2019 Aralık ayında Çin'in Wuhan kentinde ilk kez ortaya çıkan koronavirüs salgınının etkileri tüm dünyada görülmeye devam ediyor. Türkiye’de ise ilk vakanın mart ayında tespit edilmesinden sonra özellikle işçi ve emekçiler cephesinden olağanüstü bir döneme girilmiş oldu. Salgın başladığından bu yana sermaye cephesi AKP iktidarı ile birlikte kendini korumaya aldı. Bu koruma önlemleri işçi sınıfına dönük kapsamlı saldırıları beraberinde getirdi. Açık bir sınıfsal güdüyle harekete geçen sermaye cephesi, bir kez daha işçi sınıfının haklarına dönük saldırganlığıyla kirli yüzünü göstermiş oldu…
Bilindiği üzere Çin, dünya tekstil pazarının üçte birini elinde bulunduruyor. Hazır giyim ve hammaddeleri ihracatında ise ilk sırada yer alıyor. Salgının ilk kez Çin’de görülmesiyle birlikte tekstil patronlarının sözcüleri ardı ardına açıklamalarda bulundular. Koronavirüsün aralık ayında Çin’de ortaya çıkmasının ve dünyada duyulmasının ardından vakit kaybetmeden ocak ve şubat aylarında yapılan bu açıklamalar, kapitalizmin sadece kar ve para merkezli olduğunu görmek açısından oldukça ibretlik bir yerde duruyor.
Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Hadi Karasu, ünlü markaların yeni sezon ürünlerini Türkiye’de üretmek üzere şirketlerle görüşmelere başladıklarını, bazı Avrupalı şirketlerin şimdiden siparişlerini Türkiye’ye kaydırmayı düşündüğünü ve Çin’in 170 milyar dolarlık hazır giyim ihracatının 2 milyar dolarlık kısmının Türkiye’ye sipariş olarak gelmesini beklediklerini ifade etmişti.
İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatları Birliği (İHKİB) başkanı Mustafa Gültepe de aynı tarihlerde yaptığı açıklamada şu sözleri söylemişti: “Son 2-3 hafta içinde hem İspanya hem İngiltere hem de AB'den gelen alıcılar var. H&M, İnditeks, Arcadia gibi gruplar da dahil… Bizim ihracatımızın yüzde 70'i AB'ye olduğu için küçüklü büyüklü bütün firmalar Türkiye'de araştırma yapıyor. Çin’deki salgının 4 hafta daha uzaması durumunda tüm üretimin buraya kayacağını düşünüyoruz.”
İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği (İTHİB) Başkanı Ahmet Öksüz ise Türkiye tekstilinin tedarik zinciri açısından Çin’deki sorunlardan etkilenmeyeceğini ifade etmiş, Paris’teki bir fuarda, Çinli şirketlerin standlarının boş kalmasını ve Türkiye tekstil firmalarının yoğun ilgi görmesini memnuniyetle karşıladıklarını ifade etmişti.
Belirttiğimiz gibi, yukarıdaki açıklamalar ocak ve şubat aylarında yapıldı. Tekstil patronlarının hızla salgından vazife çıkararak aymaz bir fırsatçılıkla atağa geçtiklerini gördük. Düşününüz ki, tekstil patronları ihracat ve ithalat için ocak ve şubat ayında hesaplar yapmaya başlıyor, yeni üretim planlamasına geçiliyor. Ancak mart ve nisan aylarında fabrikalarda işçilerin çalışma ve yaşam koşulları için hiçbir önlem alınmıyor.
Sağlık Bakanlığı’nın ilk virüs vakasını duyurduğu 11 Mart’tan sonra pek çok fabrikada tekstil işçileri doğru dürüst önlem alınmadan, maske ve dezenfektan olmadan, hiçbir hijyen kuralına uyulmadan 10-14 saat mesailerde üretimin devamlılığı adına haftalardır ölümle burun buruna çalıştırıldı. Birçok fabrikada koronavirüs testi pozitif çıkan hastalar oldu ve bu sayı her geçen gün artıyor. Bu süreçte sektördeki çalışma koşullarına dair Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası’nın (Dev Tekstil) hazırladığı rapordaki çarpıcı veriler de bu duruma işaret ediyor: “Toplu taşıma araçlarına yüzde elli sınırlaması getirildiğinde bile ilk olarak işçi servisleri bunun dışında bırakıldı. Yüzbinlerce işçi korona günlerinde topluca servislere biniyor, topluca çalışmaya mecbur bırakılıyor, topluca aynı yerde yemek yiyor. Bu kadarla da sınırlı değil. Özellikle tekstil fabrikalarındaki çalışma koşullarında hijyen kurallarının olmadığını herkes bilir. Bu devam ettirildi. İşçilere ya hiç maske verilmedi ya da göstermelik “elden ele” dağıtılarak virüsün yayılmasına davetiye çıkarıldı. Kimi tekstil firmaları ise sözde maske üretti, kullanılan malzemeler yerlere düştü. Eldiven kullanılmadan üretilen bu denetimsiz maskeler işçilere dağıtıldı. Virüsün yayılma riskini arttıracak bir başka ciddi tehdit ise işe giriş ve çıkışlardır. Yüzlerce, binlerce işçi aynı anda aynı kapıdan işe girip çıkmaktadır. Yüzlerce, binlerce el, aynı yere parmak basarak parmak okutmak zorunda bırakılmıştır.(…) İşe girişlerde ateşi olan işçilere yüzlerini yıkattırıp ateşlerini düşürdükten sonra üretime devam ettirdiler.” (Dev Tekstil Korona salgınında tekstil işçileri raporu-2 Nisan 2020)
