Yeter Gültekin: İnsanlık onuru için bu tarihi görevi üstlenmek zorundayız

Sivas Katliamı’nda eşi Hasret Gültekin’i kaybeden Yeter Gültekin, yıllardır devam eden adalet mücadelesi ve bu süreçte yaşadıklarına ilişkin soL’a açıklamalarda bulundu. Gültekin, ‘Unutmamak ve unutturmamak bizlerin hem çocuklarımıza karşı görevimiz hem de canlarıyla bedel ödemiş yitirdiklerimize karşı sorumluluğumuz anlayışıyla hareket ediyorum. Yaşamım boyunca da mücadelemi sürdüreceğim’ diyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 28 Aralık 2019
  • 12:29

Bundan 26 yıl önce, 2 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Abdal Anma Etkinlikleri için Sivas’a dönemin Kültür Bakanı tarafından davet edilen 33 sanatçı ve 2 otel görevlisi, cuma namazı çıkışı yürüyüşe geçen islamcı faşistlerin “Sivas laiklere mezar olacak”  ve “Yaşasın şeriat” sloganlarıyla Madımak Oteli’nde yakıldı. 15 bin katılımcının tespit edildiği ama sadece 150 sanığın yargılandığı Sivas Katliamı davası 13 Mart 2012’de zaman aşımından düşürüldüğünde, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan “Karar milletimiz için ülkemiz için hayırlı olsun” demişti.

Dava bu şekilde kapatılmak istenirken bazı faillerin yurtdışına kaçtıkları biliniyordu. Nitekim bir süre önce Almanya’da barınan Sivas Katliamı faillerinin yargılanması için Yeşiller Partisi’nden iki milletvekili Fadime Topaç ve Benedikt Lux Almanya Federal Başsavcılığına suç duyurusunda bulundular. Daha önce de Sivas Katliamı sanıkları ile ilgili Sol Parti’nin Federal Parlamentoda soru önergesiyle Sivas Katliamı tekrar gündeme gelmiş ve Almanya ve Türkiye basınında haberler yapılmıştı. 

Sivas Katliamı’nda katledilen 33 aydından biri olan Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin, yıllardır yargılama sürecinin gerçekleşmesine yönelik çabalarını sürdürüyor. Daha önce Maraş, Sivas ve Çorum katliamlarına tanıklık eden, Sivas Katliamı’nda eşini ve dostlarını yitiren, “acıları gelecek kuşaklara devretmek için değil, unutturmamak için mücadele veren” Yeter Gültekin’e yaşananları sorduk ve son gelişmelere yönelik değerlendirmelerini aldık. 

Ne zamandan beri Almanya’da yaşıyorsunuz?

Ailem 1970 yılından beri Almanya’da yaşamaktaydı. Diğer göçmenler gibi benim annem ve babam da 2 yıl sonra dönme planıyla henüz okula gidecek yaşta olmayan çocuklarını Almanya’ya birlikte götürmüş, okula başlayan beni Türkiye’de anneanne ve dedemin yanında bırakmıştı. Türkiye’ye dönüş hayalinin gerçekleşemeyeceğinin anlaşıldığı 1980 yılında tüm aile Almanya’da yaşamaya karar verdiğinde ben de Almanya’ya gittim. 

Hasret Gültekin ile nerede ve nasıl tanıştınız? 

1989’da Leonberg’de tanıştık. 1991’de evlendik.

‘Doktor izin vermediği için sivas’a gidememiştim’

Sivas Katliamı yaşandığında siz de Türkiye’de miydiniz? 

Aslında her yıl birlikte Türkiye’ye gidiyorduk. O yıl hamileydim. Hamileliğim riskli olduğu için doktor yolculuk yapmama izin vermemişti. Bu sebeple Hasret yalnız gitti. Ankara’da Musa Eroğlu ile buluşup birlikte Sivas’a geçtiler. Hasret 1993’te Sivas’a ikinci kez gidiyordu. Daha önce Mahzuni Şerif ile birlikte 1 Mayıs etkinliğine katılmıştı. 2 Temmuz 1993 Cuma günü Madımak Oteli’nde savunmasız 32 aydınımızla birlikte katledildi Hasret.

