Servisten Ballıkuyu’da inmiş, Dondurmacı yokuşunu çıkarak Kadifekale’deki evine varmıştı Salim. Kira vermemek için bu izbe konduda oturuyordu. Belki de çocukluk anılarını terk etmemek için buradaydı.
Bu soruya kendi de yanıt veremiyordu. Yanıt verdiğinde ise duygusal temelde başlayan cümleler bile parasızlıkla bitiyordu. Parası olsa oradan taşınmasa dahi, konduyu yeniden inşa ederdi. Ama bir iki eksiği giderecek parayı bile güç denkleştiriyordu.
Eve geldiğinde eşi bugün gelen mektubu verdi Salim’e. Gönderen kısmında “Adaşlığı bir harfle kaçıran kardeşin” yazıyordu. Selim’di mektubu yazan. Salim’e adaş olacakmışız ama bir harfle adaş olmayı kaçırmışız derdi.
Salim her gün olduğundan farklı olarak mutfağa değil, salona geçti ve mektubu açtı. Selim selam kelamdan sonra kendi sözleriyle “ona mektup yazma sadedine” gelmişti:
“Bu intihar mektubu değil. Belki, ben de bilmiyorum. Kafam çok karışık. Yoksulluk yüzünden İstanbul’da, dün de (Salim mektubu aldığında önceki gün oluyordu) Antalya’da intihar edenlerin haberlerini okuduğumda sıra İzmir’de dedim kendi kendime. Fabrikada çalışırken aldığımız parayla karnımızı bile zor doyuruyorduk, ama borç harç da olsa aç kalmıyorduk. İşten atılınca düzenli bir iş bulamadım bir türlü…”
Selim, Salim’le aynı fabrikada çalışıyordu bir sene öncesine kadar. 5 sene de birlikte çalışmışlardı. 5 sene sonra bir sabah Selim’in çıkışı verildi. Daha doğrusu çıkışı verildiğini, tazminat vs. işlemleri için hafta sonu gelmesi söylendi. Hafta sonunda tazminat hesabı için gittiğinde ise üç gün habersiz işe gelmediği için tazminatsız işten atıldığını öğrendi.
Patron kandırmıştı Selim’i. Dava açacaktı ama Salim bile şahit olamam dedikten sonra, birkaç kişiye daha sordu. Sorduğu çoğu kişi “başına gelenden haberdar değilim” demişti. Bazı arkadaşları da direkt “Ben şahit olamam, olursam ben de işten atılırım” demişti.
Dava açma masrafını da ödeyemeyeceği için, Selim dava bile açamadan kapının önünde kalmıştı. Salim, bir süre alışveriş yapıp Selim’in evine bırakıyordu. Dayanışması Selim’lerin 3 kişilik ailesinin en fazla iki gün karnını doyurabilmesini sağlayabilirdi. Ama Salim bu dayanışmayı gösterirken kendi evinde kaynayan tencere küçülüyordu.
Acıma evdeki tencere küçüldükçe Selim’e öfkeye dönüştü. “Tembellik yapıyor. Ne yapar eder iş bulur” diye düşünerek, 11 aydır Selim’le karşılaşabileceği yerlerden uzak duruyordu. Eşit oranda kendinden utanma ve Selim’e öfke duydu yine. Mektubu bu duygularla okumaya devam etti:
“Sonra kriz dedikleri bir uğursuzluk çöktü. Bir türlü iş bulamadım. İŞKUR sayesinde bir fabrikada işe başlamıştım. İki ay sonra işten yine çıkarıldım. Deneme süresi miymiş, neymiş bu iki ay. İki ay boyunca anamdan emdiğim süt burnumdan geldi desem yeridir. Fabrika harıl harıl çalışıyordu, ama patron kriz var diyerek dolaşıyordu hep. Ya kafamıza öyle kazındığı için ya da gerçekten yazılıydı, bilmiyorum ama cipinin plaka kısmında ‘kriz var’ yazıyordu.
“Son 4 aydır hiç iş bulamadım. Borç gırtlağa dayandı, hatta gırtlağı deldi. İstanbul’da intihar edenler bir iki aydır borç aldıkları ekmekle karınlarını doyuruyorlarmış. Bir iki hafta sonra iş bulamazsam biz de aynı olacağız. Hikayelerimiz ne kadar aynı değil mi? Antalya’dakiyle de aynı. 9 aydır işsizmiş adam. Ben de 4 aydır hiç iş bulamadım. Çaresizliğimin farkına vardım. Daha doğrusu daha derin hissettim. İşin garip yanı. onlara hak verdim.”
Salim mektup bittiği anda geçen gün fabrika önünde bildiri dağıtan gençleri hatırladı. Korkudan bildiriyi almamıştı ama gençlerin sesini duymuştu:
“Birlik olursak güçlüyüz!”
Salim’in benliğinde birlik olma gücü oluşmadı. Ama Selim’e duyduğu öfke gitmiş, yerini tümüyle kendinden utanmaya bırakmıştı. Şahitlik bile yapamayacak denli yalnız ve çaresiz bırakmıştı Selim’i. Utanmayla birlikte o anı düşündüğünde, kendini de çaresiz hissetti.
Salim’in içine girdiği duygularla Selim’in evine koşması beklenirdi. Lakin öyle olmadı, Salim, Selim’in evinin olduğu Çimentepe’ye koşmadı. Koşar adımlarla mutfağa geçti. “Karnımı doyurup öyle giderim” diye düşündü ilk. Sonra “Çayımı içip öyle giderim” diye düşündü. Uykuya dalmadan önce “Yarın giderim” diye düşünüyordu…
H. Ortakçı