısa film. 2043’te mülteci sorununu ırkçı bir tarzda ele alan bir film. Karacasu birkaç saatliğine gözaltına alındı. Bırakıldığında kendisinin ırkçı olmadığını söyledi. Kısa filmini Zafer Partisi Genel Başkanı finanse etmiş. Özdağ da alenen ırkçılık yaparken ben ırkçı değilim diyor. Bayramda da Suriyeli bir ailenin evine hediyelerle giderek ırkçı söylemlerini devam ettirdi. Bu ırkçı zat filmiyle ırkçılık yapmadığını söyleyen Karacasu’nun filmini finanse ediyor. Karacasu ırkçılık yapmadığını Özdağ gibi ikiyüzlüce söylüyor olabilir.
Mültecilik üreten sisteme karşı örgütlü mücadele!
Dünyanın her yerinde ırkçılığı körükleyen sermaye sınıfıdır. Aynı şekilde mültecileri sömüren ve istismar edende sermaye sınıfıdır. Mültecilik sermaye sınıfının iktidar olduğu emperyalist-kapitalist sistemin bir ürünüdür. Çünkü göç etmek zorunda kalan her mülteci için doğduğu topraklarda savaş, açlık, yokluk, yoksulluk ve işsizlik gibi kapitalist sömürü sisteminin ortaya çıkardığı sorunlardan bir kaçıştır aynı zamanda.
Ülke içinde bile çoğu insan büyük bir metropol ile göç ediyor. Türkiye’de çoğu ilde yaşayan nüfusu İstanbul’da yaşayan hemşerilerinden çok daha azdır. Çünkü doğduğu topraklarda ekmek bulma şansı yok denecek kadar az olduğu için göçmüştür insanlar.
İşçi ve emekçiler örgütsüzken güçsüzdür. Bu güçsüzlükle kendini işsiz bırakan patrona kızamaz bile. Göç etmiş ve üç kuruşa çalışmak zorunda olan mülteciye öfkelenirler. Çünkü ona gücü yeter.
Kendine eğlenme koşulu bırakmayan sermayeye kızmayıp, vapurda eğlenen mülteciden nefret eder örgütsüz işçi ve emekçi. Gün gelir mülteciye saldırır da.
Oysa sisteme karşı mücadele etmeyip kendi sınıf kardeşine saldıran her işçi kaybetmeye mahkumdur. Üç kuruşa çalışan sınıf kardeşini öldürse bile bir işçinin yaşam koşulunda hiçbir değişiklik olmaz. Elde edebileceği en iyi şey asgari ücrete işe dönmek olur. Ama sınıf kardeşleriyle birlik olup örgütlenerek mücadele ederse insanca yaşanabilecek bir ücreti de kazanır ve daha fazlasını da...
H. Ortakçı