Almanya’da suç duyuruları

Son günlerde Sivas Katliamı Almanya’da basında tekrar yer almaya başladı. Bunun nedeni Yeşiller’den iki milletvekilinin başsavcılığa başvurusu. Sivas Katliamı faillerine dair federal mecliste ya da eyalet meclislerinde daha önce de soru önergeleri verilmiş miydi?

Evet. İlk soru önergesini eski Yeşiller federal milletvekili Mehmet Kılıç vermişti. Fakat bundan herhangi bir sonuç alınamadı. Sonrasında Sol Parti milletvekili Gökay Akbulut bir soru önergesi daha verdi. Ayrıca Hamburg’da yaşayan bir avukat da bireysel başvuru yapmış. Yıllar önce Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu tarafından kurumsal girişimlerde oldu. Fakat hiçbir sonuç alınamadı. 

İade talebi gerekçesi katliam değil, gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefet

Türkiye faillerin iade talebinde bulundu mu? Eğer bulunulduysa Almanya neden bu sanıkları iade etmedi? 

İadeyi talep gerekçesi ne biliyor musunuz: Gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefet, izinsiz gösteriye katılmak. Yani gayriciddi bir talep. Talep bu gerekçeyle olunca, Almanya iade etmiyor, edemiyor. Çünkü Almanya hukukuna göre bu gerekçe suç teşkil etmiyor ve hiç kimse bu nedenle iade edilmemiş. İnsanlığa karşı suç işlemiş bu canilerin gayriciddi iade talebi içler acısı, yıllardır bizim adalet arayışımız ve acılarımızla nasıl alay edildiğinin kanıtı. Davanın 2012’de zaman aşımından düşmesini topluma hayırlı uğurlu olmasını temenni eden bir düşüncenin, insanlığa karşı suç işlemiş bu katilleri yargılamak gibi bir çabasının olmadığının da kanıtı.

Failler kırmızı bültenle aranıyor mu? 

Tabii ki. Haklarında kırmızı bültenle arama kararı var. Hatta faillerden Vahid K., Polonya sınırında bir trafik kontrolünde ehliyetsiz ve kimliksiz olduğu için tutuluyor. Kırmızı bültenle arandığı tesadüfen tespit ediliyor, buna rağmen birkaç gün sonra serbest bırakılıyor. 

Vahid K. bu şekilde ortaya çıkınca Almanya’da bir şey yapıldı mı? 

Elbette. Berlin’de kitlesel bir miting düzenlendi ve Türk Büyükelçiliğine gidilerek Almanya’da yaşayan faillerle ilgili isim, adres ve Türkiye’deki duruşamlarda haklarında verilen hükümlerle ilgili bildirimde bulunuldu. 

