Pandemi süreci tüm dünyada ve ülkemizde süregelen sorunları alabildiğine ağırlaştırdı. Bu dönemde eğitimden ekonomiye, sağlıktan çalışma hayatına kadar pek çok alanda yaşanan sorunlar derinleşerek daha da görünür hale geldi. Burjuva hükümetler tarafından yürütülen yanlış, plansız ve sermayeden yana politikalar işçi ve emekçilerin yaşamlarına mal oldu, olmaya devam ediyor. Özelde Türkiye’de eğitime erişim zorlaştı. En basit teknik altyapı bile sağlanamadığı için yüz binlerce öğrenci eğitim hakkından mahrum kaldı. Sermayedarlara sunulan destekler işçi ve emekçilerin cebinden sağlanarak milyonlar açlığa itildi.
Milyonlarca insanın yaşam ve çalışma koşullarının ağırlaşmasına neden olan pandemi özellikle sağlık alanındaki sorunlar silsilesini de ön plana çıkardı. Pandemide en fazla hastalananların ve ölenlerin evde kalamayan emekçiler olması, aşılamada ortaya çıkan bölgesel eşitsizlikler vb. gibi olgular, sağlığın piyasalaşmasının birer dışavurumuydu. Sağlık alanındaki sıkıntılar bir yanıyla sağlık emekçilerinin çalışma koşullarını ağırlaştırırken, diğer yandan toplumun sağlık hakkının gaspına dönüştü. Virüs ülkedeki sağlık sisteminin çöküşünü de hızlandırdı. Sağlık alanındaki çok yönlü sorunlara karşın sağlık emekçileri salgının ilk gününden itibaren büyük bir özveri ile çalışıyor, yanı sıra halkı bilgilendirmek, salgının kontrol altına alınmasını sağlamak ve daha çok insanın ölümünü engellemek için mücadele etmeye devam ediyorlar.
Sermaye iktidarı ise sağlık emekçilerine açıkça ve cepheden saldırı anlamına gelen bir politika izliyor. Pandemi koşullarında bütçede sağlık için yeterince ödenek ayrılmaması, 5 dakikada hasta bakımı dayatması, hastanelerde aylar sonraya randevu verilmesi gibi uygulamalar sağlığa erişimi daha da zorlaştırıyor. AKP-MHP iktidarı “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adıyla uygulamaya soktuğu politikalarla sağlığın piyasalaşmasını hızlandırıyor. Bu dönüşüm programı aracılığıyla, tıp eğitimi ve sağlık hizmeti itibarsızlaştırılıyor. Keza şehir merkezlerindeki hastaneler kapatılıyor, yandaş müteahhitlere inşa ettirilen hasta garantili hastaneler sağlık sisteminin merkezi yapılmak isteniyor. Kamunun imkanları özel hastanelere aktarılarak “herkese parası kadar sağlık hizmeti” verilmesi hedefleniyor.
Sağlık emekçileri kendilerini tüketen çalışma koşullarına karşı haklarını kaybetmemek ve salgındaki gidişatın vahametini duyurmak için salgının her aşamasında bilgilendirme, uyarılar, önlemler, talepler sundular. Seslerini duyurmak için üretimden gelen güçlerini kullanarak iş bıraktılar ve Sağlık Bakanı’ndan randevu alamadıkları için Ankara’ya yürüdüler. 200 bine yakın insanın ölümünün sorumlusu bakanlar hakkında suç duyurusunda bulundular. Son olarak da grev silahını etkin biçimde kullandılar. Sağlık emekçileri, sağlık hakkının gaspına karşı ısrarla “nitelikli, ulaşılabilir, parasız, ana dilde bir sağlık hizmeti” talebini yükseltiyorlar.
AKP-MHP iktidarı ise var olan hakları kendi bekası için bir bir gasp etmeye devam ediyor. Piyasa ilkeleri üzerine inşa edilmiş sağlık sistemi satışa sunulmuş bir mala dönüştürülüyor.
En temel insani hak olan sağlık, diğer metalaştırılmış alanlardan farklı olarak, kişilerin tüketme ya da tüketmeme tercihinde bulunacakları bir alan değildir ve ülkeyi sermaye sınıfı adına yönetenlerin insafına bırakılamaz. Dolayısıyla, hak mücadelesinin önemli bir alanı olan sağlık hakkının gasp edilmesine karşı mücadeleyi yükseltmek, sağlık emekçilerinin sesine ses katmak tüm işçi ve emekçilerin omuzlarındaki önemli sorumluluktur.