Kapitalist sistemin bunalımları sonucunda yaşanan ekonomik krizler, işçi sınıfına ve emekçilere her defasında ağır faturalar yüklüyor. Sistemin işleyişinin temelinde, bir türlü doymak bilmeyen açgözlü sermaye sınıfının bencil sınıf çıkarları bulunmaktadır. Bu yüzden, pandemi ve deprem gibi felaketler olduğunda, işçi ve emekçilere yüklenen fatura katlanarak büyüyor. Hatırlarsak; pandemide işçiler, ölüm ile açlık arasında tercihe zorlandı ve birçok hak kaybına uğradı. Rejimin yaşadığı son siyasal kriz birlikte ekonomik krizin kırılgan fay hatlarında yarılmalar büyüyerek devam ediyor. Bu kez de işçi sınıfı ve emekçiler, yükselişe geçen enflasyon altında eziliyor. İşçi ve emekçilerin büyük bir bölümünün aldığı ücret, yoksulluk sınırının altında ve işçi sınıfının ortalama ücreti açlık sınırındadır.
Türkiye şimdi de 6 Şubat’ta yaşanan Maraş merkezli depremin ortaya çıkarttığı insanlık dramının çok yönlü sorunlarıyla boğuşuyor. AKP-Erdoğan, 20 yıldır sermaye iktidarının değişmez aktörüdür. Uzun yıllardır sermaye devletini tek başına yönetmesinden dolayı, çürümüşlük ve yozlaşma devletin tüm hücrelerine kadar yayılmıştır. Deprem ve sonrasında yaşananlar bunu en açık şekilde göstermeye devam ediyor. İnsanlar enkazın altında canlı canlı ölüme terk edilirken, ölüm kokan şehirlerde enkaz çalışmasına hız verildi. Temel kaygı insanların hayatları yerine bölgenin tekrardan ranta-talana açılmasıdır. Sermaye devletinin güvenliği-bekası için OHAL ilan edildi. Kızılay elindeki çadırları bölgeye göndermek yerine satışa çıkardı. Toplumun sinirlerini harap eden birçok pratik hayata geçirildi/geçirilmeye devam ediliyor. Tüm bunlar toplumda öfke ve tepkiyi büyütüyor. Her türlü yasak ve baskıya rağmen biriken öfke bir şekilde yolunu buluyor. Kitleler “Hükümet istifa!” sloganıyla tepki ve öfkesini dile getirmeye devam ediyor.
Maraş depreminin ardından yaklaşık bir ay geçti. Depremzedelerin halen barınma, sağlık, su ve gıda gibi temel ihtiyaçları giderilmiyor. Bu nedenle gün geçtikçe sorunlar büyümeye ve farklı boyutlarda ortaya çıkmaya devam ediyor. Bu sorunların yanı sıra bölgedeki binlerce işçinin çalışma hayatı da birçok tehlikeyle yüz yüze. Deprem bölgesini terk eden işçiler haklarını çalıştıkları işyerlerinden alamadı. Bazılarının işyerleri depremde yerle bir oldu ve ortada çalışabilecek bir işyeri kalmadı. Bazıları da hasarlı işyerlerinde canları pahasına çalıştırılmaya zorlanıyor.
Türkiye’deki toplam 353 OSB’nin 51’i deprem bölgesinde yer alıyor. Bölgede üretime faal olarak devam eden 35 OSB vardı. Bu 35 OSB’nin depremden sonra 12’sinde üretim tamamen durdu. 10 OSB’de ise ağır hasar var.
Bölgede sermaye sınıfı, depremin ilk haftasından itibaren üretime tekrar başlamak için işçilerin ne halde olduğunu umursamadan, işbaşı yapmaya çağırdı. Depremin büyük artçıları devam ederken, hasarlı binalarda işçiler çalışmaya zorlandı. Sömürücü asalakların, üretim olsun ve kârlarımız artarak devam etsin bakışı, bölgedeki işçilerin hayatlarının ne kadar değersiz hale getirildiğinin bir göstergesidir. Şimdi de hasarlı ve yıkılan fabrikaların zararını tespit ettirerek devletten yüklü miktarda teşvik istiyorlar. Ayrıca onlar için sadece işgücü anlamına gelen işçi olmazsa olmazdır. Bu nedenle bölgeyi terk eden insanlar için hayıflanıyorlar. Kendi sefil çıkarları için bölgenin yeniden kalkınmasını ve bölgede hayatın normal akışına geri dönmesini talep ediyorlar.
Çağrılarına diğer sermaye örgütlerinden de destekler gelmeye devam ediyor. Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, geçtiğimiz günlerde sarf ettiği sözleriyle konu kendi sefil çıkarları olunca nasıl birlik olduğunu gösterdi. Kocaeli’nde bulunan sermayedarlara seslenen Zeytinoğlu, “Çalışan nüfusu buraya getirmememiz lazım. Sizlerden ricam deprem bölgesinden gelenleri işe almayın” diyebildi. Depremin vurduğu 11 ilin ülke ekonomisine katkısı yaklaşık yüzde 20 olduğunu söyleyen Kocaeli Sanayi Odası Başkanı, aslında demek istiyor ki “bölgeyi terk etmek zorunda kalan işçilerin rahat yüzü görmelerine izin vermeyin ve geldikleri yerde açlığa terk edin”. Böylece deprem bölgesine geri dönsünler ve daha ağır sömürü çarkları altında ezilsinler.
Her an yıkılmaya hazır fabrikalarda, işçilerin yaşamları tehdit altında olması dışında bir de düşük ücret dayatmaları, işsizlik ve hak kayıpları gibi sorunlar deprem bölgesinde yaşanmaktadır. Kapitalistler “mağduriyetlerini” öne sürerek yeni hak kayıplarının önünün açılmasının fırsatını yakaladı. Ayrıca sermayedarlar, fabrikalarda ortaya çıkan zaiyatı ve üretimdeki aksamaları öne sürerek, binlerce işçinin kıdem, ihbar, ikramiye gibi hakların üzerine çökmeye başladılar bile. Ayrıca deprem nedeniyle mazereti olan işçilerin işe gitmedikleri koşullarda işlerine son vermekte hiçbir beis görmüyorlar.
Deprem ve sonrasında yaşananlar bir kez daha gösterdi ki kapitalist sömürü sisteminde işçilerin metadan ibaret olduğu ve onun dışında hiçbir değerinin olmadığıdır. Kapitalist ekonomiye hiçbir koşulda zarar gelmemesi için devletin bütün kurumları sermaye sınıfının istemleri doğrultusunda adımlar atıyor. Buna karşı işçi sınıfı yaşam hakları için sermaye sınıfına karşı mücadele etmelidir. Deprem bölgesindeki işçilerin hakları ve taleplerine tüm işçi sınıfı sahip çıkmalıdır. Depremzede işçilerin haklarının gasp edilmesine izin vermemek ve bölgede yaşanan vahşi sömürünün önüne geçmek için işçi sınıfı omuzlarına düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.