Dinci gericilik hep sahnede 

Siz uzun yıllardır burada yaşıyorsunuz. Alman siyaseti bir taraftan Alevi toplumuna çeşitli haklar ve imkanlar sunarken diğer taraftan ise; bu topluma karşı insanlık suçu işleyen bir grubu adeta koruyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Geçmişte Kaplancılar ve başka birçok tarikat bugün Fethullah Gülen çetesi nasıl buralarda rahatça örgütlenme imkânı buluyorlar? Tabii Almanya buradan birkaç şeyi hedefliyor olabilir. Bunlardan biri, Türkiye’deki siyasete müdahale etme planı. Diğer taraftan bu islamcı gericiliğin yaygınlaşmasını sağlayarak uysal, rahat yönetilebilir bir Türkiyeli toplum yaratmak. Örneğin 1970’lerde babam gibi onbinlerce göçmen işçinin çalıştığı Ford’da büyük bir grev örgütlemiş ve grev sonrası işçiler önemli kazanımlar elde etmişler. Alman siyaseti bu durumu ortadan kaldırmak ve toplumlar arasındaki dayanışmayı yok etmek, yerli ve göçmenler arasındaki farklılıkları sorun haline getirerek ve her iki tarafta ırkçı ve dinci gericiliği körükleyerek siyasetin işlerini kolaylaştırmak istiyor. Minarelerin yükseldiği Kreuzberg’de, Alevilerin Kreuzberg’den Alman Adalet Bakanlığına yürümesine izin verilmiyor. Türkiye’de kendileri gibi inanmayan ve kendileri gibi düşünmeyenlere yaşam hakkı tanımayan ve muhalif gördüklerini tek tek siyasi cinayetlerde veya toplu olarak Sivas Katliamı’nda yok etmeye çalışan Türk-İslamcılar veya İslamcı-Türkler Avrupa’da evrensel insan haklarından yararlanarak örgütlenmekte, ırkçılık ve İslamcılık  yapmaktalar.

Bu süreçte Türkiye’de devlet yetkilileri sizinle hiç temas kurdular mı? 

Bir dönem açılımlar dönemiydi. Alevi çalıştayları organize ediliyordu. Toplumun yakından tanıdığı birtakım isimler kendi kendisini yetkili zanneden ve kanaat önderi ilan edenler, sanatçılar, malum çıkarlar peşinde koşan vakıf başkanları bu çalıştaylarda hükümetle temas halindeydiler. Hatta öyle durumlar oluyordu ki, Sivas Katliamı ile ilgili tek söz söyleyemecek kişiler, Sivas Katliamı ve Madımak Oteli hakkında önerilerde bulunuyorlardı. O dönem “Madımak yıkılsın, 37 gül ağacı dikilsin” diye Cem TV’de yayınlar yapılıyordu. Madımak Katliamı’nda yakınlarını yitiren aileler olarak bizler bu duruma karşı yazılı bir açıklama yayınladık. Bunun üzerine dönemin Devlet Bakanı Faruk Çelik bizlerle bir cuma günü lüks bir otelde öğlen yemeğinde görüşmek istediğini bildirdi. 

Sizin tutumunuz ne oldu? 

Görüşme talebini olumlu karşıladık. Yalnız buluşmanın bir cuma günü lüks bir otelde yemekli olması fikrini doğru bulmadığımızı belirttik ve Ankara’daki Pir Sultan Abdal Derneği Genel Merkezi’nde görüşmemizin daha doğru olacağını ilettik.  2010 yılındaki bu görüşme Ankara’da Pir Sultan Abdal Derneği Genel Merkezi’nde gerçekleşti. Bu görüşmede ailelerin ve Alevi kurumlarının ortak taleplerini yazılı olarak ilettik. 

1. Madımak Utanç Müzesi olsun,

2. Zorunlu din dersleri kaldırılsın,

3. Alevilerin ibadethanesi cemevleri resmi olarak tanınsın, 

4. Diyanet kapatılsın.

Onlarca yıldır sürdürülen toplumsal mücadelen sonra Madımak Oteli kamulaştırılmış olsa da otelin isminin ‘Bilim ve Kültür Merkezi’  yapılması ve içindeki anı köşesinde 2 katilin isminin katlettikleri insanların yanına yazılması AKP iktidarının bizim taleplerimize ne kadar uzak olduğunun belgesidir.

12 Eylül’ün sonucu

Daha önceki katliamlara tanıklık etmiş ve  Sivas Katliamı sürecini birebir yaşamış, etkisini derin şekilde hisseden bir insan olarak Türkiye’nin bugününü nasıl açıklıyorsunuz? 

