Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
Dünya ölçeğinde emperyalistler arası rekabetin ve sınıf çatışmalarının keskinleştiği, militarizmin tırmandığı 20. yüzyılın başında gerçekleşen Ekim Devrimi, bu tabloya Rusya’dan ilk neşteri vurmuş, proletaryanın iktidarı ele geçirmesiyle burjuvazinin egemenliğine son vermiştir. Ekim Devrimi, Rusya topraklarının çok ötesinde bir etki yaratmıştır. Beklenen Avrupa devriminin gerçekleşmemesine rağmen tüm dünyada çığır açmış, proleter devrimler döneminin başlangıcı olmuştur. Bunalımların ve savaşların kaynağı olan emperyalist kapitalizmin yıkılmaya mahkum olduğu tüm dünyaya ilan edilmiştir. Ekim Devrimi ile işçiler, köylüler ve kadınlar için gerçek eşitlik ve özgürlüğün yolu açılmıştır.
Kadının kurtuluşunun önkoşulu!
Kapitalizmde kadın çifte ezilmişlik, baskı ve sömürü koşullarında yaşamaktadır. Ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşamda kadın-erkek eşitsizliği sürmektedir. Erkek egemen sistem binlerce yıllık geleneklere dayanarak varlığını sürdürmektedir.
Kadının karşı karşıya kaldığı baskı ve eşitsizlikler sınıflı toplumların ortaya çıkışına dayanmaktadır. “Avcılıktan hayvancılığa geçişte, erkeğin sürüleri mülk edinmesiyle başlatılan erkek egemenliği üzerine kurulmuş tek-eşli ailenin ortaya çıkışı, babaların mirasçılarının kendi çocukları olduğundan emin olmak istemeleriyle ilintilidir.” der Engels ve “analık hukuku”nun yıkılışının kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi olduğunu ifade eder. Üretim araçlarını ve dolayısıyla özel mülkiyeti elinde bulunduran erkek, evde de yönetimi ele geçirir. İlk sınıflı toplum aynı zamanda erkek egemen toplum olarak şekillenir.
Kadının baskı görmesi ve aşağılanması sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla başlamış, katmerlenerek sonraki toplumlara devredilmiş, kapitalizmde ise yeni biçim ve görünümler kazanmıştır. Binlerce yıllık gelenekler ve ataerkil kültürel değerler bugüne taşınarak kadının ikincil konumu pekiştirilmiştir.
Kadının yaşadığı baskı ve eşitsizlik özel mülkiyetle birlikte ortaya çıkmış ve bugüne taşınmışsa, kadının kurtuluşu özel mülkiyet düzeninin kalkmasından geçmektedir. Bunun önkoşulu da mevcut kapitalist iktidarın devrilmesi ve proletarya iktidarının kurulmasıdır. Eşitliğe ve özgürlüğe dayalı olan sosyalizm, tüm toplum için olduğu gibi kadınlar için de eşitsizliği ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bunun için kadınların toplumsal üretime katılmasını, kadının üzerindeki ev işleri, çocuk bakımı vb. yükleri alacak kurumlaşmaların yaratılmasını, ataerkil kültür ve değerlere karşı bilinçli ve sistematik bir ideolojik mücadeleyi ve eğitimi esas almaktadır.
Bolşevikler Ekim Devrimi’nin ardından bu bakışa uygun bir pratik sergilemişler, kadınların kurtuluşu doğrultusunda önemli adımlar atmışlardır.
Ekim Devrimi’nin ardından atılan köklü adımlar
Bolşevikler iktidarı ele geçirdikten sonra ilk olarak işçi-emekçi kadınları da doğrudan etkileyen iki kararnameye, barış ve toprak kararnamelerine imza atarlar. İlerleyen süreçte kadınların eşitsizliğini ve aşağılanmasını içeren yasa ve uygulamalar yerle bir edilir. Kadın yasalar önünde erkek ile tam hak eşitliği kazanır. Kadınlar için tam oy hakkı, evliliğin gönüllü bir ilişkiye dönüştürülmesi amacıyla boşanmanın kolaylaştırılması, resmi evlilik ve erkeğin soyadını alma zorunluluğunun kaldırılması, miras hakkının kaldırılması, “gayrimeşru” çocuk ayrımının kaldırılması vb. kararlar alınır. Anne ve çocuğun korunmasını toplumsal yükümlülük olarak gören yaklaşım sonucu ücretli doğum izinleri, gebelik yardımları, kürtaj hakkı getirilir.
Kadın ancak toplumsal üretimde yerini alarak özgürleşebileceği için, kadının üretime katılması teşvik edilir. Aynı zamanda kadın emeğinin korunmasına dair tedbirler alınır. “Eşit işe eşit ücret” ilkesi hayata geçirilir. Kadınlara meslek eğitimi, ev işinin ve çocuk eğitiminin toplumsallaştırılması doğrultusunda adımlar atılır. Kamu fonlarının toplum için kullanılmasına dayanan sosyal kurumsallaşmalar sayesinde kadının üzerindeki yüklerin azaltılması ve kadının toplumsal yaşama katılması hedeflenir. Lenin Haziran 1919’da yaptığı konuşmada, bu sosyal kurumların işlevi üzerine şunları söyler:
“Kamusal aşevleri, çocuk bakım evleri, yuvalar, bunlar bu türlü tohumların en güzel örnekleridir, bunlar bütün böbürlenmelerden, tumturaklardan, resmiliklerden uzak, kadını özgürleştirmeye gerçekten uygun olan, onun toplumsal üretimdeki ve kamu yaşamındaki rolünden doğan o erkek karşısındaki eşitsizliğini azaltmaya ve yeryüzünden kaldırmaya gerçekten uygun olan yalın, günlük araçlardır. Bu araçlar yeni değildir, (sosyalizmin bütün maddi önkoşulları gibi) geniş-ölçekli kapitalizm tarafından yaratılmışlardır; ama kapitalizmde birincisi ancak bir az-bulunurluk olarak kalmışlardır, ikincisi -özellikle önemli olan budur- ya spekülasyonun, zenginleşmenin, aldatmanın, yanıltmanın bütün kötü yanlarıyla kâr güden girişimler ya da en iyi işçilerin haklı olarak hınç duyduğu ve tiksindiği ‘burjuva iyilikseverliğinin gözboyayıcı örnekcikleri’ olmuşlardır.”
