Saray rejimi zorbalık ve baskıda sınır tanımıyor!

Bu atmosferde dinci-faşist iktidarın şefi muhalif belediyelerin yaptıkları her işe karşı adeta savaş açtı. Bu savaşın bir nedeni saray iktidarının şovdan ibaret kalan virüse karşı sözde mücadelesinin hiçbir şey ifade etmediğinin açığa çıkmasıdır. Burjuva sınırlarda bir alternatifin ortaya konması dahi saray rejiminin korkulu rüyası oluyor. Aykırı seslerin kesilmesinin, gazetecilerin yargı ve tutuklama tehdidiyle kuşatılmasının, sosyal medyanın abluka altına alınmasının nedeni budur.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 06 Mayıs 2020
  • 11:06

Tekelci burjuvazinin temsilcisi AKP, 18 yıllık iktidarının en çetin döneminden geçiyor. Güç kaybettikçe pervasızlaşıyor. Kutuplaştırma, ötekileştirme, yalan ve aldatmaca siyasetine yaslanan bu iktidar, temel aldığı kirli yönetim politikasıyla kitleleri kontrol altında tutmaya çalışıyor. Özellikle kitlelerin yıkıcı gücünü iliklerine kadar hissettiği Haziran Direnişi sonrasında, devlet terörüyle birlikte bu yöntemlere daha bir sıkı sarıldı. Çünkü AKP-MHP koalisyonu dinsel gericilik ve şoven-milliyetçilikle uyuşturduğu işçi-emekçi taban üzerindeki gücünü büyük ölçüde yitirmiş durumda. Dolayısıyla düzen muhalefetine karşı benimsediği “cadı avı”na dayalı siyaset tarzı da yer yer kara mizaha bürünüyor. Bu da dinci-faşist koalisyonun tüm meşruiyetini yitirmesinden kaynaklanıyor.

 AKP bu siyasetinde ortağı MHP ile birlikte dinci-faşist saldırganlıkta sınır tanımayarak yer yer burjuva düzenin dengelerini sarsan bir çizgi izliyor. Toplumsal hafızayı zorlayan, gerçekleri tersyüz eden söylemlerini ısrarla sürdürüyor. Bu söylemlerin yalan olduğunu cümle-alem bilse de din istismarcısı sermaye uşakları için bunun hiçbir önemi yok. Feyizlerini, Hitler faşizminin propaganda bakanı Gobels’in gerçekleri çarpıtarak kitleleri yönetme taktiklerinden alıyorlar.

Onlar için önemli olan, kitlelere dayattıkları yalanların deşifre olup olmaması değil, yalanın ne kadar süre piyasada tutulacağıdır. Bu rezil yöntemle örgütsüz, dağınık işçi ve emekçi kitlelere yalanı yutturabileceklerini sanıyorlar. Yalanları yutanlar azaldığı için, faşist baskı atmosferi içinde fiziki ve psikolojik şiddet aygıtlarını seferber ediyorlar. Her koşulda emekçilere, muhaliflere saldırıyorlar. Bu furyada sadece polisi, jandarmayı değil Diyanet’i, saray beslemesi medyayı, maaşlı trolleri, yetmeyince dinci-faşist iktidarın tetikçilerini de kullanıyorlar.

***

Öte yandan, sermaye düzeninin yapısal sorunlarının ürünü olan rejim krizinin yarattığı iç hesaplaşmalar da devam ediyor. Ancak algı operasyonlarını kesintisiz sürdüren dinci-faşist iktidarın asıl korkusu, devrimci bir sınıf ve kitle hareketinin yükselmesidir. Perinçek destekli AKP-MHP iktidarının son yıllarda burjuva muhalefet odaklarına bile savaş açmasının arkasında yatan neden de budur. Dinci-faşist iktidarın sarayın karanlık dehlizlerinde oluşturduğu propagandanın dili, emekçi kitleleri etnik-dinsel-mezhepsel temelde parçalamayı da hedefliyor.

