İşçi ve emekçilerin yaşam koşulları ağırlaştıkça, sermaye sözcüleri bu durumu olağanlaştırmak için özel bir çaba harcıyorlar. Kimi zaman kıdem tazminatı, kimi zaman emeklilik hakkı emekçilere çok görülen taleplerin başında geliyor. Açlık ve yoksulluk sınırının altındaki asgari ücret de öyle. Bu olağanlaştırma çabası öyle bir hal aldı ki, yoksullukla boğuşan milyonlarla tam bir utanmazlıkla dalga geçilebiliyor.
Son olarak AKP Grup Başkanvekili ve Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu asgari ücretlinin durumunun “iyi” olduğunu iddia etti. Bu iddiasını, 5 kişilik bir aile üzerinden, “çay-simit hesabıyla ispat etmeye” kalkarak savunan Akbaşoğlu şunları söyledi:
“5 kişilik bir aileden yapacağım hesabı. AK Parti kurulduğunda 2002 yılında asgari ücretli vatandaşımızın maaşı sabah, öğle, akşam çay simit almaya yetmiyordu. Şimdi asgari ücretlinin maaşı ne kadar, iki bin yirmi lira. Koyduk kenara. 1 çay, 1 simit 2 lira. 5 kişilik bir aile bir öğünde 10 lira. Günde 30 lira. Ayda ne yapar, 900 lira. 2020 lira eksi 900 lira. Ne yapar? Demek ki 1120 lira cebinde kalıyor. Daha mı iyi daha mı kötü? Soruyorum matematik yaptık muhterem, şöyle kalk bakayım ayağa.”
Asgari ücretle çalışan işçilerin yoğun tepkisine neden olan bu sözler yalnızca düşüncesizliğin ürünü değil. Milyonlarca asgari ücretliye hakaret demek olan bu sözlerle amaçlanan, sefaleti olağanlaştırmak, bir kader olarak kabullendirmektir. Emin Akbaşoğlu’nun bu pervasızlığı AKP’nin izlediği politikayla şimdiye kadar bunu başarmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Sahte kamplaşmalar yaratan, dini istismar ederek toplumu kaderciliğe mahkum eden, şovenizmi siyasal çıkarları için sürekli pompalayan bu çizgi AKP’lileri daha da cesaretlendirmektedir.
Kuşkusuz bu gibi pervasız açıklamaların fazlasıyla örneği vardır. Kendileri kıyak emeklilik kazananlar, işçilerin emekli olmasını çok görmektedir. Vekil maaşlarından başka yan gelirlere saltanat içinde yaşayanlar, sefalet içinde yaşayanlara “Kaderinize razı olun” demektedir. Parçası ve sorumlusu oldukları bu sömürü düzeninde, emekçilere insanca çalışma ve yaşama imkânı sağlamak gibi bir dertleri yoktur. Tek dertleri, yarattıkları bu sömürü düzenini kabullenmiş bir toplumu güvencelemektir.
“Kıdem tazminatı haramdır” diyen cübbeli Ahmet’le aynı karanlığın bekçiliğini yapmaktadırlar. Beslendikleri bu karanlıkta yoksullara gün doğmasın diye tüm güçleriyle çabalamaktadırlar. Son yerel seçim sonrası açığa çıktığı üzere, belediyeleri kendi saltanat mekânları haline getirenler, har vurup harman savuranlar, kendileri ve yandaşları için çalıp çırpanların işçi ve emekçilere verecekleri tek mesaj “Kaderinize razı olun” olacaktır.
Kendi ceplerine giren paranın haddi hesabı yokken, yedikleri yemekleri emekçiler telaffuz etmekte bile zorlanırken, kendileri şatafat içinde yaşarken, açlık sınırının altında yaşayanlara “Tasarruf yapın” demeleri tesadüf değildir. Servet ve sefalet arasında uçurumu o kadar büyütmüş bulunuyorlar ki, sefalete mahkûm ettiklerinin gösterecekleri reaksiyonları da göremeyecek kadar uzaktan bakıp konuşuyorlar. Hâlâ, dağıttıkları sadakayla yaşayan dilencilere seslenir gibi konuşuyorlar. Dün ağızlarından çıkan her sözle kitleleri sersemletmiş olmanın rahatlığıyla, bugün yaptıkları konuşmaların da aynı tesiri göstereceğini sanıyorlar.
Ancak aşağılandıklarının farkına varan yoksulların er ya da geç buna tepki göstereceği ortadadır. Kıdem tazminatının gaspını, zorunlu BES soygununu ve daha birçok hak ihlalini yaparken, bundan böyle daha da zorlanacaklardır. Milyonlar, gelecekleri için harekete geçtiklerinde, ne yaptıkları inanç sömürüsünün ne de yaratmak istedikleri şovenizmin etkisi olacaktır.