Çarın baba, erkeğin efendi, kadının köleden farksız olduğu bir toplumda, devrimin ardından kültürel dönüşümün kısa sürede gerçekleşmesi, ataerkil düzenin ve dinsel gericiliğin etkilerinin kısa sürede kırılması kolay değildir. Bolşevikler bunu hızlandırmak için sistematik bir ideolojik mücadeleyi çok yönlü eğitimle birleştirirler.
Bu çabaya en çarpıcı örnek doğu ülkelerindeki kadınlara yönelik çalışmadır. İslamın etkin olduğu bölgelerde (Kırgızistan, Türkmenistan vb.) dinsel gericilik fazlasıyla baskındır. Öyle ki Komünist Kadınların 2. Konferansı’na Doğu’dan katılan 74 delege çarşaflı ve peçelidir. Bolşevikler yasaklama yolunu değil, eğitimi ve ideolojik mücadeleyi tercih ederler. Sabırlı bir çalışma sonunda, 1926 yılında yapılan mitinglerde çarşaflar “Kahrolsun çadra ve parança” sloganlarıyla birlikte yakılarak atılır. Bu örnek, toplumu kuşatan geleneksel kültür ve değerlerin nasıl yok edileceğini göstermesi açısından son derece anlamlıdır.
Proleter iktidarın kadınların kurtuluşunun sağlanması doğrultusunda attığı adımlarda (yasal düzenlemeler, kadınların üretime yönlendirilmesi ve ev içi köleliğin ortadan kaldırılması için sosyal kurumlaşmaların hayata geçirilmesi, kadınların kültürel düzeyinin geliştirilmesi için çok yönlü eğitimlerin hayata geçirilmesi, vb.) Bolşevik partiye bağlı kadın örgütlülüklerinin rolü büyüktür. Şubat Devrimi’nin gerçekleşmesinde ateşleyici rol oynayan kadınlar, sonrasında da devrime sahip çıkarlar. Devrim öncesinde kadınlara yönelik çalışmalar, devrimin ardından partiye bağlı kadın kolları ve “delege toplantıları” adı verilen oluşumlar vb., kadınların kitlesel olarak sosyalizme kazanılmasında, eğitilip bilinçlendirilmesinde, toplumsal yaşamın içine çekilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Bolşevikler kadınların devrimci enerjisini açığa çıkarmak, ülke yönetiminde aktif rol almalarını sağlamak için özel bir çaba sarf ederler. 1924 yılında gerçekleşen 13. Parti Kongresi’nde kadınların halen siyasal yaşamda istenilen rolü oynayamadıkları eleştiri konusu yapılır. İlerleyen süreçlerde bilinçli bir yüklenmeyle bu açıdan anlamlı sonuçlar elde edilir. 1936 yılında Sovyet kadınlarının mecliste %33, halk meclislerinde %50 oranında temsiliyetleri, bu çabanın yanıt bulduğunun göstergesidir.
Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
Lenin, Haziran 1919’da yaptığı bir konuşmada “Toprağı eski burjuva yasaların ve düzenlemelerin molozlarından ne kadar çok temizlediysek, bunun yalnızca toprağın işlenmek için düzenlenmesi olduğunu, ama henüz toprağı işlemenin kendisi olmadığını o kadar iyi anladık” der ve sosyalist inşanın zorluğuna işaret eder. Zor ve sancılı süreçlere rağmen kadının özgürleşmesi alanında kısa zaman dilimi içinde ciddi mesafeler alınır. Yine Lenin’in ifade ettiği üzere, burjuva cumhuriyetlerin 130 yıl içinde yaptıklarından daha fazlası devrimden sonraki iki yıl içinde gerçekleştirilir.
Ancak Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan bürokratik yozlaşma, sonuçlarını kadın sorununa ve kadının örgütlenmesine bakışta da üretmiş, Ekim Devrimi sonrasında elde edilen kazanımların ve alınan mesafelerin ileriye taşınmasını ve kalıcılaşmasını zora sokmuştur. Sovyet anayasasında ailenin kutsanması, kürtajın yasaklanması, özel kadın örgütlenmelerinin bütün parti örgütlerinde kadın komisyonlarının örgütlenmesi gerekçesiyle feshedilmesi vb. uygulamalar bürokratik yozlaşmanın ürünüdür.
Ancak sürecin bu şekilde ilerlemesi ve yozlaşmış bürokratik rejimlerin çökmesi hiçbir şekilde sosyalizmin tarihsel haklılığını ve Ekim Devrimi’nin kadının özgürleşmesi alanında son derece önemli adımlar attığı gerçeğini değiştirmez. Ekim Devrimi sosyalizmin gerekliliğini ve bir proleter iktidarın tüm toplumun olduğu gibi kadınların kurtuluşu açısından da neler yapabildiğini/yapabileceğini göstermiştir. İşçi kadınların Pravda’ya yazdıkları mektuplarda söyledikleri gibi, onlar ancak Ekim Devrimi’nden sonra güneşi görmüşlerdir.