Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK) tarafından “Cumhuriyetin 100. yılında Çalışma Hayatı” temasıyla Çırağan Sarayı’nda düzenlenen konferansa katıldı. Bakan, konferansın açılış konuşmasında “sosyal devlet” üzerine çeşitli vurgular ve sahte güzellemeler yaptı. Bunlar arasında en çarpıcı olanı, “yaşlı nüfusun istihdamda yer almasını sağlayacak düzenlemelere ihtiyaç var” vurgusuydu.
Vedat Işıkhan konuşmasının geri kalanında sosyal devlet üzerine bir dizi vurgu yapıyor. Kadınlara ve gençlere yönelik sosyal politikaların hayata geçirilmesi, yaşlılık ve genel sağlık sigortası, istihdamı artırmaya yönelik adımlar vb. konu başlıkları ile önümüzdeki sürece dair “olumlu bir hat izlediklerini” iddia etti. Ayrıca asgari ücret işveren desteğini 500 TL’den 700’e çıkardıklarını söyledi ve “Her zaman işçi ve işverenin yanında oldukları” safsatasını yeniledi.
Bütün bu açıklamalar sermaye iktidarı ve onun vurucu gücü olan AKP-MHP rejiminin meseleye bakışını bir kez daha net bir şekilde göstermiş oldu. Rejimin başı Tayyip Erdoğan’ın asgari ücret, işsizlik, gençlerin istihdamı, kadınların istihdamı, işçi fonları vb. konularda şimdiye kadar söylediği bir yığın boş laf orta yerde duruyor. Asgari ücret konusunda yaptığı son yorum, “işvereni üzmeyecek, istihdama zarar vermeyecek” şeklinde olmuştu. Keza ona göre işsizliğin en büyük sebebi “kadınların çalışması ve gençlerin iş beğenmemesi”ydi.
Gerici-faşist rejimin bugüne kadar ortaya koyduğu pratik, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçileri yoksulluk ve sefalete itmek oldu. Ekonomik ve sosyal krizin faturası kabarırken tüm yükü işçi-emekçilerin sırtına yıkmak isteyen sermaye düzeni bir taraftan ücretleri düşürüyor, yeni vergi kalemleri oluşturuyor öte yandan ise kapitalistlere vergi indirimleri ve özel teşviklerle yeni kar ve rant alanları açıyor.
Özellikle çıraklık ve stajyer adı altında lise ve üniversite öğrencileri ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Fabrikalarda, atölyelerde ve çeşitli işletmelerde stajyer olarak çalışan lise ve üniversite öğrencilerine ödenen ücret, asgari ücret zammının ardından “5 bin 10 lira” olarak belirlendi. Bu ise açlık sınırının yaklaşık üçte birine, yani net asgari ücretin %30’una denk düşmektedir. Bu çalışma koşullarında sömürü azami ama ücretler asgari bile olmanın çok uzağında kalıyor.
Keza iktidar, Suriyeli ve Afganistanlı göçmenlerin asgari ücretin dahi altında kalan bir ücretle sigortasız bir şekilde çalıştırılmasına da göz yumuyor. Kapitalistler için muazzam bir kar ve rant kaynağı oluşturan göçmen işçiler, bu sömürücü asalaklar için “bulunmaz birer nimet” olarak görülmektedir. Öte yandan, kaçak çalıştırılan işçiler haksızlığa uğradıklarında hiçbir hak talep edemiyor, çünkü vahşi sömürünün kol gezdiği koşullarda çalıştırılıyor.
Sarayın görevlisi Işıkhan’ın “yaşlı nüfusun istihdamda yer almasını sağlayacak düzenlemelere ihtiyaç var” demesi, ucuz iş gücüne yapılan bir vurgudur. Yoksa yaşlılar üzerinden yapılan “sosyal devlet” vb. vurgular kaba bir sahtekarlıktan öte bir anlam taşımıyor. Rejim yüksek enflasyon ve hayat pahalılığının giderek yaşamı çekilmez hale getirdiği, asgari ücretin genelde açlık sınırı altında tutulduğu, krizin her şekliyle giderek ağırlaştığı bir dönemde, faturayı geniş emekçi yığınların sırtına yıkmak için yaşlıları ve emeklileri ucuz iş gücü olarak kullanmak da istiyor. Gözünü kar hırsı bürümüş bu asalakların, temel öncelikleri her zaman sömürüyü daha da derinleştirmektir.
Milyonların emeği ile üretilen serveti pervasızca yağmalayan bu sömürücü asalaklara karşı mücadele etmenin yolu her alanda örgütlenmekten geçiyor. Yıllar boyu çalışıp emekli olunca sefalete itilen yaşlıların, alın teri ile çalışarak bütün zenginlikleri yaratan fakat bu zenginlikten sadece açlık sınırında ücret alabilen işçi ve emekçilerin, geleceği ellerinden alınarak ucuz iş gücü olarak okullarından fabrikalara sürülen gençlerin, güvencesiz ve ağır koşullarda vahşice sömürüye tabi tutulan göçmen işçilerin ortak mücadelesi bu vahşi sömürü zincirini parçalayacaktır. Emekçiler için bundan başka yol da reçete de yoktur.
K. Torlak