Yaşamak ve yaşatmak için!

Yaşamak ve yaşatmak için örgütlü mücadelenin kaçınılmazlığı her zamankinden daha çok salgın günlerinde kendini göstermektedir.

  • Haber
  • |
  • Kadın
  • |
  • 19 Nisan 2020
  • 16:00

Kapitalist sistemin insanı yaşatmak konusunda ne denli kayıtsız davranabileceğini salgın günlerinde daha net görüyoruz. Bu kayıtsızlık, en çok da kadınların yaşamını derinden etkiliyor. Zira, salgın sürecinde kadınların sorunları çok daha derinleşmiş bulunuyor.

Koronavirüs salgınından fırsatlar paketi çıkartan sermaye sınıfı ve devleti, bir yandan kadın işçi ve emekçileri işsizlik korkusuyla en güvencesiz, en korunaksız alanlarda çalışmaya mecbur bırakıyor. Diğer yandan da yoksulluk derinleşiyor, yeterli beslenme ve hijyen imkanlarından yoksunluk artıyor, kadınlar ise kendilerinden çok ev içinde bakmakla “yükümlü oldukları” eş, yaşlı ve çocukların sağlığıyla ilgilenmek zorunda kalıyor. Devlet oldukça düşük bütçelerle yaşamak zorunda kalan işçi ve emekçilerin bakımını ve sağlığını kadınlara havale ederek işin içinden sıyrılmış durumda. TV’lerde, internette sağlıklı kalmak için beslenme önerileri ve yemek tarifleri dolaşırken, bunların nasıl temin edileceği üzerine hiç kafa yorulmuyor. Kira, fatura vb. zorunlu giderlerden sonra elde kalanla nasıl bir beslenme imkânı bulunacağını düşünmek de devletin işi değil ya! “Tabii ki bunlarla kadınlar ilgilenecek!”

Bu süreçte kadınların ev içi rolleri daha belirgin hale getirilirken, ev içi şiddetin de dünya ve de Türkiye’de tırmandığı görülmektedir. Rakamlara yansıdığı kadarıyla bile korkunç olan bir tablo ile karşı karşıyayız. Örneğin Fransa’da 17 Mart’tan itibaren fiziksel izolasyon ile beraber, ev içi şiddetin oranı yüzde 30 artmıştır. Almanya, ABD, Suudi Arabistan, Filistin, Fas, Yemen ve daha pek çok ülkede kadına yönelik şiddet salgın sürecinde daha belirgin hale gelmiştir. Karantina sürecinde ev içi şiddetin geçen seneye oranla 5 kat arttığı Tunus’ta, bir gazeteci durumu “Kadınlar korona zamanında cellatlarıyla baş başa kalmak durumunda” şeklinde özetlemektedir. Birleşmiş Milletler Kadın Komisyonu dünya genelinde 15-49 yaş arası 243 milyon kadın ve kız çocuğunun son 12 ay içinde hem cinsel hem de fiziksel şiddete maruz kaldığını açıklamaktadır.

Türkiye’de de tablo vahimdir. Kadına yönelik şiddet geçen yılın aynı ayına oranla %38,2 artmıştır. Salgın nedeniyle başvurulan kısıtlamalardan kaynaklı oluşabilecek sorunlara karşı, kadına yönelik koruyucu önlemler es geçilmiştir. Örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyım sığınak başvurularını durdurmuştur. Karantina koşullarında kadınlara yönelik ek tedbirlerin yasal düzenlemelerle alınması gerekirken tam tersi uygulamaların altına imza atılmıştır. Örneğin “Af Yasası” ile kadına yönelik şiddetin failleri, mağdur kadınlara yönelik herhangi bir tedbir alınmadan salıverilmiştir.

İktidar ise halen istismar mağduru kız çocuklarının istismarcı erkekle evlenmesi halinde cezasızlık öngören yasayı çıkarma peşinde. Kuşkusuz burjuva gericiliği sadece Türkiye’de değil her yerde kendini gösteriyor. Örneğin Polonya’da kadınların kürtaj, çocukların ise cinsel eğitim haklarını kısıtlamayı öngören yasa teklifleri gündeme getiriliyor.

Kadın işçi ve emekçiler kapitalist sistemin hükmünü sürdüğü her yerde, sömürünün ve ezilmişliğin, yoksulluğun ve yoksunluğun en katmerlisini yaşamaya mahkûm edilmektedir. Mücadeleyle koparıp alınan haklara göz dikilmektedir. Yaşamak ve yaşatmak için örgütlü mücadelenin kaçınılmazlığı, her zamankinden daha çok salgın günlerinde kendini göstermektedir.

H. Emre