Meslek Hastalıkları’nı, ‘hastalığa neden olan maruziyetin tamamen işten kaynaklandığı hastalıklar’ olarak tanımlamaktadır, 506 sayılı SSK kanunu. En geniş anlamıyla ‘çalışma şartlarının kısmen ya da tamamen neden olduğu veya kötüleştirdiği fiziksel ya da ruhsal sağlık sorunları ve hastalıklar’ olarak tanımlayabileceğimiz, İşle ilgili/işe bağlı sağlık sorunları ve hastalıklarının mevzuatımızda bir karşılığı yok.
İşe bağlı hastalıkların etkilediği nüfusun genişliği ve neden olduğu sağlık sorunlarının çeşitliliğine rağmen dünyada da esasen işe bağlı hastalıkların tamamını değil hastalığa neden olan maruziyetin tamamen işten kaynaklandığı ‘Meslek Hastalıkları’nı (MH) teşhis etmeye ve tanımaya dönük sistemler bulunmaktadır.
Oysa iş olağanüstü çok sayıda insani, maddi ve sosyal koşulun olağanüstü çok sayıda farklı kombinasyonu içinde ifa edilen bir etkinliktir. Üstelik işe bağlı hastalıkların büyük çoğunluğu işyerindeki ya da çalışma sırasındaki etkene maruz kalınmasından yıllar sonra ortaya çıkmaktadır. Bu durumda ortaya çıkan hangi hastalık belirtisi ya da bulgusunun hangi işyerinden, işin hangi kısmından ya da işi çevreleyen şartların hangisinden kaynaklandığını kanıta dayalı şekilde ortaya koyabilmek oldukça zorlaşmaktadır. Bu zorluk önceden tespit edilmiş spesifik bir faktör ve bu faktörün varlığını gösteren üzerinde uzlaşılmış kanıtlar olmadığı durumlarda, hastalığın meslek hastalığı olarak tanımlanamamasına yol açmaktadır. Kaldı ki; işten kaynaklanan kimi hastalık etkenlerinin spesifik olarak tespit edilmesi durumunda dahi bunun işverenler ve kamu otoritelerince kabul edilmesi uzun yıllar alabilmektedir.
İşe bağlı hastalıklardan sadece meslek hastalıkları teşhis edilmeye çalışılmakta ama bunda da başta yukarıda ifade ettiğimiz neden ve buna eşlik eden pek çok nedenden yeterince başarılı olunamamaktadır. Tüm ülkelerde değişik ölçülerde meslek hastalıklarının gereken ölçüde teşhis ve tazmin edilmemesi sorunu değişen ölçülerde yaşanmaktadır. Bu nedenle tüm ülkelerden başta meslek hastalıkları olmak üzere işe bağlı hastalıkların teşhisini arttırıcı önlemler almaları, işten kaynaklanan hastalık ve ölümleri teşhis ve kayıt edecek sistemleri geliştirmeleri beklenmektedir.
Rapor edilen hastalık ve yaralanmaların tipleri ve raporlama eğilimleri, ilgili mevzuat ve sosyal güvenlik kapsamına göre geniş ölçüde değişmektedir. Bir meslek hastalığının bir ülkede az teşhis edilmesi bu hastalığın o ülkede olmadığının ya da bu hastalığa karşı başarılı bir koruma yapıldığının kanıtı olamamaktadır. Tam aksine bir ülkede çok sayıda meslek hastalığının teşhis edilmesi o ülkede saptama ve bilgilendirme sistemlerinin iyi kurulmuş olduğunu göstermektedir.
2012 tarihli önemli bir çalışmada dünyada her yıl 100,000 çalışandan 54,8’inin (54,8/100.000) işe bağlı hastalık, 10,3’ünün de (10,3/100,000) iş cinayetleri nedeniyle hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.
