“Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için sınıfa karşı sınıf!” şiarıyla, BDSP tarafından 24 Şubat’ta, İstanbul’da düzenlenen panel-forumda yapılan sunumdur…
Kapitalist krizin derinleştiği, beraberinde sömürü ve savaş politikalarının tırmandırıldığı bir dönemdeyiz. Dönemin ağır tablosundan en çok etkilenen kesim ise kuşkusuz ki kadınlardır. Kriz koşullarından en çok onlar etkileniyorlar. Savaşlarda, göç yollarında onlar katlediliyor, onlar tacize-tecavüze uğruyorlar. En ileri sayılan Avrupa ülkelerinde bile kadınlara yönelik saldırılar tırmanıyor, kadın sorunu kendisini çok daha ağır bir şekilde hissettiriyor.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kadın sorunu gitgide ağırlaşıyor. Özellikle AKP iktidarı döneminde baskıcı-gerici politikaların en önemli muhatabı kadınlardır. Toplumu baskı altında tutmak için her türlü yolu deneyen AKP iktidarı, bunu başarabilmenin bir yolunun da kadınları baskı altında tutmak, sindirmekten geçtiğinin farkındadır. Bu sebeple bulduğu her fırsatta kadınları aşağılayıcı söylemler iktidar temsilcilerinin dilinden düşmemekte, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz adeta teşvik edilmektedir. Bu tablonun en ağırını ise işçi ve emekçi kadınlar yaşıyorlar.
Neden mücadele etmeli?
Kadın işçiler erkek işçilere göre daha ağır sömürü koşullarına maruz kalıyorlar. Sermayenin çıkarları için hayata geçirilen sömürü politikaları kadınlar üzerinden meşrulaştırılıyor. Kadın işçiler için düşük ücretler, işsizlik, güvencesiz çalışma, uzun çalışma saatleri en önemli sorunlar arasında yer alıyor.
Ev işleri, çocuk-yaşlı-hasta bakımı gibi işler çalışan kadınlar için ağır çalışma koşullarıyla birleştiğinde kadınların yaşadıkları çifte sömürü çekilmez hale geliyor. Ya da çocuk, yaşlı, engelli bakımı pek çok kadın için çalışamama nedeni olabiliyor.
Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve kadın cinayetleri ise kadın işçilerin sadece evde ya da sokakta karşı karşıya kaldıkları olaylar değildir. Bu sorunlarla kadın işçiler işyerlerinde de boğuşmaktadırlar. Özellikle işyerlerinde yaşanan mobbing, sözlü ve fiziki taciz olaylarının üstü örtülmektedir. Kadın işçiler karşı karşıya kaldıkları bu tarz saldırılar karşısında “işsiz kalma”, “adının çıkması” vb. kaygılarla sessiz kalabiliyorlar.
İstatistiki veriler de kadın işçilerin çalışma yaşamında erkek işçilere göre çok daha geride kaldığını göstermektedir:
- Tarım dışı kadın işsizliği %18,8’dir (erkeklerde %11,5).
- Genç nüfusta kadınların işsizlik oranı daha da artmaktadır. Ne eğitim ne de istihdamda olan, yani işsiz 15-24 yaş kadın oranı %33,6’dır (erkeklerde %16).
- Kadınların %23,8’i taşeron çalışma, özel istihdam büroları aracılığıyla çalışma ve ücretli düzensiz istihdam biçimlerinde, yani güvencesiz çalışmaktadır (erkeklerde %18,9).
- Kadınların %44’ü, yani neredeyse yarıya yakını asgari ücret ve altında çalışmaktadır (erkeklerde %31).
- Kadınların sendikalaşma oranı %8’dir (Erkeklerde %14).
- Yasada belirlenmiş bir hak olmasına rağmen işyerlerinde kreş ya da kreş yardımı hemen hemen yok gibidir. DİSK-AR’ın bir araştırmasına göre kadınların %2’sinin çalıştıkları işyerlerinde kreş, %1’inde kreş anlaşması, %4’ünde ise maddi destek bulunuyor.
- Pek çok kadın işçi işe alım sırasında, terfi ve atamalarda, aynı işi yaptığı erkek işçiye göre ücret konusunda ayrımcılık yaşıyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre kadınların %13,7’si cinsiyete dayalı ayrımcılık yaşamaktadır. %8,6’sı ise işyerinde medeni durum/çocuk sahibi olma durumuyla ilgili ayrımcılığa uğruyor.
- Kadın işçilerin karşı karşıya kaldığı ayrımcılık kendisini örgütlü oldukları zeminlerde de göstermektedir. Örneğin sendikalarda örgütlü kadınların ancak %5’i sendikalarda aktif görev alabilmektedir.
Kısacası kadın işçiler işyerlerinde sömürünün en katmerlisini yaşamakta, ayrımcılığa, şiddete uğramakta, kadın sağlığı ve analık konumundan gelen ihtiyaçları görmezden gelinmektedir. Kadın işçilerin sınırlı mevcut hakları ise mücadele ile elde edilmiş, hiçbirisi kadın işçilere kendiliğinden verilmemiştir.
