- Direniş nasıl gündeme geldi? Sürece dair düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Melike Şahin: 4,5 yıldır Ataşehir Belediyesi’nde çalışıyorum. 2018 yılında KHK ile işten atılan bir işçiydim. O dönemde direnişle birlikte işime geri dönen biri oldum. O günden sonra da örgütsüz, sendikasız işçi arkadaşları sendikaya örgütlemek için çalıştım. Maaşların geç ödenmesi, toplu sözleşme maddelerinin tam uygulanmaması, insanca bir çalışma ortamının sağlanmaması gibi sorunlar var. Bazı arkadaşların can güvenliği yok. Bu sorunların giderilmesi gerektiğini ifade ettim. Bu konuları patron tarafına bildirdiğimiz, sorunlara çözüm aradığımız için 22 Mayıs tarihinde işyerim değiştirildi. Mali Hizmetler’den Kültür Müdürlüğü’ne verildim. 4 Ekim tarihinde de iş akdimin feshedildiğini öğrendim. O günden beri de belediye önünde direnişimiz sürüyor.
İki işçi arkadaş işten atıldık. İkimiz de işçi temsilcisiyiz. İkimiz de işçi arkadaşlarımızın sorunlarını dile getirdiğimiz için işten atıldık. Bir günlük bir iş bırakma yapıldı, Fen İşleri, Temizlik, Park ve Bahçeler olarak. Hem bizlerin işe iadesi hem de maaşların düzenli ödenmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebi ile yapılan bir eylemdi. Belediye yönetimi geri adım atmadı. Aksine, işçilere baskı başladı. İşçiler sendikadan istifaya zorlandı. 400 tane arkadaşımız sendikadan istifa etmek zorunda kaldı. İşten atılma korkusuyla, baskıyla istifa ettirildiler. Ama sermaye temsilcileri başaramadılar. İşçi iradesi kazandı. İş bırakan 696 arkadaşımız hakkında belediye yönetimi tarafından tutanak tutuldu. 20 gün içinde iş bırakma eylemi yapamazsınız denildi ve disiplin kuruluna sevk edildiler. İşçilere her türlü baskıyı, zulmü reva görüyorlar. Bizler de bu zulme, bu baskıya boğun eğmiyoruz. Direnmeye devam ediyoruz, edeceğiz de. Ataşehir Belediye yönetimi zannetmesin ki biz burayı bırakıp gideceğiz. Toplu sözleşme uygulanana, işimize geri dönene kadar mücadele edeceğiz, direneceğiz.
Tabii Ataşehir Belediyesi’ndeki diğer işçilerle bizi karşı karşıya getiriyor, alanımızı daraltmaya çalışıyorlar. Bizi birbirimize karşı kışkırtıyorlar. Biz iki direnişçi arkadaşın belediyeye girmesi yasak. İhtiyaçlarımızı dışarıdan karşılıyoruz. Böylesi durumlarda işçilerle karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Bu da buradaki zihniyetin AKP zihniyetinden farklı olmadığını gösteriyor. AKP de aynısını yapıyor. On binlerce emekçiyi KHK ile işten çıkardı. Bütün vatandaşlık haklarını ellerinden aldı. Birçoğu intihar etti. Ama direnişleri devam ediyor. Aslında Türkiye’nin dört bir yanında direnişler var. Bunların daha da büyüyeceğini ve artacağını düşünüyoruz. Çünkü böylesi dönemlerde patronlar ekonomik krizin maliyetini, bedelini biz işçilere ödetmek istiyorlar. Biz de işçiler olarak krizin bedelini, maliyetini ödemek istemiyoruz. Onun için sokaklardayız ve direnmeye devam edeceğiz.
- Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şube Olağanüstü Genel Kurul sürecine girdi. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Melike Şahin: Ağustos ayında bütün delegeler bir imza kampanyası başlattılar, “Biz şube değişikliği istiyoruz” diye. Yaklaşık 124 delege (Kadıköy, Kartal, Ataşehir’den) imza toplandı. Genel-İş Genel Merkezi bununla ilgili bir çalışma yapmadı. Ne zaman ki biz işten atıldık, burada bir direniş başladı, şube yönetimi de ondan sonra yanımızda oldu. Patron tarafının baskısıyla işçi istifaları başladı. Genel Merkez bu işçi istifalarını gerekçe göstererek, şubeyi olağanüstü genel kurula götürdü. Halbuki bu istifaları yaptıran, baskıyı uygulayan belediyenin kendisi. Bunu gerekçe göstererek şube yönetiminin görevden alınmasını demokratik bulmuyoruz. Bunun karşısında da duracağız. Şubenin eksikleri, hataları elbette ki tartışılır. Kime yapılırsa yapılsın, böyle tepeden patron yanlısı bir mantıkla şubenin görevden alınmasını kabul etmiyoruz.