Gerek yukarıya aldığımız ve WHO, ILO gibi uluslararası örgütlerin referans aldığı bilimsel çalışmalardan gerekse de Türkiye’nin de dahil olduğu Avrupa bölgesindeki kimi ülkelerde teşhis edilen meslek hastalığı sayılarından Türkiye’de her yıl; İş cinayetlerine bağlı olarak gerçekleşen ölümlerin yaklaşık 2-10 katı sayıda meslek hastalığına bağlı ölüm ve çalışan nüfusun 100.000’de 50 veya 68-100’ü sayıda meslek hastalığı teşhis ediliyor olması gerektiğini söyleyebiliriz. Kaldı ki; Türkiye’de gerçekleşen iş cinayetlerine ait rakamlar yukarıya aldığımız tahminleri doğrular niteliktedir.
Fakat Türkiye, işe bağlı hastalıklar ve meslek hastalıkları istatistikleri sıradışı bir profil sunmaktadır; Türkiye’de teşhis edilen meslek hastalığı sayıları ve yıllık insidansları 25 yıldır düzenli olarak azalmaktadır. Türkiye’de 1990 yılında 36,6/100.000 olan MH insidansı 2016 yılına gelindiğinde 10 kat gerileyerek 3,7/100.000 olmuştur. Seçili Avrupa ülkelerinde 1990 yılında her 100.000 çalışan başına yılda ortalama 67 MH teşhis edilir iken bu ortalama insidans 2006 yılında 102/100.000’e çıkmıştır, MH teşhis/tanıma insidansları 17 yılda ortalama 1.5 kat artmıştır.
Yukarıya aldığımız verilerden görüldüğü gibi Türkiye MH’nın teşhis ve tanınmasında sıfırlamaya çok yaklaşmıştır. Fakat meslek hastalıklarıyla alakalı başka bir alanda sıfırlama sürecini tamamlamıştır. MH’na bağlı ölümleri sıfırlama süreci 2000 yılında başlamış ve bu günlerde tamamlanmış gözükmektedir. İş cinayetlerine bağlı ölüm insidansları Almanya’nın çok üzerinde (4-5 katı) seyreden Türkiye’nin MH’na bağlı ölüm insidansları 1997’den itibaren dramatik olarak gerilemeye başlamış 2007’den itibaren de sıfırlanmıştır.
Sonuç olarak meslek hastalığı tanısı konulmasının amacı her düzeyde korunmayı sağlamak olmalıyken bugün sadece Maluliyet tayinine yaramaktadır. Ülkemizde tüm meslek hastalıkları verilerinin toplandığı bir merkez bulunmamaktadır. Meslek hastalıklarının küçük bir bölümü, yasal tanısı Ankara’daki, SGK Sağlık Kurulu tarafından, sürekli işgöremezlik kararı ile % 10-100 arasında bir Meslekte Kazanma Gücü Kayıp Oranı verilirse ve belirli bir aylık bağlanırsa, SGK’nın ilgili birimi tarafından görünür kılınıyor. Diğerlerine ilişkin herhangi bir kayıt, izlem vs. yoktur ya da bu verilere ulaşılamamaktadır. Sağlıklı bir bilgi sistemi bulunmamaktadır. SGK Sağlık Kurullarına, yılda kaç dosya geliyor, kaçı yeni dosya, kaçı kontrol, kaçı Üniversitelerden, kaçı Meslek Hastalıkları Hastanelerinden, kaçı EAH’lerinden belli değildir. Tarafların ifade ettikleri sayılar birbirinden tamamıyla farklıdır. Eğer bu verileri esas olarak işe bağlı maruziyetleri önlemek için topluyorsak, Ulusal ölçekte ve firma ölçeğinde yani genel ve noktasal olarak berraklaştırılması sağlanmalıdır. Bunun içinde bu işin tamamının sahibinin ve sorumluluğunun belirlenmesi gereklidir. Devletin kurumları arasında meslek hastalıklarının gerçek bir sahibi yoktur. Bugünkü mevzuatın özeti Türkiye’de, MHnın değil, tazminat gerekliliğinin tanısı yani yasal MH tanısı konulmaktadır.
