“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında,
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür,
Devlet dersinde öldürülmüştür...”
Berkin Elvan polis tarafından vurulduğunda 14 yaşında, 269 gün komada kaldıktan sonra aramızdan ayrıldığında ise 15 yaşındaydı. Haziran Direnişi sırasında 6 canımız ile birlikte aramızdan aldılar onu. Ölümü tüm toplumu derinden etkiledi, cenaze törenine milyonlarca insan katıldı.
Mayası katliamlar ile yoğrulmuş sermaye devleti, tarihi boyunca sayısız cinayete ve katliama imza attı. 2013 yılının Haziran ayında başlayan militan eylemleri bastırmak için yine linç, işkence ve cinayetlere başvurdu. Çok sayıda insan devlet tarafından palazlandırılan faşist çeteler ve polislerin saldırısına maruz kaldı. Hayatını kaybedenlerin yanı sıra birçok kişide de kalıcı yaralar aldı. İşkenceci ve katil devlet o kanlı mirasına yeni bir halka daha ekledi böylece.
2013 yılında patlak veren Haziran Direnişi, yıllardır gerici-faşist baskı, zorbalık ve saldırılar altında bunalan, düzenin krizlerinin ekonomik-sosyal faturalarını döne döne ödemekten bezmiş toplumsal kesimlerin bir başkaldırısına dönüştü. O günlerde ülkenin dört bir yanı iktidara karşı büyük bir öfke patlamasına, saldırılar karşısında ise tam bir kenetlenme ve dayanışmaya sahne oldu. Gerici-faşist iktidara karşı tepki duyanların genciyle yaşlısıyla bir araya geldiği eylemler, sermaye düzenini tir tir titretirken, topluma da yaşanan sorunlar karşısında yürünmesi gereken yolu gösterdi. Toplumun neredeyse her kesimi o dönemin politik atmosferinden etkilenmiş, bu etki en çok da gençlik cephesinde yansımasını bulmuştu. Genç öfke kendisini lise sıralarında, üniversite kampüslerinde güçlü bir şekilde gösteriyordu. Berkin de o gençlerden biri olarak çıktı sokaklara.
Tüm topluma korku salmak isteyen muktedirler, sokaklara dökülen ve direnişi büyütenlerden bazılarımızı canice aramızdan almaktan geri durmadılar. Ancak gözleri dönmüşcesine gerçekleştirdikleri saldırılar bir korku olarak değil, düzene karşı kin ve öfke olarak kazındı hafızalara.
O günlerin ardından mahkeme koridorları aşındırılmaya başlandı. Katillerin yargılanması ve cezalandırılması için uğraşlar verildi. Ama katiller düzen yargısı tarafından, göstermelik bazı cezalar dışında adeta ödüllendirildiler. Kimlikleri değiştirildi, bizzat devlet tarafından korunup-kollandılar. Katil polislere başka illerde tayinler verilerek yeni yaşamlar sunuldu.
Düzenin mahkeme salonlarında bir tiyatro perdesi açılıyor bir başkası kapanıyordu. Berkin’in davası aradan neredeyse 8 yıl geçmesine rağmen halen devam ediyor. 8 sene boyunca görüntüler hiç edildi, deliller saklandı. Katil polis Fatih Dalgalı cezasız bırakıldı. O dönemde başbakan olan Tayyip Erdoğan “Polis, orada yüzü poşulu, elinde sapanla, demir bilyeleri savuran o kişinin kaç yaşında olduğunu nereden ayıracak?” diyerek, katliamı meşrulaştırdı. Berkin’in davasını Haziran Direnişi sırasında açılan davanın da hakimi olan Galip Mehmet Perk devraldı. G. Mehmet Perk, Ali İsmail Korkmaz davasında da katil polislerden birini “mağdur” olarak kabul etmiş, Haziran Direnişi’ni ‘vandallık’ olarak nitelendirmiş ve sosyal medyada Berkin Elvan’a “terörist” denilen bir Tweet’i de beğenen düzenin hakimlerinden birisidir. Elvan ailesi ve avukatları, katil polis Fatih Dalgalı’nın “Bilinçli taksirle ölüme neden olmak” suçundan hapsini ve mahkeme başkanı olarak davaya atanan hakimin dosyadan çekilmesini talep ediyor.
Aradan geçen yıllarda sermaye devleti, kurmaca mahkemeleriyle aleni bir şekilde katilleri aklamaya devam ediyor. İktidarda olanlar, yıllardır düşmanca tavırlar sergileyerek, katillerin arkasında durduklarını gizleme gereği dahi duymuyorlar. Öyle ki, Tayyip Erdoğan miting meydanlarında Berkin’i terörist ilan edip Gülsüm anayı yuhalatmış, “Neymiş Berkin Elvan’ı anmak için törenler düzenleyeceklermiş. Her ölüm hadisesinde bir tören mi düzenleyeceğiz. Ölmüştür geçmiştir” diyecek kadar zıvanadan çıkmıştır. Kendi suçunu da “Yurt dışından döndüm baktım hala ordalar. Tahammül sınırım aşıldı. İçişleri Bakanı’ma ‘24 saat içinde orayı temizleyeceksiniz’ dedim. ‘Ardından da parkı temizleyeceksiniz’ dedim. ‘Polise talimatı kim verdi?’ diyorlar. Ben verdim, evet ben verdim” sözleriyle resmen itiraf etmiştir.
‘Ekmek aç kurtların tok dişlerinde’
Bu düzen sürdüğü müddetçe Berkin’lerimiz ne ilk ne de son olacaktır. Bunu yine yakın zamanda çocuk yaşta katledilen çocuklarımızın akıbetinden biliyoruz. Ceylan Önkol, 2009 yılında katledildiğinde henüz 12 yaşındaydı. Mahkeme, Bakanlığın kusurlu bulunması ve bir çocuğun bedenine 238 bin TL değer biçmeleri ile yeni sonuçlandı. Keza Şırnak’ta 2016 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında 9 kişiyle birlikte hedef alınarak öldürülen 13 yaşındaki Fatma Elarslan “örgüt üyesi” sayılarak ölümünün “hukuka uygun” bulunduğu kararı verildi ve dava dosyası kapatıldı. Hemen ardından akıllarımıza Doğan Teyboğa, Enver Turan, Umut Furkan Akçil, Ahmet İmre, Canan Saldık, Birem Basan, Oğuzcan Akyürek, Mazlum Akay, İzzettin Boz, Mehmet Nuri, Uğur Kaymaz ve panzer altında ezilerek katledilen 7 yaşındaki Sevcan Yavuz geliyor.
Katledildikleri yaşta kalıyor çocuklarımız, büyümüyorlar. Çocuklarımızı büyütmek, bu listeye yeni isimlerin eklenmemesinin önüne geçmek için sermaye iktidarına karşı örgütlü mücadeleyi büyütmekten başka çıkar yolumuz yok.
AKP-MHP iktidarının “Gezi fobisi” geçmiyor. Gerici-faşist zorbalar aradan yaklaşık 8 yıl geçmesine rağmen o günleri hatırlatmaktan ve gözdağı vermekten çekinmiyorlar. Topluma vahşice saldırıldığını ve 7 canımızı aramızdan aldıklarını döne döne hatırlatmak istiyorlar adeta. Ölümleri meşru gösteriyor, failleri düzen yargılarında aklıyor ya da adalet arayanları yıllarca oyalıyorlar. Bizlere ise eli kanlı, insanlık dışı bu düzenden hesap sormak için mücadeleyi yükseltmek düşüyor.
M. Nevra