-Özer Elektrik’te sizi sendikalaşmaya iten sebepler nelerdi?
Ücretlerimiz genel olarak çok düşüktü. 8-10 yıllık işçiler Özer Elektrik’te asgari ücret seviyesinde maaş alıyor. Ayrıca ücret zamları kişiden kişiye farklı bir şekilde yapılıyordu. Ücret zamlarımız da çok komik miktarlardı zaten, yaşam pahalılığının bu denli arttığı bu süreçte 50-100 TL gibi komik zamlar alıyorduk. Fazla mesailerimiz elden veriliyordu. Mesai ücretlerimizin bordromuza yansımasını istiyorduk çünkü bu bizim emekliliğimizden de çalmak demek. İnsan kaynaklarına bu talebimizi belirtiyorduk. Beyaz yakalar zaten kraldan çok kralcılık yapıyordu. Onlardan da çok baskı görüyorduk. Tüm bu sıkıntılarımız birike birike bizi patlama noktasına getirdi. En sonunda iki arkadaşımız bizim adımıza patronun yanına çıktı ve bu sorunların giderilmesini istedi. Aldığımız cevapsa “tamam sizinkini sigortaya yansıtalım fakat bunu diğer arkadaşlarınızla paylaşmayın” oldu. Biz bunu kesinlikle kabul etmedik. Sendikalaşma konusu fabrikada sürekli konuşuluyordu fakat somut adımı bir türlü atamıyorduk, bir kıvılcım bekliyorduk. Bu son yaşananlardan sonra bir arkadaşın “haydi sendikalaşmaya!” demesi kıvılcım oldu. 3 gün içinde üyeliklerimizi gerçekleştirdik. Tabi biraz hızlı oldu, bu kadar hızlı ilerlememesi gerekirdi. Bu hızlı adım patronun kulağına gitti. Aramızdan bize ihanet eden arkadaşımız kendine ihanet etti aslında, farkında değil. Biz de yan yana geldik ve birbirimize söz verdik: Sen benim çocuklarımın hakkını koruyacaksın, ben senin çocuklarının hakkını koruyacağım. 27 Temmuz’da yetki başvurumuz yapıldı. Başvurunun ardından pazartesi işe geldiğimizde patron kartlarımızı bastırmadan bizimle konuşmaya başladı. Öncesinde bir arkadaşımızı kenara çekip isim almaya çalışmış, isim vermeyince hakaretvari bir üslupla kendisini kovduğunu söylemiş. Sonrasında aramızdan öncü bir arkadaşımızı çekiyor, o da “isim istiyorsan ben varım” diyerek rest çekiyor. Sonrasında 4 öncü arkadaşımızla görüşme gerçekleştirdi. “Sendikaya vereceğiniz aidatı ben size ödeyeyim, bırakın bu işleri” dedi. Yılda bir maaş prim teklif etti. Biz de bu saatten sonra muhatabın sendika olduğunu söyledik.
İşçilerin bireysel olarak yapabileceklerinin bir sınırı var, toplu hareket etmemiz gerekiyor. Bakıyoruz sendikalaşma anayasal bir hak ancak gizli yapmak zorunda kalıyoruz, işten atılıyoruz. Sendikalaştın diye seni bir suçlu gibi kolluk kuvvetleri eşliğinde fabrikadan çıkartıyorlar. Biz işten atıldığımızda fabrikadan jandarma eşliğinde çıkartıldık. Biz burada fabrika önüne astığımız pankarta bile ceza ödedik. Hakkını istiyorsun dayak yiyorsun, emeğinin karşılığını istiyorsun süründürüyorlar. Bu bir sistem problemi.
- İşten atılmanızın ardından kapı önünde direnişe başladınız. Bu süreç nasıl ilerliyor?
Ayın 27’sinden beri direnişimiz devam ediyor. Burada kamuoyu oluşturmaya çalışıyoruz. Emek dostları geliyor, siyasi kurum temsilcileri ziyaret ediyor. Diğer taraftan yasal sürecimiz de işliyor, arabulucu evresindeyiz.
- Çalışmaya devam eden işçiler üzerinde baskı var mı?