Sonuç alıcı bir mücadele için sorun doğru kavranmalı
Kadın işçilerin işyerlerinde yaşadıkları sorunlara ve kadın sorununun işçi sınıfı içerisindeki yansımalarına karşı mücadele etme ihtiyacının ne denli yakıcı olduğu açıktır. Bu ihtiyaca karşılık vermek ise en başta doğru bir bakış açısına bağlıdır. Bir diğer deyimle, kadın sorununu doğru bir temelde kavramak ile nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiği arasında sıkı bir ilişki vardır.
Bilindiği üzere kadın cinsinin erkek cins karşısındaki tarihsel yenilgisi özel mülkiyetin ortaya çıkması ile başlamıştır. Kapitalist sistem kendisinden önceki sınıflı toplumlardan kadın sorununu devralmış ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda kadının ikincil cins konumunu ağırlaştırmıştır. Sorununun temelinde özel mülkiyet ilişkilerinin, bugün için ise bu ilişkileri düzenleyen sistem olarak kapitalizmin olduğunu tespit etmek, kadın sorununun kalıcı çözümünün ancak bu sistemin temellerinden yıkılması ve sınıflı toplum düzeninin ortadan kalkması ile sağlanabileceğini göstermektedir. Kuşkusuz bu yol uzun ve meşakkatli bir yoldur. Ancak bugünden bu sorunun çözülmesi için yapılabilecek pek çok şey, atılabilecek pek çok adım vardır.
Kadın sorununun bütün bir kadın cinsini kestiği söylenebilir. Ancak kadın sorununu en ağır şekilde ve her yönüyle yaşayanların kadın işçi ve emekçiler olduğu açıktır. Bu açıdan kadın işçilerin mücadeleye katılması kadın sorununun çözümüne giden yolda temel halka konumundadır. Kuşkusuz bu adım sadece kadın sorununun kalıcı çözümüne giden yolda atılması gereken bir adım değildir. Bir bütün olarak işçi sınıfının kurtuluşu için kadın işçilerin mücadeleye katılması gerekmektedir. Kadın işçilerin sadece kadın olmalarından kaynaklı yaşadıkları sorunlara karşı değil, sınıfsal konumları gereği işçi sınıfının bir parçası olarak mücadelede yerlerini almaları tüm işçi sınıfının kurtuluşu için bir gerekliliktir. Bu durum kadın sorununa karşı verilecek mücadeleyi sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele almak gerektiğini göstermektedir.
Kadın işçiler işçi kimlikleri ile mücadeledeki yerlerini alabilmeli, erkek sınıf kardeşleri ile birlikte her türlü mücadelede en önde durabilmelidirler. Elbette bu sorumluluk, kadın işçilerin kadın olmaktan kaynaklı yaşadıkları özgün sorunlara karşı mücadele etmelerinin son derece büyük önemini ortadan kaldırmıyor. Çoğu zaman bu özgün sorunlar kadınların mücadeleye ilk adımı atmalarında etkili olmaktadır. Bu sebeple özgün sorunlara karşı mücadele göz ardı edilmemeli, kadının kurtuluşuna giden yolda bu özgün sorunlara karşı mücadelenin taşıdığı önem unutulmamalıdır.
Nasıl bir mücadele?
Kadın işçilerin aktif olarak mücadeleye katılması sınıf mücadelesinin büyümesini, kazanımların artmasını sağlayacaktır. Bununla paralel olarak kadın işçiler özgün taleplerine dair mücadelelerinde de kazanımlar elde edeceklerdir.
Pek çok deneyim kadın işçilerin mücadeleye katıldıklarında ne kadar kararlı olduklarını göstermiştir. Ancak çoğu durumda kadın işçilerin mücadeleye katılması erkek işçilere göre daha zor olmaktadır. Bu durumun yaşanmasında ataerkil ideoloji ve kültür etkilidir. Ataerkil ideoloji ve kültür kadın ve erkek işçiler arasında güçlü önyargılar oluşturmaktadır. Kadın işçilerin “yapabilecekleri” ile ilgili önyargılar erkek işçiler üzerinde olduğu kadar kadın işçiler üzerinde de etkilidir. Çoğu durumda kadın işçilerin kendileri, kadın işçiler üzerindeki gerici propagandanın uygulayıcısı-taşıyıcısı konumundadır.
Bazen bir sendikaya üye olmak için bile bir kadın işçi tek başına karar alamamaktadır. Bu kararı alabilmek için eşinden/babasından izin alması gerekmektedir. Aynı durum direnişe/greve çıkarken, hatta basit bir işe iade davası açarken bile yaşanabilmektedir. Bu tablonun oluşmasında gerici-baskıcı burjuva ideoloji ve bununla alakalı olarak kadın işçilerin yaşadığı özgüven eksikliği önemli bir rol oynamaktadır.
