Merkez Bankası’nın aldığı faiz indirimi kararının ardından TL’nin dolar ile avro karşısında değer kaybı rekor düzeye ulaştı. “Düşük faizle yüksek ekonomik büyüme” adı altında saray etrafındaki sermayedar takımına servet transfer eden para politikalarının ilk yansımaları dizginlenemeyen zamlar furyası oldu. Başta doğalgaz, elektrik olmak üzere ilaçtan akaryakıta kadar pek çok temel ihtiyaç maddesinin zamlanması işçi-emekçilerin satın alma gücünü daha da düşürdü.
İşçi ve emekçileri yoksullaştıran döviz kurundaki yükseliş Kamu Özel İş Birliği (KÖİ) projelerinde müteahhitlere yapılacak araç geçiş garanti ödemelerini ise şişirdi. Boş kalan köprü ve otoyollara verilen araç geçiş ya da gelir garantileri, “yerli/milli” yandaş şirketlere döviz kuru üzerinden hesaplanıyor. Karayollarının yap-işlet-devret modeliyle verdiği garantilerin kalan tutarı, kur artışı nedeniyle 179 milyar 635 TL’den 226 milyar 495 milyon TL’ye yükseldi. Yapılan hesaplamalara göre, sadece son 10 ayda gerçekleşen kur artışı nedeniyle garanti ödemeleri tam 46 milyar 860 milyon 136 bin 390 TL artmıştır. Bu devasa artış sadece karayolları için verilen garantilerde gerçekleşti. havaalanları, şehir hastaneleri gibi kurumlar için verilen garantiler eklenince fark çok daha büyüyor.
Kamu borçları içerisinde gösterilmeyen “çılgın” projelerin tüm giderleri ve bahşedilen garantiler emekçilerden toplanan vergilerden sağlanıyor. Mafyatik AKP-MHP iktidarı sermayeye vergi indirimleri, vergi afları gibi yöntemlerle ek avantajlar sağlarken, bu yağmanın faturasını işçi-emekçilerin sırtına yıkıyor. Garanti ödemeleri borcu katlanırken zararı vergi olarak fatura ediliyor. Başka bir ifadeyle dolar, avro her yükseldiğinde halkın parasıyla finanse edilen hazinenin borç yükü artıyor, garantili projelerin müteahhitleri ve hazineye borç veren sermaye çevreleri zenginleşiyor. Kısacası, dövizdeki yükselişin yarattığı ve yaratacağı olumsuzluklar ile kâr garantisi verilen firmalar kârlarına kar katarken faturası yine emekçilerden tahsil ediliyor.
Aileleriyle birlikte on milyonlarca işçiyi açlık sınırı altında bir ücretle çalışmaya mahkûm eden AKP-MHP rejimi, halen yandaş sermaye tekellerine emekçilerin ürettiği toplumsal servetten devasa kaynaklar aktarıyor. Sermayeye hizmette kusur etmeyen AKP-MHP iktidarı bir dizi uygulama ile hem kamu kaynakları ve kurumlarını yağmalıyor hem de halkı sürekli yoksullaştırıyor. 2002’den bu yana neoliberal politikaların uygulayıcısı olan sermaye iktidarı, özelleştirme politikasını pervasızca uygulayarak geride kalan ne kadar kamu kurumu varsa hemen hepsini sermayeye peşkeş çekti. Satacak bir şey kalmadığında ise devlet destekli uçuk projeler dönemini başlattı. Kimsenin geçmeyeceği köprüler-otoyollar, havaalanları inşa etti, “mega”, “dev”, “çılgın” projeler yaptı. Eşi görülmemiş bu talan projeleri kullanılarak düzenli bir şekilde kapitalistlere servet transfer edilmektir.
Kendini “yerli/milli” diye pazarlayan AKP-MHP rejiminin, milyonları sefalete mahkum ederken şirketlere dolar/avro cinsinden garanti ödemelerine devam etmesi, bu dinci-ırkçı rejimin süzme sermaye hizmetkarı olduğunu kanıtlıyor. Bu kokuşmuş mafyatik rejimin pervasızlığı, karşısında örgütlü bir sınıf hareketinin olmamasından kaynaklanıyor. İşçi sınıfıyla emekçiler bu yozlaşmış rejime karşı direnişi yükseltene kadar, talan çarkı dönmeye devam edecektir.