Cezaevlerinde özellikle siyasi tutuklu ve hükümlüler keyfi görüş ve mektup yasaklarına, gazete, dergi vb. gibi yayın engellerine, keyfi şekilde verilen hücre cezaları gibi uygulamalara maruz kalıyorlar. Bunların yanı sıra cezaevinde ve gözaltılarda dayatılan çıplak arama uygulaması, son dönemlerde kimi sol örgüt ve kurumlar ile milletvekilleri ve insan hakları savunucuları tarafından sıkça gündeme getirildi. Kadın tutuklu ve hükümlülerin de sıklıkla maruz kaldığı çıplak arama saldırısı bir istismar ve işkence biçimi olduğu gibi, aynı zamanda sistemin kadınlar üzerinde uyguladığı gerici politikaların cezaevlerindeki yansımasıdır. Bir saldırı biçimi olarak çıplak arama, özellikle siyasi tutsakların iradesini ve direncini kırma, itaatkar hale getirme, kimliğini yok etme gibi amaçlarla pek çok hapishanede yaygın olarak uygulanıyor.
AKP-MHP iktidarı çıplak arama dayatmasının yeni yeni gündeme geldiği zamanlar bu uygulamanın yapıldığını inkar ediyordu. Fakat ortaya konulan pek çok delil, gözaltılardan ve cezaevlerinden yansıyan raporlar iktidarın yalanlarını döne döne açığa çıkardı. Yalanı delillerle ifşa olan faşist iktidar, şimdilerde çıplak arama saldırısını bir devlet politikası olarak pişkince savunuyor artık. Bir zamanlar böyle bir uygulamanın olmadığını, bunu dile getirenlerin “devleti karalamak”tan başka bir şey yapmadığını söyleyenler, şimdi de çıplak arama gibi bir işkence yöntemini savunmak için türlü kılıflar uyduruyorlar. Hatta “Onurlu ve ahlaklı kadın çıplak arandığını söylemek için bir yıl beklemez”, “Örgüt talimatıyla çocuk doğuruyorlar” gibi rezil söylemlerle saldırmaktan da geri durmuyorlar.
2010-2019 yılları arasında, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na başvuran 241 kişi, yönetmelikte olmamasına rağmen gözaltında keyfi şekilde çıplak arama işkencesine maruz kaldığını belirtmiştir. Ki bu kadarı sadece kayıtlara geçerek resmileşmiş kısmıdır. Yine cezaevlerinde nakil işlemleri sırasında, aramalar esnasında, hastane sevklerinde, mahkemelere gidiş dönüşte ve görüş günlerinde bu istismar ve işkence yönteminin yaygın şekilde kullanıldığı bilinmektedir.
Kapitalizmin çarklarının dönebilmesi için ihtiyaç duyulan itaatkar toplumu yaratma ve kadınları geri konuma itme politikası, yaşamın her alanında olduğu gibi cezaevlerinde de hayata geçiriliyor. Cezaevleri gibi yerlerde özellikle kadınların savunmasızlığından da faydalanarak kişiyi zorla çıplak şekilde aramak, kişiliğini yok saymak ve aşağılamak, bu şekilde istismar ve işkencede bulunmak, dışarıda kadınlara yönelik hiçbir baskı ve zorbalıktan kaçınmayan iktidar için aslında oldukça olağan ve normal bir yöntemdir.
Kadın cinayetleri, istismarlar, taciz ve tecavüz vakaları katlanarak artarken, sömürü sisteminin ve gerici iktidarın bu duruma cevabı İstanbul Sözleşmesi’nin yüzsüzce iptali oluyor. Zaten kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlerin failleri yargılanmıyor. Gerici politikalarla kadınlar eve kapatılıyor, ücretsiz sömürüye mahkum ediliyorlar. Bu politikalar cezaevlerinde kadınlara yönelik çıplak arama, şiddet, hakaret, baskı vb. uygulamalar şeklinde hayat buluyor.
Hapishaneler işkence ve baskı kurumlarına dönüştürülürken, milyonlarca işçi ve emekçinin, kadınların hayatı da hapishanelere çevriliyor. Çünkü işçi ve emekçi kadınların emeğine ve hayatlarına yönelik saldırılar (uzun çalışma saatleri ve düşük ücretler, esnek ve güvencesiz çalışma, açlık ve yoksulluk, kadın cinayetleri, şiddet, istismar, taciz ve tecavüz vb.) hapishane koşullarını aratmayacak düzeydedir.
Nereden bakılırsa bakılsın, hapishanelerde ve dışarıda, işyerlerinde, sokakta ve yaşamımızın her alanında emekçi kadınları kuşatan baskı ve sömürü zincirlerini kırmadan bir kurtuluş asla mümkün görünmüyor.
İnsanlık onurunu yok saymayı, kimliksizleştirmeyi, sindirmeyi amaçlayan tüm istismar ve işkence yöntemlerine; haklarımıza, geleceğimize ve yaşamımıza yapılan bütün saldırılara, tüm bunların kaynağı olan sömürü düzenine karşı işçi ve emekçi kadınların mücadele etmekten başka yolu yoktur.
K. Meydan