İşçi sınıfının sendika bürokrasisine karşı büyüyen öfkesi

Birleşik Metal-İş üyesi bir işçi, Lastik-İş Sendikası Genel Başkanı Abdullah Karacan’ın bir işçi tarafından öldürülmesiyle ilgili görüşlerini gazetemize yazdı…

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 15 Kasım 2018
  • 13:21

Haberi ilk okuduğumda, ilk olarak silahın o alana nasıl girdiği sorusu aklıma geldi. Bir işçinin fabrikaya silah sokması imkânsız. Sonrasında silahın sendikacının belinde olduğunu öğrendim. Bir sendikacı, gücünü aldığı insanların yanına neden belinde silahla gelir sorusu aklıma düştü. Buna karşılıklı güven probleminin neden olduğunu düşünüyorum. Sendikacıların bakış açılarına baktığımda, işçiyi o duruma getiren nedenlerin neler olduğu sorusu kafamda beliriyor. Kavganın ve yaşanan olayın birden gerçekleşmediğini, bunun bir süreç işi ve en sonunda bir patlama olduğunu düşünüyorum.

Olaya sınıfsal bakmak gerekir. Sınıf mücadelesi düzen siyasetine sığdırılamaz. İşçi politik olarak siyasal gericiliğin etkisinde olabilir ancak ona bu eylemi yaptıran sınıfsal güdüleri sonuçta. Haber kaynaklarını incelediğimde, işçinin MHP’li, ülkücü kimliğinin öne çıkarılıp buradan doğru bir linç kampanyası örüldüğünü görüyorum. Bunu yapanların kendini sol-sosyalist olarak nitelemesini çok rahatsız edici buluyorum. Sınıf mücadelesi içinde farklı görüşten birçok insan bulunabilir, ama bizler aynı değirmenin unuyuz, aynı çarkı çeviren insanlarız. Kaldı ki bu bilinçte insanlara yeterli bilincin verilmediğini, sendikaların sınıf mücadelesine tutarlı yaklaşmadıklarını da biliyoruz. Sendika eğitimlerinde olması gereken çalışmaların bile yapılmadığını, işçilerin bin bir masalla geçiştirildiklerini görmekteyiz. Bu anlamda sendikacıların işçilerin sorunlarına samimi şekilde eğilmediklerini ve işçi emeği sömürüsünde payını almaya çalışan kene sürüleri olduklarını düşünüyorum. Örneğin Abdullah Karacan’ın 20 yıldır o koltukta oturuyor olmasını çok da garipsemedim. Çünkü sendika ağalarının mücadelesinin temelde, sınıfın bilinçlendirilip eğitilmesi değil, kitleyi kontrol altında tutup gerek patronlardan gerek aidat yoluyla işçilerden para akışı sağlanması mücadelesi olduğunu çok net görüyoruz.

DİSK’in tarihine bakacak olursak, cendereye alınmış işçinin kabuğunu kırıp devrimci bir duruş sergilemesidir. Ardından ülke genelinde büyüyen uyanışın devlet tarafından korkuyla karşılanarak DİSK’in kapatılmak istendiğini biliyoruz. Devletin bu hamlesine karşı gerçekleşen 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin de işçilerin inisiyatifiyle gerçekleştiğini de biliyoruz. DİSK adını tam da bu noktada kazanmıştır: Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu. Ama gelinen yerde kendi kalemizi kaybetmiş durumdayız. Bu kaleyi şimdi tekrar kazanmak gerekiyor. Bu bürokrat takımı kaleyi tekrar zapt etmemiz önünde engel. Bunun için sendikalarda türlü oyunlar oynanıyor. Fabrikalarda demokrasi kılıfı altında türlü çarpıklıklar yaşanıyor, yeri geldiğinde açık faşizan tutumlar sergileniyor. Bu yaptıkları sınıf mücadelesini sekteye uğratsa da, bu olay göstermiştir ki bunlar birikerek kendilerini de yok edecek bir patlamaya yol açıyor. İki kuruşun hesabını yapan sendikacıların iki kuruşluk bir demir parçasıyla öldürülmesi, iki kuruşun ne kadar değerli olduğunu da gösteriyor.

İşçi sınıfının şimdi yapması gereken bağımsız bir çizgide örgütlenmek ve bu örgütlülüğün gücüyle sendikaları sarsmaktır. Bu basınç sendikaları bu ağa takımından da temizleyecektir.

Birleşik Metal-İş üyesi bir işçi