1980 öncesi yaşadığımız katliamlar, faili meçhul siyasi cinayetlerle 12 Eylül cuntasının gerekçeleri oluşturuldu, temelleri atıldı, bugün yaşadıklarımız ise 12 Eylül 1980 darbecilerinin hedeflediği sonuçlardır. Darbe sonrası gelen tüm iktidarlar ve AKP bu darbenin ürünleridir. Katliamlarla barış ve özgürlükler mücadelesi, her anlamda toplumsal muhalefet ve dayanışma yok edilmek istendi. Türk-İslamcılık veya İslamcı-Türkçülük anlayışına göre ötekileştirilenlerin yaşamın her alanında var olabilmesi imkansız hale getirildi. Türkiye tarihi, katliamlar tarihidir ve ne yazık ki Sivas Katliamı’ndan bugüne sürmekte katliamlar...

12 Eylül askeri darbesinden sonra Almanya’da neler yaşadınız? 

İnsanlar burada da tedirgindiler. 12 Eylül darbesine karşı protesto eylemlerine katılım ilk yıllarda sınırlı sayıda oluyordu. Burada da darbeci anlayışla baskı mekanizmaları kurulmaya çalışıyordu. Konsoloslukların bodrum katlarında insanların günlerce hukuksuz bir şekilde tutulması yaygındı. Serbest bırakılmaları için konsolosluk önünde günlerce eylemler yapılıyordu. Yurtdışında da herkes  fişleniyordu ve bugünde fişlenme devam eden bir durum.

Almanya-Türkiye ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Emperyalistler, yani Almanya veya genel olarak Avrupa ve Amerika’daki egemenler bağımsız bir Türkiye ister mi? Almanya’nın siyasi çıkarları açısından bağımsız bir Türkiye işine gelir mi? Bu nedenle hem Avrupa hem Amerika açısından coğrafi konumu itibarıyla Türkiye bağımlı kalması ve kontrol altında tutulması gereken bir ülke. Bu durumu değiştirebilecek  her şeye karşı bu ülkeler tarafından önlem alınır. 

Dünümüzü, bugünümüzü, yarınımızı yitirdik

Tüm bu yaşadıklarınızın ardından sizin mücadele azminizi diri tutan nedir? 

İnsanlar bireysel olarak sevdiklerini ama toplum aydınlarını, düşünürlerini, gazetecilerini ve sanatçılarını kaybetti. Kültürel anlamda toplumsal olarak Nesimi Çimen’le, Muhlis Akarsu’yla dünümüzü, Hasret ve Asaf’la bugünümüzü ve hatta Serkan ve Koray’la yarınımızı yitirdik. Bireysel anlamda da yitirdiklerimiz kuşaklar boyu sürecek eksiklikler, ben eşimi kaybettim, oğlum babasını göremedi, torunlarım dedelerini göremeyecekler. Hukuk sürecinde yaşanan bu adaletsizliklere karşı sessiz kalınmaz, aileler ve alevi kurumları gibi katliama maruz kalan diğer ötekileştirilenler yalnız bırakılamaz, sessiz kalınırsa tekrar katliamlar yapılacağı, yeni katliamcıların cesaretlendirildiği geçmişteki tecrübelerle belgeli. Bu acılar ve adaletsizlikler unutulmamalı ve katliamlarla yüzleşilmeli ki tekrar yaşanmasın böyle toplumsal acılar ve toplumsal travmalar. Unutmamak ve unutturmamak bizlerin hem çocuklarımıza karşı görevimiz hem de canlarıyla bedel ödemiş yitirdiklerimize karşı sorumluluğumuz anlayışıyla hareket ediyorum. Yaşamım boyunca da mücadelemi sürdüreceğim. Bu anlayışla toplumsal olarak da bu sorumlulukla herkese eşit yurttaşlık, insan hakları ve adalet mücadelesi tüm sivil toplum kurumları tarafından hep birlikte savunulmalı. 

Ulaş Ballıkaya, Hasan Özata - soL / 27.12.19