Virüs hem dünyada hem Türkiye’de kapitalist düzeninin tükendiğini, işçi ve emekçilere yıkımdan başka bir şey veremeyeceğini kanıtladı. Türkiye kapitalizmi çok yönlü krizin pençesinde boğuşurken salgın sırasında uygulanan sömürü ve yıkım politikalarının olası bir kitle muhalefetini tetiklemesinden korkan rejim, politikalarını aldatmaca üzerine kuruyor. Salgın sürecinde toplum sağlığını umursamıyor, işçi ve emekçilerin hayati ihtiyaçlarını görmezden geliyor. Milyonlarca emekçinin acil talebi işten çıkarmanın yasaklanması ve ücretli izni iken, onlar ücretsiz izni yasalaştırarak emekçilerle dalga geçiyor.

İşçilerin, iş cinayetlerine dönüşen Covit-19’a yakalanma riski altında çalıştırılması, ‘Evde kalın’ çağrılarının iki yüzlü olduğunu gözler önüne seriyor. Dinci-faşist iktidar için önemli olan allanmış pullanmış aldatmaca operasyonlarını emekçilere yutturabilmektir. Çünkü onlara göre rejimin ayakta kalmasının tek yolu, alternatif bir çıkışın önünü açabilecek gelişmelerin önünü şiddetle kesebilmektir.

***

Bu atmosferde dinci-faşist iktidarın şefi muhalif belediyelerin yaptıkları her işe karşı adeta savaş açtı. Bu savaşın bir nedeni saray iktidarının şovdan ibaret kalan virüse karşı sözde mücadelesinin hiçbir şey ifade etmediğinin açığa çıkmasıdır. Burjuva sınırlarda bir alternatifin ortaya konması dahi saray rejiminin korkulu rüyası oluyor. Aykırı seslerin kesilmesinin, gazetecilerin yargı ve tutuklama tehdidiyle kuşatılmasının, sosyal medyanın abluka altına alınmasının nedeni budur.

Önce kendi ötekisini ve düşmanını yaratıp sonra ona karşı mücadele etme görüntüsü, rejimin sık başvurduğu algı operasyonlarından biridir. Bu dönemde işçi ve emekçileri bu sahte kutuplaştırmada taraf tutmaya sevk etmek için ‘paralel yapı’ söylemi sık sık kullanıldı. Rant ve iktidar kavgasına tutuşunca, Fethullah Gülen örgütünü “paralel yapı” ilan etmişlerdi. Oysa AKP ile Cemaatin balayı 11 yıl sürmüştü. Şimdi aynı suçlamayı CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanları için yapıyorlar. Ancak görünen o ki, bu zırvaları artık ahmaklar bile yutmuyor.

Kitle desteğinde düşüş devam ederken, dinci-faşist iktidarın ablukasında bunalan emekçilerin arayış içinde olması, saraylarda sefahat sürenlerin uykularını kaçırıyor. Rejimin, burjuva düzen güçlerine dahi terörist söylemi ile saldırılması, korkunun vardığı boyutu gözler önüne seriyor. Artan işsizlik, yoksulluk ve sefaletin emekçilerde yarattığı tepkinin eyleme dönüşme ihtimali ise, korkuyu daha da derinleştiriyor.

Son yıllarda Ortadoğu’yu ve dünyanın farklı ülkelerini saran halk hareketlerinin Türkiye’ye sıçramasını engellemek için içeride saldırganlık dışarıda savaş politikası izleyen saray rejimi, zıvanadan çıkmış görünüyor. “Benden başka meşru siyasi güç yok”tur safsatasını ortaya atan bu rejim, farklı bir siyasi alternatifin ortaya çıkmasını engelleyebilmek için histerik bir şekilde etrafa saldırıyor. Büyükşehir Belediyeleri’nin ekmek dağıtmasını bile sabote eden, bununla yetinmeyip haklarında dava açan akıl dışı uygulamalar saray rejiminin sonuna yaklaştığının açık kanıtıdır.

Sonuç olarak, geleceğin seyrini değiştirebilecek tek güç devrimci bir sınıf hareketinin inşa edilmesidir. Bu hareketin inşası öncü işçilere, ilerici-devrimci güçlere sorumluluklar yüklüyor. Ekonomik kriz, rejim krizi derken bunlara koronavirüs salgını krizi de eklendi. Bu krizlerin faturasını ödemeye zorlanan emekçilerin ökesi ile örgütlü mücadelenin buluşması gerekiyor. Bundan başka çıkış yolu bulunmuyor. Güçler, olanaklar, araçlar bu yönde seferber edilmelidir.

M. Devrim