Felaketler çağı kapitalizmin diğer adı. Güçlünün güçsüzü ezdiği, kuralsızlığın hâkim olduğu orman kanunları geçerli kapitalizmde. Deprem, çığ, sel, intiharlar, kadın cinayetleri, savaş ve virüs… Bunlar 2020 senesinin başından bu yana artarak devam eden felaketlerin adı. Bu felaketlere koronavirüs salgını eklendi. Dünya Sağlık Örgütü koronavirüs salgınını pandemi ilan etti. Pandemi, “dünya çapında veya bir kıtanın tamamı gibi çok geniş bir alanda meydana gelen, uluslararası sınırları aşan ve genellikle çok sayıda insanı etkileyen bir salgın” anlamını taşıyor.
Dünya tarihi içerisinde yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan salgınlar yaşandı. Sadece iki yıl aralığında tifüsten 1 milyon 600 bin kişinin öldüğü, kıtlık ve bulaşıcı hastalık sonucunda ölenlerin sayısının ise 15 milyonun üzerinde olduğu söyleniyor. Cüzzam, sarı humma, kolera, veba, İspanyol gribi, tifüs vb… Klasiklerden modern edebiyata romanların ve öykülerin birinci derecede kahramanı oldu salgınlar. Giovanni Boccaccio, dünya edebiyatının ilk hikayecisi olarak bilinir, en fazla tanınan eseri Decameron’da 1348 yılında vebadan kaçmaya çalışan on gencin hikayesini anlatır. Saramago “Körlük”de, Gabirel Garcia Marquez “Kolera Günlerinde Aşk”da, Edgar Allen Poe “Kızıl Ölümün Maskesi”nde, Camus “Veba”da, salgınları, insanları, değişmekte olan toplumsal yapıyı resmederler.
Bu salgınların içerisinde veba ve İspanyol gribi en ölümcül salgınlardan biridir. Bazı salgınlar çıktıkları dönemlerle ilgili olarak sosyal, ekonomik ve siyasal başka sonuçlarla birlikte anılmaktadır.
Ortaçağ’da “kara ölüm”
Kara ölüm, vebanın adıdır. Açılan yaralar siyaha döndüğü için almıştır bu adı. Avrupa nüfusunun üçte birinin yok olmasına neden olduğu söylenir. Yine Çin’den yayıldığı iddia edilir. 1340’larda yayılan veba üç yıl içinde İspanya’dan Rusya’ya, Romanya’ya tüm Avrupa’ya yayılır. Tam bir kaos hakimdir. Kilise duruma bir açıklama getiremez, vebaya Hristiyanlık’tan sapmış yaşam tarzının sonucu yaşananlar olarak bakar. İnsanlar ölüme şifalı bitkiler, taşlar, dualar, şarkılar ile karşı gelmeye çalışırlar. Kiliselerde çanlar çalar, kent merkezlerinde top atışları yapılır. Vebaya neden olduğu düşünüldüğü için Yahudiler hedef olarak gösterilir, doktorlar öldürülür, kedi ve köpekler topluca katledilir. Kedi ve köpeklerin öldürülmesi vebanın taşıyıcısı olan fareleri çoğaltır. Karantina o günlerde uygulanır ilk olarak. Kilisenin yetersiz kalması nedeniyle kara ölüm sonrasında halkın kiliseye güvenini azaltır. Ancak garip dinsel seremonilerin doğmasına yol açar.
İspanya’da, Fransa’da, İngiltere’de köylü ayaklanmaları ile Ortaçağ’da sarsıntı yaratan “kara ölüm” daha sonra yerini tifo, tifüs, kolera vb.’ne bırakmıştır. Güncel olarak yaşamakta olduğumuz koronavirüs salgını da yeni sarsıntılara gebe görünmektedir.
Peki Ortaçağ lordlarına sarsıntı geçirten gerçekten bir salgın mıydı? 14. yüzyılın ortalarında bir yanda şatafat diğer yanda yoksulluk vardı. Şatafat içindeki kesim savaş ve gösteriş ile sanayi ve ticarete yatırım yapma arasında kaldı. Orta çağ ekonomisi işlemez duruma gelmişti. 1348’de veba salgını yayıldığında, yoksulluk ve açlık kol geziyordu. Hepsi yan yana geldiğinde, insanların ölmesi ve yoksullaşma hem beylerin kazançlarını hem de köylülerin yaşamlarını tehlikeye sokuyordu. Yaşanan kriz mücadeleler doğurdu. 1358’de Fransa Paris’te köylü isyanları başladı. İtalya’da insanlar toprak sahiplerine, tüccarlara, piskoposlara karşı ayaklandı. Floransa’da yün işinde çalışan zanaatkârlar ayaklanarak yönetenleri kovdular ve şehri iki ay yönettiler.
Aslında bir geçiş döneminin sarsıntılarını ifade ediyor bu süreçler. Eskinin, yıkılmaya yüz tutanın çatırdadığı, yeninin ise kuluçka evresinde olduğunu…
Vebanın 50 bin yıllık, cüzzamın 100 bin yıllık ve veremin 3 milyon yıllık bir geçmişi olduğu söyleniyor. Dünyamıza ise daha kısa sürelerde ömür biçiliyor. Neyse ki insanlık, çözebileceği sorunları koyuyor önüne… “Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm”*
* Stronsiyum 90 / Nazım Hikmet Ran