AKP-Erdoğan rejimi, emperyalistlerle işbirliği içinde gerici çeteleri besleyerek Suriye’den pay kapma hedefiyle savaş ve saldırganlığı tırmandırıyor. İdlib’de yaşananlar bunun en güncel örneği oldu. Öte yandan, kirli savaşı meşrulaştırmak için kullandıkları milliyetçi-şoven söylemlerin ve “terör” demagojisinin gelinen aşamada işçi-emekçiler nezdinde bir karşılık yaratmadığı da açık. Zira, AKP iktidarının tüm çabasına rağmen emperyalist güçlerle yaptığı kirli pazarlıklar savaş gerçeğini daha da açığa vurmaktadır.
Bugün gerici-cihatçı çetelerin biricik destekçisinin AKP iktidarı olduğu herkesin malumudur. 36 askerin ölümünden sorumlu olanın da. Kirli emelleri için göçmenleri Avrupa kapılarına göndermeleri, milyonlarca insanı göç yollarında açlığa, sefalete ve ölüme mahkûm etmeleri Erdoğan AKP’sinin maskesini tamamen düşürmüştür.
Bütün bu tablo içerisinde savaş ve saldırganlık politikalarının yükünün işçi ve emekçilerin sırtına yıkılması daha da uyarıcı olmakta, gerçeklerin görülmesini kolaylaştırmaktadır.
Erdoğan’ın İdlib harekatına karşı çıkanları hedef göstermesine, baskı ve tehditlere, gözaltı ve tutuklamalara karşın Metropoll araştırma şirketinin yaptığı bir ankette operasyona destek verenlerin oranı yüzde 30’da kaldı. Ankete katılanların %48’i ise İdlib’e müdahaleye karşı çıktı. Bu oranların insanların düşüncelerini söylemekten çekindiği baskı koşullarında ortaya çıktığını da unutmamak gerekir.
Savaş ve saldırganlık politikalarına bu kadar tepki varken, AKP-Erdoğan iktidarının kitlelerin desteğini yitirmeye başladığı bir dönemde halen işçi-emekçilerin suskun olmasının temel nedeni iktidarın baskı politikalarıdır. Ancak suskunluğun hiçbir şeyi değiştirmediği açık bir gerçektir. Suskunluk, işçi sınıfı için yıkımın derinleşmesi anlamına gelmektedir. Daha da önemlisi, suskunluk insanlığımızı kaybetmek, insanların acılarına sırtımızı dönmek ve yozlaşmak anlamına gelmektedir.
İnsan olmanın gereği olarak suskunluğumuzu bozmamız gerekmektedir. Bunun kendisi sesimizi daha güçlü haykırmak, sokağa çıkmak, eyleme geçmek anlamına gelmektedir. Tarihi, susarak bekleyenler ve boyun eğenler değil ayağa kalkanlar yazmaktadır.
1 Mart 2003 Irak Tezkeresi’ne karşı sokağa çıkan onbinler, ABD saflarında Irak’a asker gönderilmesine tepkilerini ortaya koymuş, tezkerenin meclisten geçmesini engellemişti. Bugün de yapılması gereken savaş ve saldırganlık politikalarına karşı sokağa çıkmaktır.
AB ülkelerinin göçmen politikasına karşı geçtiğimiz hafta Basel’de sol ve anti-faşist güçler, Türk ve Yunan devletlerinin göçmenlere yönelik saldırılarını protesto etti. Hamburg, Berlin ve Atina gibi birçok kentte göçmenlerle dayanışma eylemleri gerçekleştirildi. Atina’da “Birlikte yaşayabiliriz. Sömürü, savaş, milliyetçilik ve ırkçılığa karşı birlikte savaşabiliriz” şiarıyla faşizme karşı mücadelenin yükseltilmesi gerektiğine vurgular yapıldı.
Başta Suriye halkları olmak üzere, Ortadoğu halkları için yıkım anlamına gelen bu kirli savaşı durdurmanın, emperyalist hesapları bozmanın başka çaresi yoktur. Emperyalizm dünyayı yıkıma götürürken, AKP-Erdoğan iktidarı da bu yıkımı elini uzattığı her alanda derinleştirmektedir. Tüm bu nedenlerle Rosa Luxemburg’un “Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!” çağrısı güncelliğini hala daha korumaktadır.
R. U. Kurşun