Meclis komisyonunda 2019 yılı bütçesi konuşulurken, “sosyal yardımlar”a ilişkin veriler ile bu yardımların yıllar içerisinde nasıl arttığı ortaya konuldu. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bütçesindeki sürekli artış, gerçekte ülkede yoksulluk ve sefaletin giderek arttığını ortaya koyuyor. AKP şefleri ise sosyal yardımlardaki bu artışı, “insani gelişmede çağ atladık” sözleriyle övünme konusu yapıyor.
Gıda, barınma, eğitim, sağlık, emekli ve yaşlılara yardım vb. sosyal yardımlar, buna muhtaç insanlara çok sınırlı ve geçici bir katkı sunmaktadır. İnsanların sosyal yardımlar ile hayatını idame ettirmek zorunda kalması ayrı bir mesele. Sermaye düzeninde emekçiler çaresizliğe itildikten sonra, bu yardımları politik malzeme olarak kullanılmaktadır. Düzen partileri seçim dönemlerinde sosyal yardımları arttırmak konusunda yarış yaparlarken, artan yoksulluğun nedenlerini ise dile getirmemektedirler.
Che Guevara’nın çarpıcı bir sözü vardır: “Aç insanların karnını doyurduğum zaman bana kahraman diyorlar. Bunların neden aç olduğunu sorduğumda ise bana komünist diyorlar.”
Açlık ve yoksulluğun temel nedeni özel mülkiyet düzenidir. Sınıfsal eşitsizliklerin sonucu olan yoksulluk, kapitalizmde zenginliklerin büyümesiyle birlikte daha geniş kesimleri içine almaktadır. Bugün “çalışan yoksul” kavramı artık çoğunluğu ifade etmektedir. Sosyal yardımlar kapitalizmin kendini korumak amaçlı oluşturduğu bir mekanizmadır. İlk örnekleri 16. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’de “yoksul yasaları” olarak görülmüştür.
AKP, Türkiye’de çağ atladık demektedir. Oysa Avrupa ülkelerinde bu sosyal yardımlar çok daha gelişkindir. Buna rağmen Almanya, Fransa gibi kapitalist metropollerde milyonlarca yoksul vardır.
Türkiye’de sosyal yardım desteği özellikle ‘80’li yıllarla birlikte artış göstermiştir. Türkiye kapitalizminin süreklileşen krizi, neo-liberal saldırı politikalarıyla faturanın emekçilere yüklenmesi işsizliği ve yoksulluğu derinleştirmiştir. Özelleştirmeler, sömürü koşullarının ağırlaştırılması, ücret ve maaşların düşürülmesi, kamusal alanlarda istihdamın azaltılması, eğitim, sağlık vb. hizmetlerin paralı hale getirilmesi vb. “çalışan yoksul”ların sayısını arttırmıştır. AKP iktidarı döneminde ise bu yoksullaşma çok daha geniş kesimleri içine almıştır. İşçi ve emekçilerin örgütsüzleştirilmesiyle, baskı ve terörle el ele giden bir süreçtir bu. Emekçiler mücadele yolunu tutamadıkları için de yoksullaşmışlar, yardımlara muhtaç hale gelmişlerdir.
Yapılan yardımların önemli bir bölümü göstermeliktir. Ama günümüz koşullarında, iktidardaki partinin dağıttığı makarna, günlük süt ya da ekmek türünden “sadaka” düzeyinde yardımlar dahi emekçiler için önemli hale gelmiş bulunmaktadır.
Dünyada zenginlik, üretim araçlarının gelişmesi sayesinde insanlık tarihi boyunca ulaşmadığı boyutlara ulaşmıştır. Artan bu zenginliğe rağmen açlık ve yoksulluk her geçen gün büyümektedir. Servet ile sefalet arasındaki uçurum alabildiğine derinleşmektedir.
Üretilen zenginliğin paylaşımında düğümlenen bu sorunun çözümü kapitalist düzen altında mümkün değildir. Bizdeki sadaka düzeyindeki sosyal yardımlar bir yana, bazı Avrupa ülkelerinde hâlâ var olan daha ileri sosyal kurumlaşmalarla da bu soruna gerçek ve kalıcı bir çözüm sunulamaz.
Victor Hugo, “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk” sözleriyle, sorunu çok özlü bir biçimde ifade etmiştir.
Sermayeye ve bugünkü temsilcisi AKP iktidarına karşı “sınıfa karşı sınıf” bakış açısıyla yükseltilecek mücadelelerle ancak yoksullaşma sürecinin önü kesilebilir, yoksullaşmayı derinleştirecek saldırı politikaları püskürtülebilir. Yoksulluğun tümüyle ortadan kaldırılması ise, üretim araçlarının mülkiyetini tekelinde bulunduran sermaye sınıfının iktidarına son verilmesiyle mümkündür.