Yasalarımız bu konuda uyumlu değil. 4857, 6331 ve SGK yasaları farklı ifadeleri vardır. 5510’ya göre tüm Türkiye için Ankara’daki tek merkezdeki Kurul bu tanıyı koymaya yetkilidir. 6331, Sağlık hizmeti sunucularını ve işyeri hekimini bu tanıyı koyar ve bildirir, diyor. Halen işleyişte olan MH tanı sürecine göre bir çalışan yazılı olarak SGK İl müdürlüğüne başvuruyor, sevk ile MHH’ne ya da yetkili Sağlık Kurumuna gidiyor. Çalışan doğrudan da sağlık kuruluşlarına başvurabiliyor. MH Tıbbi tanısı alması durumunda, bu çalışanın çalıştığı işyerine giden İl Çalışma Müdürlüğü Uzmanı tarafından çalışma süreleri (yükümlülük süresi ve maruziyet süresi açısından) ve çalışma koşullarının bu sonucu doğurup doğurmayacağının değerlendirmesi yapılıp raporlandıktan sonra, dosya Kocatepe (Ankara) SSGM’ye geliyor. Burada Sağlık Kurulu tarafından Tıbbi tanı, “Yasal MH.” Tanısı haline geliyor ya da “değildir” deniliyor. Yasal MH Tanısı konulursa MKGKO (Meslekte kazanma gücü kayıp oranı) belirleniyor. % 10-100 arasındaki belirlenmiş oranlara bir maluliyet tazminatı belirleniyor. Tarafların itirazı ile Balgat’taki SGK genel müdürlüğündeki Yüksek Sağlık Kurulu’na geliyor ve burada son karar veriliyor. Mahkemeler ise bundan sonraki süreç. Toplamına bakıldığında yılları bulan bir süreye karşılık geliyor.
Meslek hastalıkları tanı sistemini sigortacılık mantığının ve SGK çerçevesinin dışında oluşturmak gereklidir. “Meslek hastalığı” kavramı “mesleki sağlık sorunları” vb. daha kapsayıcı bir tanımlamanın alt başlığı olarak kurgulanmalıdır. “Mesleki sağlık sorunu=Tıbbi meslek hastalığı” bildirimi hekimler tarafından “bildirimi zorunlu hastalıklar” gibi Sağlık Bakanlığına yapılmalıdır. Böylece başta işyeri hekimleri olmak üzere tüm hekimler çalışma yaşamından kaynaklı olduğunu düşündükleri her türlü sağlık sorununu ön tanı ile sevk edebilmelidir ya da gerekli koşulları varsa tanı koyabilmelidirler. Bu bildirimler içinden tazminatı gerektiren durumlarda (hak kaybına sebep olabilecek iş değişikliği, çalışmanın engellenmesi-sanatı yapamama, sürekli iş göremezlik, ölüm) tazminata karar verilmelidir. İş kazalarının ya da meslek hastalıklarının telafi hakkı (tazminatı) çalışanların hiçbir şekilde risklere karşı tam olarak korumaz. Çalışanlar için bu haliyle, Meslek hastalığı bildirimi ve meslek hastalıklarının kabulü prosedürü, tuzaklarla ve aşağılanmalarla dolu zahmetli bir yoldur ve genelde en iyi olasılıkla gülünç miktarda bir tazminatla, en kötü olasılıkla, reddedilmeyle sonuçlanır. Israr edilmesi halinde çok uzun bir süre davalarla, bilirkişi raporlarıyla, duruşmalarla geçecektir. Telafi hakkının sadece korunmasının değil, iyileştirilmesinin de büyük önem taşıdığı açıktır.
Kamu Üniversite ve EAH’leri 6 yıldır MH tanısı koymaya yetkili Sağlık Hizmeti sunucuları oldular. Bilgilendirme ve denetim eksikliğinden prosedür işlemiyor, iş yoğunluğu ve performanstan bu işe sıra gelmiyor. 6331 sayılı yasa madde 14, “Sağlık hizmeti sunucuları kendilerine intikal eden iş kazalarını, yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları ise meslek hastalığı tanısı koydukları vakaları en geç on gün içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirir. Bu madde hiçbir biçimde işlememektedir. Sürecin sahibi olması gereken Sağlık Bakanlığı, 2011 tarihinden sonra Meslek hastalıkları tanı kodlarının Aile hekimliği bilgi sistemi ve hastane yazılım sistemine entegrasyonu uygulamaya geçmiş, dolayısıyla meslek hastalıkları ile ilgili bir dokümantasyonu oluşmuş olması gerekirken, bu verilere ilişkin herhangi bir yayın, bildirim yoktur. Bu bilgiyi sadece düzenlenen toplantıların sunumlarında kullanmaktadır. Tam olarak Sağlık Bakanlığı MH konusunda nerede olduğu belli değildir.