Kısacası ataerkil ideoloji ve kültür kadın işçilerin mücadeleye katılmalarında önemli bir engele dönüşmektedir. Bu sorunun aşılması için kadın işçilerin taban örgütlülüklerinde yer almalarını sağlamak, onları ön plana çıkarabilmek gerekmektedir. Kadın işçilerin bulundukları taban örgütlülüklerinde erkek sınıf kardeşleriyle birlikte yer almaları, aktif görev ve sorumluluk üstlenmeleri, yani pratik faaliyet içerisinde olmaları ataerkil ideoloji ve kültürün aşılmasında en etkili yöntemdir. Bununla birlikte bilinç açıklığı sağlayacak eğitim çalışmalarının taban örgütlülüklerinde süreklileştirilmesi gerekmektedir.
Bu noktada erkek işçilerin de kadın sorunu ile ilgili bir bilinç açıklığına sahip olmaları önem kazanmaktadır. Erkek ve kadın işçilerin kapitalist sistemin oluşturduğu önyargıları aşmaları, bir sınıfın parçaları olarak birbirlerini kabul edebilmeleri için kadın işçilerin bilinçlenmesi kadar erkek işçilerin de kadın sorunu konusunda bilinçlenmeleri önemlidir. Özellikle içerisinde yer aldıkları taban örgütlülüklerinde erkek işçilerin kadın sorunu ile ilgili eğitilmeleri ve ön yargılarını aşabilmeleri için sistematik bir çaba ortaya konulması gerekmektedir.
Kadın işçilerin sendikalaşma oranları ve sendikalarda aldıkları görevlerin sınırlılığı ortadadır. Bu sebeple sendikal örgütlenmelerde ve temsilci vb. seçimlerinde kadın işçilere yönelik pozitif ayrımcılık yapılması kadın işçilerin özgüvenlerini geliştirirken, mücadeleye katılmalarını da kolaylaştıracaktır.
Kadınlara yönelik özgün çalışmayı düşünecek, planlayacak, hayata geçirmek için irade ortaya koyacak kadın komisyonları (başka isim altında da olabilir) kurmak kadın işçilerin mücadeleye katılmalarını kolaylaştırmaktadır. Ancak bu komisyonların bağımsız-kendinden menkul kadın çalışmasını örgütleyen değil, tersine, ortaya koyduğu çalışmaları bulunduğu örgütün geneline mal eden bir şekilde işlemesi gerekmektedir. Bu şekilde işleyen komisyonlar hem kadın işçilerin özgün ihtiyaçlarını gözeten bir çalışma ortaya koymanın aracı olurken hem de sınıfın geneli içerisinde kadın sorununu işlemek açısından olanak sunmaktadır. Greif işgali sırasında kurulan kadın komisyonu bunun en ileri örneği olarak verilebilir.
Mücadele talepleri ne olmalı?
İşçi sınıfının tüm mücadele talepleri elbette kadın işçilerin de mücadele talepleridir. Ancak bu taleplere ek olarak kadın işçilerin kadın olmaktan kaynaklı mücadele talepleri bulunmaktadır.
- Kadın işçilerin anne ve çocuk sağlığına zararlı işlerde çalışması yasaklansın!
- Doğum izinleri arttırılsın! Doğumdan önce ve sonra üçer aylık ücretli izin, tıbbi bakım ve yardım!
- Kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde, nitelikli, ücretsiz ve tüm işçilerin yararlanacağı kreş ve emzirme odaları!
- Ev işleri, çocuk, yaşlı ve hasta bakımı toplumsal kurumlaşmalar yoluyla çözülsün! (Her mahalleye ortak yemekhane, çamaşırhane, ücretsiz ve nitelikli yaşlı-hasta bakımevleri, çocuk evleri)
- Zorunlu haller dışında gece çalışması yasaklansın! Zorunlu gece çalışması 4 saatle sınırlandırılsın!
- Ücretli regl izni!
- 8 Mart resmi tatil ilan edilsin ve toplu iş sözleşmelerinde ücretli izin olarak yer alsın!
- Cinsiyet ayrımcılığına son verilsin! Eşit işe eşit ücret ödensin!
- İşyerlerinde kadına yönelik şiddete karşı cezai yaptırım uygulansın!
Bu talepleri kazanmak için kararlı bir şekilde mücadele etmek en başta kadın işçilerin sorumluluğundadır. Ancak bu talepler aynı zamanda erkek işçilerin de talepleri olabilmeli, onlar tarafından sahiplenilmeleri ve erkek işçilerin bu talepler uğruna verilecek mücadelede aktif olarak yer almaları sağlanabilmelidir.
8 Mart’ta alanlara!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün ön günlerinde mücadele çağrımızı yineliyoruz. Emekçi kadınların, emekçi erkeklerle birlikte kazandığı bir mücadele günü olan 8 Mart’ın içini boşaltma çabalarına karşı tarihsel ve sınıfsal özüne uygun bir şekilde geçmesi için taleplerimiz ve mücadele şiarlarımızla alanlara çıkalım!