AKP iktidarı iş başına getirildiği günden itibaren emperyalistlerin ve sermaye sınıfının hizmetkarlığını yapmıştır. Dış politikadan ekonomiye kadar pek çok alanda efendilerinin sözünden çıkmayan Erdoğan 20 yıllık iktidarı döneminde önceki yönetimden devraldığı neoliberal politikaları acımasızca uygulamıştır. Başa geçtikten sonra rant, talan, yağma üzerine kurduğu sistemle doğayı tahrip etmiş, ülkeyi betona boğmuş, var olan tüm kaynakları genelde tüm kapitalistlere özelde ise sermayenin bir kesimine pervasızca peşkeş çekmiştir. Bu yıkım politikasının faturasını ise işçi ve emekçilerin sırtına yıkmıştır.
Sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden ekonomi politikalarıyla ekonomide “büyüme” yaratılmış, inşaat sermayedarlarının büyümesi için hazine, bakanlıklar ve belediyelerden kaynak aktarılmış ve ormanlar, kıyılar, nehirler talan edilmiştir. Yağmaya karşın halkın geliştirdiği hukuki ve meşru-demokratik mücadelesi ise devletin kolluk kuvvetleri eliyle ezilmeye çalışılmıştır. İnşaat patronları sayısız teşvik paketleri, vergi indirimleri ile desteklenmiş ve inşaat sektöründe yaratılan büyüme ile emekçilerin yaşadığı ekonomik krizin üstü örtülmeye çalışılmıştır. Yağmacı rejimin mega projeler, duble yollar, havaalanları, kent hastaneleri ve kentsel dönüşüm projeleri ile ‘beşli çete’ ve onun gibiler devasa bir zenginliğe el koyarken, bu yağmanın faturası toplum için ağır olmuştur.
“Yoksullaştıran büyüme” diye tanımlanan bu politikalar bir avuç sermayedarı büyütürken milyonları sefalete mahkûm etmiş, işçi-emekçilerin çalışma koşulları ağırlaşmış, işsizlik girdabı milyonları içine çekere devasa bir sorun haline gelmiştir.
Eğitim deyince okul inşaatı, sağlık deyince hastane inşaatı algılayan politikalar nedeniyle emekçilerin temel insani hizmetlere ulaşması zorlaşmıştır. Özel hastane sahibi Sağlık Bakanı, özel okul sahibi Milli Eğitim Bakanı, otel sahibi ise Turizm Bakanı atanmıştır. Yani sarayın atadığı kabinede kapitalistler belirgin bir yer kaplamaya başlamıştır.
Tüm bunları gerçekleştirebilmek için din istismarına sarılan Erdoğan hem polis devletini tahkim etmiş hem hukuku topluma karşı bir sopa olarak kullanarak baskı ve zorbalığı arttırmıştır. Mafyalaşan rejimin 20 yıllık sürecinde yargı, eğitim, sağlık, siyaset, medya vb. alanlarda yaşanan çürüme, çözülme ve çöküşün yanı sıra son dönemde inşaat sektöründeki veriler de rant üzerine kurulu sistemin artık işlemediğini gözler önüne sermeye başladı…
İnşaata dayalı sahte büyüme
Birgün’de yayınlanan İsmail Arı imzalı haberde, son üç ayda 102 hastane inşaatı ve tadilatı ihalesine kimsenin katılmadığı; okul, yol, baraj, yurt ve konut yapımı ihalelerine de kimsenin girmediği belirtildi.
Başka birtakım veriler de inşaattaki gerilemeyi gösteriyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin istatistiklerine göre Ocak-Nisan 2022 arasında kapanan şirketlerin %29’unu inşaat şirketleri oluşturuyor. TÜİK’in açıkladığı inşaat maliyet endeksinde de sektördeki değişim görülüyor. Verilere göre bir önceki yılın aynı ayına göre inşaat malzeme endeksi %133,71 işçilik endeksi %43,75 arttı.
Büyümeyi sağlayan inşaat alanına kendiliğinden bir akış olmamış. Bu yönelim bizzat iktidar tarafından koordine edilmiştir. 2000’li yıllardan itibaren özel olarak büyütülen inşaat sektörünün merkezinde yer alan TOKİ’ye devlet arazisini özelleştirmek ve kentsel dönüşüm projelerini yürütmek gibi yetkiler de tanındı. Aynı şekilde 2010 yılında yapılan yasal değişikliği ile büyükşehir belediyelerine “herhangi bir alanı kentsel dönüşüm alanı ilan etme” hakkı tanınmadı. Rejimin sağladığı bu destek ve teşviklerin sonucunda inşaat sektörünün büyüme hızı Türkiye’nin yıllık ortalamasından daha yüksek oldu.
İnşaat sektöründeki büyümenin en temel dayanaklarından biri de borca dayalı olmasıdır. Konut sahibi olmak isteyenlerin muazzam şekilde borçlandırılması yetmedi, inşaat patronlarına verilen teşvikler de vergi yükü olarak yine emekçilere fatura edildi.
Öte yandan dövize endeksli “mega projelerin” maliyetindeki artış, ekonomideki istikrarsızlık ve kurlardaki dalgalanma nedeniyle bu projelerin yürütülmesi giderek zorlaşıyor. Ekonomideki kötü gidişat ile inşaat maliyetlerindeki artış nedeniyle müteahhitlerin önünü göremediği ve bu nedenle ihalelere katılmadığı belirtiliyor.
Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın da son 3 ayda tam 76 ihalesine hiçbir şirket katılmadı. İhaleler, şirketler teklif vermediği için iptal edildi. İptal edilen projeler arasında yurt inşaatları, spor salonu ve stadyum inşaatları ile gençlik merkezi inşaatları da var. Ayrıca birçok öğrenci yurdunun bakım, onarım ve tadilatı da şirketler ihalelere girmediği için yapılamadı.
Yukarıdaki veriler AKP iktidarında ekonomide “lokomotif” olarak görülen konut-inşaat sektöründe şişirilen balonun patlamaya adım adım yaklaştığına işaret ediyor.
Gerici-faşist iktidarın kurduğu keyfi, kuralsız, rant ve yağmaya dayalı haramiler saltanatı er ya da geç yıkılmaya mahkumdur. Ancak işçi-emekçilerin öznesi olmadığı bir biçimde yıkılması çok geçmeden başka bir harami düzeninin yolunu açacaktır. Kalıcı çözüm ise sömürüye, ranta, talana, yağmaya dayalı kapitalizme karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmektedir.
K. Düşgör