İçeride baskı devam ediyor. Üye arkadaşlarımızı yıldırmaya çalışıyorlar. Çalışan arkadaşlarımızın ailelerinin numaraları istenmiş, aileler üzerinden de basınç yaratmaya çalışıyorlar. Ayrıca şu an emekli bir astsubay almışlar, fabrikayı kışlaya çevirmiş. Ancak başaramayacaklar. Sen asker olabilirsin ancak ben vatandaşım, işçiyim. Sen o üniformayla rahat etmiş olabilirsin ama ben işçi olarak açlık sınırında ağır koşullarda çalışıyorum. Bu ne insani bir tutum ne de hakla bağdaşır. Aramızda daha önce böylesi süreçler yaşayan, direnişlerde bulunmuş arkadaşlarımız da var. Biz baskılarla karşılaşacağımızı biliyorduk. Eğer hakkını istiyorsan o baskıya dayanacaksın. Bu baskılar bizi yıldıramaz. Bizi 25/2’den çıkardılar, bunu da bir korku unsuru olarak kullanıyorlar, bir daha başka yerde iş bulamazsınız diye. Bunun da boş bir iddia olduğunu anlatıyor, arkadaşlarımızın korkularını gidermeye çalışıyoruz.
- İçinde bulunduğumuz pandemi süreci sermayedarlar tarafından kullanılıyor; ücretsiz izinler, kısa çalışma ödenekleri ile patronları ihya ediliyorlar. Diğer taraftan işten çıkarmalar yasak deniyor ama işçi kıyımı sürüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
En çok vergi bizden kesiliyor, fazla mesailerimiz gasp ediliyor. Sonra da yaptıkları üç kuruş zamma zam diyorlar. Onlar bize zam yapmıyor ki bizden kestiklerini bize veriyorlar. Patronların cebinden hiçbir şey çıkmıyor. Şalter inmediği sürece bu iş böyle sürer. Devlet politikaları sermayedarların ihtiyaçları üzerinden şekilleniyor. Patronlar işçilerin zayıf karnını biliyorlar, ekonomik açıdan zor durumumuzu kullanıyorlar. Satın almaya çalışıyorlar. Önce yoksullaştırıp sonra bu durumu kullanmaya çalışıyorlar. Ama meselenin toplumsal olduğunu görmemiz gerekiyor.
Bir de acılara, haksızlıklara alıştırıldık. Pandemi sürecinde işten atmalar devam ediyor. Vestel olsun, Dardanel olsun, Özer Elektrik olsun işçiler zorla çalıştırılıyorlar. Güya işten atma yasağı var. Toplum olarak alıştırılıyoruz, bugün Özer Elektrik’te yarın başka bir yerde. Medya da haksızlığa uğrayan, bu haksızlığa karşı ses çıkarak işçilere yer vermiyor. Bu siyasilerin sorunu değil, bu toplumun sorunu. İşçiler katlediliyor, işsizlik yüzünden kendini yakıyor insanlar, cinnet geçirip ailesine zarar veren insanlar var. Bunlar bu ülkenin temel sorunları. Bu toplum bu şekilde gitmez.
İşçiler olarak birbirimize sahip çıkmamız gerekiyor. Bazen işçi arkadaşlarımız arasında da “patron bize ekmek veriyor” bakışı oluyor. Patron bize ekmek vermiyor, biz ona 10 ekmek kazandırıyorsak o bize çeyrek ekmek veriyor. Onun benim emek gücüme ihtiyacı var. İşçi maliyeti bu ülkede hep masraf olarak görülüyor. En düşük kalemdir işçi maliyeti. İşçinin alınterinden maliyet hesabı yapıyorlar.
Sistem sana dolgun maaş vermiyor, fazla mesaiye mecbur bırakıyor. Günde 12 saat çalış ki dinlenmeye vaktin kalmasın, düşünmeye vaktin kalmasın, sosyal hayata vaktin kalmasın. Eve gidince yorgunluktan çocuğunu sevemiyorsun, öyle ki patronun işiyle yatıp onun işiyle kalkıyorsun.
- Bu sorunlara karşı işçiler ne yapmalı, iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
İşçi sınıfı olarak dayanışma içinde olmak zorundayız. Kesinlikle korkmamalıyız. Bireysel olarak hak alamayız, sendikalaşmalıyız. Hayatımızı patronun iki dudağı arasına bırakmamalıyız. Patronların çok kullandığı bir laf vardır, “senin yerinde olacak kapıda binlerce insan var.” Bizim dayanışma içinde olmamız bu yüzden bir zorunluluk. Yan yana geleceğiz ve bu sisteme karşı çıkacağız.
Kızıl Bayrak / Gebze