Alişan İpşiroğlu: Direniş süreci ile ilgili çok konuştuk. DİSK’e bağlı Güvenlik Sendikası’na üyeyim. 4 Ekim’de uydurma gerekçelerle işten atıldım. Bunlar gerçekten de yasal anlamda geçerliliği olmayan şeyler. 4 Ekim’den bu yana DİSK Genel-İş, Güvenlik-Sen, CHP bize ne verdi, bunlara değinmek istiyorum.
Biz burada direnirken, DİSK Genel Başkanı bizi işten atan Belediye Başkanı ile açılışlarda bulunuyorsa ve sizinle ilgili bir girişimde bulunmuyorsa, bunda bir soru işareti var demektir. Maltepe’de de 3-5 dakika göründü ve sonra gitti. Genel-İş’ten kimseyi göremedik.
Buradan işçi arkadaşlarıma sesleniyorum. DİSK artık o tarihinden gelen gücünü yitirmiştir. Artık sararmış solmuştur. Artık işçiyle hitap edemez hale gelmiştir. Bugün Genel-İş Genel Merkezi’nde profesyonel sendikacılık yapan biri CHP İl Başkan Yardımcılığı yapıyorsa ve biz bugün burada direniyor ve muhatap bulamıyorsak, durum bunu gösterir. DİSK siyasi partilerle iç içe geçmiş. Menfaat ilişkilerine girmiş, işçiyi hiçe sayan, işçinin menfaatini göz ardı eden bir hal almıştır.
Bizi ziyarete gelen DEV TEKSTİL sendikasını da örnek olarak göstereceğim. DİSK’ten ayrılıp kendine güvenerek yeni bir süreç başlatmış. Biz de böyle bir sürece başlayabiliriz. Özellikle biz güvenlik işçileri için önemli olabilir. Direnişimizi, duruşumuzu canlandırabiliriz. DİSK miadını artık doldurmuştur.
CHP’ye gelince, söylemleri güzel, ama içinin boş olduğunu görüyorum. DİSK bir tanımlamadır, CHP bir tanımlamadır; önemli olan onların içini doldurabilmektir. Söylemlerinin eylemlerle bağdaşmadığını söyleyebilirim. Biz burada bir örneğiz, Mahir Kılıç İl Başkanlığı önünde bir örnek, Maltepe Belediyesi bir örnek. Çıkıp da bir Genel Başkan’ın, “Bütün paramızı işçilere mi vereceğiz?” söylemi, şaşırtıcı ve üzücü.
Bu ülkede açlık sınırında yaşayan işçilerin sırtına savaşın faturasını sararsanız, zamları sararsanız, vergileri sararsanız, krizi sararsanız -yani bu insanlar açlık sınırında yaşıyor-, geriye bir tek ölün demek kalıyor. Yani bize “ölün” demek gibi bir şey bu.
Kendileri ne yapıyorlar? Sayın Kılıçdaroğlu her defasında hesap uzmanıyım diyor. O zaman Meclis’te oturan vekillerinin günlük ya da aylık maliyetini vatandaşa açıklayın. Siz bunu açıklamakla yükümlüsünüz. Onlara her şey bedava. Her haktan yararlanıyorlar. Aldıkları maaşlar devede kulak kalıyor. Bu sözleri söylerken önce dönüp kendilerine baksınlar. Eğer bu ülkede bir kriz yaşanıyorsa, açlık sınırında yaşayan insanlar yüzünden değil, har vurup harman savuran insanlar yüzündendir.
“Hak-hukuk-adalet”, “Her şey çok güzel olacak” söylemleri meşhur, biliyorsunuz. Daha maalesef kış gelmeden işçilerin evlerine kar yağdırmaya başladınız. Yuvalarımız sıcak ama ekonomik anlamda üşütmeye başladınız. Konuşan Türkiye dediniz, konuştuk. Dilekçemizi verdik, haklarımızı talep ettik. Hırsızlık yapmadık, onursuzluk yapmadık. Eleştirmekse eleştireceğiz. Bu ülkenin vatandaşı olarak benim de en az milletvekilleri kadar, en üst düzey yöneticiler kadar konuşmaya hakkım olduğunu düşünüyorum.
Diğer taraftan sendikalaşma ile ilgili konuşmaları vardı Genel Başkan’ın. Sendikal örgütlenme bizimle olacak dedi. Sonra da paralı sendika istemiyoruz dediniz. İyi de sizin parti yöneticiniz profesyonel sendikacılık yapıyor bu sendikada. Bu çelişkiyi nasıl açıklayacaksınız. Benim bildiğim bir tane, kim bilir daha kaç kişi var? Şunu açıkça söyleyin: DİSK’i ve bağlı sendikaları bazı partilerle birlikte arka bahçemiz olarak kullanıyoruz deyin, açık ve net söyleyin. Ben şöyle düşünüyorum; sendika yetkilileri de işçiyi oy potansiyeli olarak, geleceğe bir basamak olarak kullanıyor. Bence sendikaların bundan bağımsız olması gerekiyor.