Bir çalışan ancak gerekli prosedürü biliyorsa, kararlı biçimde yolları izliyorsa ve bir meslek hastalığı varsa, ortalama 2-3 yılda bu tanısı konabiliyor. Eğer bu zorlu süreçten habersiz olarak, mesleki etkilenmeye bağlı bir yakınması, hastalığı varsa ve bir Sağlık birimine, yani bir hekime başvuruyorsa meslek hastalığı tanısına ulaşması neredeyse imkansız. Yani bu süreç, çalışanın bilgisi ve talebi dışında işlemiyor.
Öte yandan ortalama bir işverenin işçilerinden birinde görülen bir hastalığın meslek hastalığı olarak teşhis edilmesine karşı doğal bir mücadele içinde olacağı da vakıadır. Çünkü; bir hastalığın işle ilişkisi somut olarak ortaya konduğunda 1-İşveren tazminat ödeyecek, 2-Meslek hastalıkların sayısındaki artış çalışanların daha yüksek ücretler ve daha iyi çalışma koşulları talep etmelerine neden olacak, 3-İşyeri daha sık ve daha dikkatle teftiş edilecektir.
Keza hastalığın teşhis edilmesi ile çalışan da çeşitli olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kalabilmekte bu nedenle bizzat çalışan, hastalığının meslek hastalığı olarak teşhis edilmesinden kaçınabilmektedir. 1-İşten ayrılmak zorunda kalmak ya da işten çıkarılmak, 2-İşveren tarafından suçlanmak hatta taciz edilmek, 3-Maluliyet tespit edilmesi durumunda yeni iş bulmakta zorlanmak.
Sosyal Sigorta otoriteleri ise meslek hastalığı teşhis edildiğinde işçiye sigorta fonundan ödeyeceği tazminatı ödemekten kaçınmakta, teşhis ve tazminat sürecini işçinin katlanamayacağı denli uzun, meşakkatli ve çoğu noktada işçiyi aşağılayıcı bir süreç olarak düzenlemektedir.
Biz ne istiyoruz?
1-Hastalık ve yaralanmaya yol açabilecek iş kaynaklı maruziyetler tespit edilmeli ve önlenmelidir.
2-İşe bağlı hastalıklar teşhis edilmelidir.
3-Tüm hastalıkların içindeki iş kaynaklı etyolojik faktörler tespit edilmeli ve bunlarla işyerlerinde mücadele edilmelidir.
4-İşe bağlı hastalık, yaralanma ve ölümler bireysel ve toplumsal düzeyde, maddi ve manevi, olarak tazmin edilmeli, kurbanlar ve yakınları salt tıbbi olarak değil ekonomik ve sosyal olarak da rehabilite edilmelidir.
Bunun için öncelikle:
-İşçi sağlığı temel bir insan hakkı olarak kabul edilmelidir.
-İşçi sağlığı alanında çalışan hekimlerin faaliyeti basitçe bir hizmet sağlayıcılık olarak değil tıbbi ve toplumsal bir sorumluluk olarak görülmelidir.
-İşyeri Hekimleri işverene değil çalışana ve topluma karşı sorumludur. İşverenin işyeri hekimine ödediği ücret hekim sorumluluğunun etik ve toplumsal özünü değiştirmez.
-Hekimlerin, çalışanlara hakkıyla hizmet verebilmesinin asgari koşulunun çalışanın özgürce hekime başvurabilmesi olduğu unutulmamalıdır: iş kaynaklı bir maruziyeti ya da hastalığı varsa baskıya uğrama korkusu olmaksızın tıbbi ve hukuki prosedürleri izleyebilmeli bu hak, açık ve kesin yasal güvencelere kavuşturulmalıdır.
(Bu metin, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin 2018 yılı Mart ayı iş cinayetleri raporunun meslek hastalıkları ile ilgili bölümüdür...)