Bugüne gelindiğinde ise birçok fabrikalarda işçiler ya ücretsiz izne gönderiliyor, yıllık izinler kullandırılıyor ya da kısa çalışma ödeneğine başvuru yapılıyor. Kısa çalışma ödeneğinin miktarı da işçilerin yaşadığı mağduriyeti karşılamıyor. Daha da önemlisi yıllık izinleri olmayan, kısa çalışma ödeneğinden yararlanamayan işçilerin sayısı çok fazla ve bunlar hukuksuz bir şekilde ücretsiz izne çıkartılıyorlar. Burada altı çizilmesi gereken nokta kısa çalışma ödeneğinden faydalanırken ya da yıllık izne yollanırken, işçilerin sağlığı düşünüldüğü için üretimi durdurmuyorlar. Bilindiği üzere süreç başlar başlamaz tedarikçi markalar tarafından da açıklamalar yapıldı. Zara sipariş vermeyeceğini açıkladı. H&M, Inditeks ve Arkadia Grup gibi tedarikçilerin de üretime kısıtlı devam edecekleri açıklandı. Anlaşılacağı üzere, temel gerekçe piyasanın durgunlaşması… Fırsatçılıkta sınır tanımayan tekstil patronları, şimdi de maske üretimine yöneldiler. Pek çok firma, konfeksiyon ürünlerinde yapamadığı ihracatı, şimdi maske ile yapıyorlar.
Salgının küresel olduğunu düşündüğümüzde, iş alamayan firmalar kısa çalışma ödeneğinden faydalanıyor ve işçilere “evde kal ama nasıl geçinirsen geçin” diyorlar. Sipariş alabilen firmalar da İzmir’de bulunan Akar Tekstil’de olduğu gibi işçileri ölüme terk ediyor, çalışmak istemeyen işçilere de sopayla saldırma aymazlığını gösterebiliyor.
Tekstil patronlarının bu denli pervasızca ve hoyratça davranmalarının gerisinde ise, sektördeki işçilerin örgütsüzlüğü yer alıyor. Sendikal zeminde bile örgütlülüğün çok sınırlı olduğu sektörde, her türlü kuralsızlık kural haline gelmiş durumda. Sektörde nispeten büyük ve köklü firmalarda örgütlü olan mevcut sendikaların bile, salgın sürecinde esamesi okunmuyor. İşçiler zorunlu yıllık izine çıkartıldıklarında bile herhangi bir tutum alınmadığı gibi, şu an virüs vakalarına rağmen üretimin devam ettiği fabrikalarda örgütlü olan sendikaların, herhangi bir tavrı bulunmuyor. Bugüne kadar azgın sömürü koşullarında işçileri yalnız bırakan sendika bürokratları, şimdi de ölüm ya da açlık ikilemi ile karşı karşıya kalan tekstil işçilerini bir başına bırakmış bulunuyorlar.
Tekstil işçilerini zorlu günler bekliyor!
İşçi ve emekçileri, özelde ise tekstil işçilerini önümüzdeki dönem çok daha zorlu bir süreç bekliyor. Eve gönderilen, açlıkla terbiye edilmek istenen işçiler virüs geride kalır kalmaz makina başlarına dönecek ve salgının faturası işçilere ödetilmeye çalışılacak.
Gerek iş yasasının çıkarılması sürecinde, gerekse daha sonraki süreçte sendikaların ciddi bir direniş ya da mücadele gösteremediği ‘telafi çalışması’ yaşam normale döndüğünde işçi sınıfının en büyük dertlerinden biri olacak. Bugüne kadar fabrikalarda lokal düzeyde uygulanan bu ücretsiz çalışma biçimi, patronlar tarafından hükümetin de tam desteğiyle tüm ülke düzeyinde dayatılacak gibi görünüyor. Bunun yanı sıra TBMM’de patronlara işçileri ücretsiz izne çıkarma yetkisi veren koronavirüs tedbirleri paketi kabul edildi. İş Yasası’na eklenen maddeyle üç ay süreyle “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller” dışında işçi çıkarılamayacak. Ancak bu sürede patronlar işçiyi tamamen veya kısmen ücretsiz izne ayırabilecek. Üstelik bu süre içerisinde işçi ücretsiz izne çıkarıldığı gerekçesiyle “haklı fesih” hakkını da kullanamayacak.
Saldırılar günden güne büyüyor. Sermaye sınıfı ve iktidar yıllardır geçirmeye çalıştığı yasaları kendi sınıfı için bir bir hayata geçiriyor. İşçilerin yaşamlarının bir değerinin olmadığı kapitalist düzende her şey sermayedarların daha fazla kazanması için kurgulanıyorken, işçiler ve emekçiler bir an önce talepleri ile mücadeleyi büyütmeli, bunun için fabrikalarda atölyelerde sınıf kardeşleri ile birliğini güçlendirmeli, komitelerini kurmalıdır. Her türlü baskı ve yasaklara karşı fiili meşru mücadele hattıyla, “sınıfa karşı sınıf” bakışı ile mücadeleye atılmalıdır.
Tekstil işçileri birliği