ABD seçimlerinin önemli bir 'etabı' sayılan başkan adaylarının son açık oturumu gerçekleştirildi. Bir yanda Cumhuriyetçiler'in adayı Donald Trump diğer yanda Demokratlar'ın adayı Joe Biden gündemdeki sorunlara dair vaatlerini sıraladılar, diğer adaya yönelik eleştirilerini yaptılar. Birbirlerine saldırgan söylemlerle sert bir dil kullanarak mizanseni sürdürdüler. Biri "Ah, masum çocuğu oynama" diye alay ederken diğeri, "Sen yozlaşmış bir politikacısın!" diyordu.
Bu sözde demokratik tartışmalardan yansıyan, birbirine saldıran iki adayın aslında bir farklarının olmamasıydı. Covid-19 teşvik paketinin hâlâ Kongre'den geçmemiş olmasından, Meksika sınırındaki göçmenlere yönelik işkencelerden ve devlet yönetimine geldikleri anlardaki ailelerine yönelik ayrıcalıklardan, yolsuzluklardan dolayı birbirlerini suçladılar.
Seçimler yaklaşırken iki tarafın da elindeki belgeleri kendisine yakın medya aracılığıyla servis etmesi, tartışma programının da ana ekseniydi. Biden, Trump'ın Çin'de banka hesabı olduğunu açıklarken, Trump da, Biden'ın Başkan yardımcısı olmasıyla oğlunun bir anda Ukraynalı bir şirkete yönetici olmasına dair ortaya çıkan bilgileri kullanarak yüklendi. Trump dört yıldır olduğu gibi yakında vergi beyannamesini açıklayacağını söyleyip yalanlarına yenisini ekledi. Biden, Trump yönetiminin mevcut pratikteki örneklerinden hareket ederken Trump ise Biden'ın bir önceki dönem başkan yardımcısı olarak sorumlu olduğunu hatırlattı.
Meksika sınırındaki göçmenleri kafeslere koyan yöntemin ve hapishanelerin inşası Obama döneminde başlamıştı. Yani Trump bir önceki dönem politikalarının sürdürücüsü olarak tek sorumlu değil. Biden bu eleştiriyi "Bir hata yaptık" diye kabul etse de bu politikaları değiştireceği konusunda güvence vermedi. Biden daha çok göstermelik detaylarda kalan göçmen çocuklarının ailelerinden ayrı tutulmaları gibi uygulamaları eleştirip asıl sorun alanına dair bir öneri getiremedi.
Emperyalizmin merkez üssünün yeni temsilcisi olmaya aday bu iki isim de farklı pozisyonlar alsalar da dünyaya sunacaklarının yeni savaş ve işgal politikaları olacağı kesindir. Trump yönetiminin mevcut pratiği bunun somut kanıtıyken, Biden'ın programda durmadan Kuzey Kore'yi hedef alan saldırgan söylemi, seçilmesi durumunda nasıl bir politika izleyeceği hakkında fikir veriyor.
Kim Jong Un için "o bir serseri" ifadesini kullanan Biden, Trump'ın sözde Kuzey Kore lideri ile iyi ilişkiler kurduğunu iddia ederek "Hitler ile de Avrupa'yı işgal etmeden önce iyi bir ilişkimiz vardı" dedi. Kuzey Kore'nin ABD için tehdit boyutuna geldiğini, buna da Trump'ın 'sıcak' tavrının neden olduğunu iddia eden Biden'ın da, ABD emperyalizminin klasik işgalci politikasının bir taşıyıcısı olduğu açıktır.
Programdan yansıyan, iki aday arasında sadece temsil ettikleri tekellerin önceliklerinden kaynaklanan farkların olduğudur. Trump petrol tekellerine dayanarak Ortadoğu'yu hedef alırken, Biden ise diğer enerji tekelleriyle ilişki geliştirip yönünü Asya'yı hedef alacak şekilde değiştirmeye çalışıyor. İkisinin de vaat ettikleri, dünyanın ezilen halklarına yıkım ve savaştan ibaret.
Münazaranın Amerikan işçi ve emekçilerine yönelik tartışma kısmında da benzer bir riyakarlık görüldü. Birbirlerini takip eden iki dönemin en üst yönetim kademelerinde yer alan bu iki isim de ırkçılık, sağlık sistemi gibi en temel hak ve özgürlükler konusunda söz oyunlarından, en iyi örnekleri yarattıklarını iddia etmekten öte bir şey sunamadılar.
Sıra münazarayı izleyenlerde
ABD'de Başkanlık seçimleri Koronavirüs'ün en çok ölüme neden olduğu bir dönemde, polis şiddeti ve ırkçılık karşıtı hareketin yeni yeni durulduğu bir süreçte yapılıyor. İki adayın açık oturumdaki ABD'ye dair temel vaatlerini bu iki başlığın oluşturması şaşırtıcı değil. Fakat ikisi de polis cinayetlerinden, ırkçılıktan bahsederken bunu aşacak tek bir vaat sunmadılar. Koronavirüs'ten dolayı 220 bin kişinin öldüğü bir ülkede sağlık sistemini değiştirme sözünden öteye geçip, "herkese erişilebilir ücretsiz sağlık hakkı" gibi somut tedbirlerden söz etmediler. Biden, muhalif aday sıfatıyla Koronavirüs’e karşı gerekli önlemlerin alınması gerektiğini savunsa da, bu konuda inandırıcılık sorunu var. Zira kendi döneminde de sağlıktaki dönüşüm uygulamaları devam ettirilmişti. Bu politikanın işçi ve emekçilere maliyeti ise koronadan da beter olmuştu.
Burjuva medya iki adayın birbirine üstünlük sağlayamadığını, oy oranlarının yakın olduğunu belirtiyor. Bu düzen sınırında böyle olsa da konuşma sırası artık adaylarda değil onları seçecek olanlardadır.
Şimdi münazara oyunu bitti. Artık sıra oylarını kullanacak olanlarda. Fakat işçi sınıfı ve emekçi kitleler kötünün iyisi ya da 'aynıların farklısı' arasında bir seçimi değil de bu sistemden çıkış seçeneğine yönelirse gerçek değişim olacaktır. Polis cinayetlerine karşı grev dalgası ören, kentleri bloke eden işçi ve emekçiler bu süreci kapitalizmin aşılması mücadelesiyle birleştirene kadar hangi aday seçilirse seçilsin sistemin özünde bir değişiklik olmayacak. Yönetimler üç aşağı beş yukarı birbirinin tekrarı olmaya devam edecek.