İşgal saldırısının üçüncü gününde, öğle paydosu sırasında, yemekhanede masanın etrafındaki üç arkadaşının konuşmaları Mehmet’i deliye döndürmüştü.
“Teröristlerin kökünü kazıyacaklar şimdi” dedi Şehmuz.
“Allah vere de Mehmetçik fazla zarar görmese” dedi Rafet.
“Yok canım pek zarar görmez. Teröristler şimdi kaçacak yer arıyordur” diye yanıt verdi Hamit.
“Yeter” diye bağırdı Mehmet. İhtiyatı elden bıraktı. Daha doğrusu patladı.
“Bu masada herkes Kürt düşmanlığıyla konuşuyor.”
“Ağır ol Mehmet” dedi Şehmuz, “Ne Kürt düşmanlığı. Teröristlere karşı girdiler oraya. Kürtleri de kurtaracaklar. Biliyorsun ben de Kürdüm. Niye Kürtlere düşmanca konuşayım?”
“Peki Şehmuz, sen değil miydin Şırnak’ta bizim akrabanın bebeğini vurmuşlar, öldürmüşler diyen? Aynı gün televizyonda hükümetten kim konuşursa teröristleri öldürdük dememişler miydi? Senin akraban olan bebek silah kurşunuyla vurulmuştu.”
“Talihsizlik. Belki de kurşun sekmiştir.”
“Hadi öyle olsun. Ama 6 aylık bebeğe terörist denmesi de mi, talihsizlik? Kurşun adres sormaz derler. Peki, havadan yağan bomba adres sorar mı?”
“İyi de teröristlerin bulunduğu alana bomba atılıyor” diye savunuya geçti Şehmuz.
“Evet, teröristlerin deniyor. Tıpkı senin akrabanın 6 aylık bebeğine dendiği gibi.
“Ya sen Rafet Mehmetçiğe zarar gelmese diyorsun. Şimdi oraya maaşlı askerler gidiyor. Ama zorunlu askerlik yapanlar gitse, kim gidecek? Televizyonda savaş naraları atanların çocukları gidecek mi?”
“Gitmeyecek tabii ki” dedi Rafet.
“Senin öz kardeşin bile haklı olduğu bir konuda senin çocuğunu kavgaya sürüp, kendi çocuğunu koruyacak olsa, çocuğuna bir şey olsa kardeşini öldürebilirsin bile. Ama savaş naraları atanların kendi çocuklarını koruyup, bizim çocuklarımızı savaşa gönderdiğinde gıkın çıkmıyor. Kardeşine gücün yeter ama onlara yetmiyor, değil mi?”
Rafet karşılık veremedi. Keşke küfürlü konuşsa da Mehmet’in suratına yumruğu indirsem diye düşündü. Nasılsa ona da gücü yeter.
“Ya sen Hamit, Mehmetçik zarar görmez diyorsun, peki biz zarar görmez miyiz?”
“Biz ne zarar göreceğiz?” diye çıkıştı Hamit.
“Sence oraya atılan bombanın parası kimden çıkıyor? Çocuklarını göndermiyor ama o silahların bombaların parasını zenginler ödüyor diye düşünüyorsun, değil mi?”
“Parası devlet hazinesinden ödeniyor. Senin söylediğin gibi düşünecek kadar salak değilim.”
“Şaşırttın beni. Çünkü devlet hazinesi bizden kesilen vergilerle doluyor diyen, bizzat sendin. Sürekli zamlar oluyor. Vergilerin de artacağını biliyorsun. Demek oluyor ki savaşta kullanılacak her şeyin parası senden, benden, Şehmuz’dan, Rafet’ten karşılanacağını biliyorsun.”
“Ne yani, sapanla mı gitsinler oraya?”
“Niye oraya gidiyorlar diye sormadan bunu sorman tuhaf. Terörist mi? Madem terörist, 3-4 yıl önce de teröristti. Peki, o zaman Salih Müslim’le niye Ankara’da görüştüler? Irak’ta Barzani’ye de terörist diyorlardı. Ama şimdi onunla epey iyiler. Yani kimlerin terörist, kimlerin dost olduğu günlük çıkarlarına göre değişiyor.
“Daha önemlisi Türkiye’nin Suriye’de işi ne? Suriye mi Türkiye’yi çağırdı? Hayır, tam tersine, Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesini istemiyor. Yani düpedüz işgal söz konusu. Sözlük anlamı olarak bile işgal!”
Diğerlerinin imdadına işbaşı zili yetişti. İşbaşı zilini her duyduklarında yüzleri asılarken, şimdi üçünün de yüzü gülmüştü. Üçü de Mehmet ne gıcık biri, söyledikleri doğru ama kafa bulandırıyor, kalkıp devlete karşı mı geleceğiz diye düşünmüşlerdi.
***
İş çıkışı serviste konuşmaya devam ederim diye düşünüyordu Mehmet. Ama üçü de o akşam fazla mesaiye kaldıklarından Mehmet onlarla sohbet edemedi.
Ertesi sabah telefonun alarmından önce, gelen mesaj sesiyle uyandı. Mesajda, iş akdinin feshedildiği, muhasebeye bugün gitmesi yazıyordu. Servisi kaçırdığı için fabrikaya dolmuşla gitti. Muhasebede önüne sürülen kağıtları imzalamadı. Fabrikadan çıkıp soluğu çalışma müdürlüğünde aldı. İşten atıldığına ilişkin dilekçe yazdı.
O akşam yoldaşıyla randevusu vardı. Yoldaşıyla buluştuğunda üç arkadaşına duyduğu öfkeyle olanları anlattı yoldaşına.
“Az bir soluklan” dedi yoldaşı. “İşten atılmanın nedeni üç arkadaşınla sohbet olabilir. Doğru yaptın demeyeceğim. Yanlış da yaptın demeyeceğim. Duygusal davranmışsın. Ama sence o üç arkadaşın senin anlattıklarını bilmiyorlar mıydı, diye sordun mu kendine?”
“Biliyorlardı...”
“Evet senin gibi formüle edemeseler bile biliyorlar. Peki niye şovenizm zehrinden bu kadar çok etkileniyorlar? Örgütsüz oldukları için güçsüzler çünkü. 6 aylık bebeğe terörist dendiğinde kimse buna inanmaz. Ama örgütsüzken, yani güçsüzken kimse ses etmez bu yalana. Elbette senin söylediklerini söyleyeceğiz. Ama yoldaş bizim öncelikli hedefimiz onları örgütlemek, yani güçlendirmek olmalı. Şu duygusallıktan sıyrıldığında fabrika önünde işe geri dönmek için direniş başlatalım. Duygusallıktan sıyrılmalısın dedim. Çünkü şimdiki duygusallığınla ola ki o üç kişi ‘Kime güveniyorsun’ diye sorduğunda ‘Size!’ diyemezsin. Ama ‘Size güvenerek onurluca direniyorum’ diyebilmelisin.”
Mehmet yoldaşına “Haklısın” dedi ama hala o üç kişiye müthiş öfke duyuyordu. Şu an “Size güveniyorum” diyemezdi. Ama demesi, dahası gerçekten sınıfa güvenmesi gerekiyordu ve bunun bilincindeydi.
H. Ortakçı