Sermaye devletinin krizi derinleştikçe, tüm toplumu hedef alan saldırıları artıyor. Ekonomik krize ve siyasi istikrarsızlığa dış politikadaki fiyaskolar eklenince, sermaye düzeninin dümenindeki AKP için gidişat daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Bu nedenle baskı ve şiddet aygıtlarını daha fazla devreye sokuyor. Boyun eğmeyen, mücadelede ısrar eden tüm güçler bu saldırıların öncelikli muhatabı oluyor.
On yıllardır dünya halklarının türkülerinin sesi olan, devrimci sanatta ısrar eden Grup Yorum üyeleri de baskı, yasaklama ve tutuklama saldırılarının hedefindeler. Grup Yorum’un konserleri yasaklanıyor, üyeleri tutuklanıyor. Grup Yorum üyeleri bu saldırılara karşı aylardır mücadele ediyorlar. Direnişlerine açlık grevi olarak başlayan devrimciler, eylemlerini gelinen noktada ölüm orucuna çevirmiş bulunuyorlar. Zindanda başlattıkları direniş bugün direniş evlerinde sürüyor.
Ölüm orucu direnişini devam ettiren Helin Bölek ve İbrahim Gökçek direniş evlerinden polis baskınıyla alınarak hastaneye yatırıldılar. Hastanede sürekli olarak zorla müdahale tehdidi altında kaldılar. Halkın Hukuk Bürosu’nun verdiği mücadele ve yaratılan kamuoyu sonucu hastaneden taburcu edildiler.
Adil yargılanma talebi ile açlık grevini sürdüren Mustafa Koçak ise direnişinin 254. gününde zorla müdahale saldırısı ile karşılaştı. Dört gün boyunca Mustafa Koçak’tan ne ailesi ne de avukatları haber alabildi. İşkenceci hapishane hastanesi yöneticilerinin, doktorlarının da dahil olduğu MİT, polis ve savcılık eliyle uygulanan insanlık dışı işkence, 17 Mart günü Koçak’ın avukatlarına görüş izni verilmesiyle ortaya çıktı. Günlerce uygulanan işkence sırasında bilincinin açık olduğunu söyleyen Mustafa Koçak’ın avukatına anlattıkları, sermaye devletinin her türlü ahlak, vicdan ve insanlıktan yoksunluğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Zorla müdahale direnme hakkına saldırıdır!
Açlık grevi/ölüm orucu eylemleri ezilenlerin mücadele biçimlerinden biri olagelmiştir. Egemen olan, dolayısıyla şiddet aygıtlarını elinde bulunduran, kitle iletişim araçlarını kontrol eden, yargı kurumunu onay bürosuna çevirenlere karşı bedenini bir silaha çevirmek, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gelenekselleşen bir direniş biçimidir.
Bu ölümüne direniş karşısında acze düşen sermaye devleti zorla müdahale gibi ahlakdışı bir yönteme sarılıyor. Zorla müdahale tıbbi açıdan da etik açıdan da kabul edilemez bir uygulamadır. Uzun süredir besinden yoksun kalmış bedene yapılan zorla besleme sakatlık ve ölüm riskini arttırır. Yanı sıra bu saldırı temelde direnişçinin iradesini kırmak amacıyla gerçekleştirilmektedir. Dünya Tabipler Birliği Malta Bildirgesi’ne göre, karar verme yeterliği olan bir açlık grevcisinin kendi isteğine aykırı olarak beslenmesine yönelik her tür müdahale “zorla besleme” sayılır ve etik açıdan hiçbir zaman kabul edilemez. Kişinin yararı gözetilse bile tehdit, zorlama, güç ya da fiziksel kısıtlamalar eşliğinde uygulanan besleme insanlık dışı ve aşağılayıcı muamelenin bir biçimidir.
Bu nedenle, tekrar tekrar vurgulamak gerekir ki, zorla müdahale işkencesi bir insanlık suçudur. Direnişçilerin sağlıklarını gözetmek bir yana, tersine canlarına kast edilmektedir. Dahası, devrimcilerin iradelerini gasp etme saldırısıdır. Dolayısıyla bu saldırıya karşı durmak herkesin sorumluluğudur.
Y. Leyla