“Amaçlanan toplumun sağlığı değil, biat etmesi…”
- İktidarın sağlık çalışanları ve TTB üzerinde uzun yıllardır baskıları var ve günden düne bu baskılar yoğunlaşıyor. Çeşitli açıklamalarla toplum ile sağlık çalışanları karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor. Bu saldırıları değerlendirir misiniz? Ve bunun TTB’ye yansımaları nedir?
TTB Genel Sekreteri Vedat Bulut: İktidarın sağlık çalışanları üzerindeki baskılarının tarihsel bir süreci var. 12 Mart olsun, 12 Eylül olsun ve bundan sonraki süreçlerde de sağlık çalışanları ve TTB üzerinde baskı kurdular. Erdal Atabek üzerindeki baskılar, TTB Merkez Konseyi üyelerine açılan davalar bunların örnekleridir. Şebnem Korur Fincancı’nın yaşadığı sorunlar gibi… Ve nihayet en son “Savaş bir halk sağlığı sorunudur!” açıklamamızın üzerine yapılan saldırılar gibi… Tüm bunların yanı sıra hakkımızda sayısız davalar açıldı. Ama iddiaların içeriği tamamen boştur. Bu davalar politik davalardır. Uluslararası kamuoyu da bu davaları izlemektedir.
Bu iktidar karşılarında konuşan insanlar olmasını istemiyorlar. Gerçekleri açığa çıkaran, onların söylediklerin tersine bir şey söyleyen insanlar istemiyorlar. Çünkü halktan gerçekleri gizliyorlar. Mesela Kovid-19 sürecinde bunu yaşadık. Deprem sürecindeki ölüm sayıları, sağlık sorunları gibi bilgileri gizliyorlar ve algı yönetimi çabası içine giriyorlar. Sahte bir ‘başarı öyküsü’ yazma çabası içindeler. Otokritik yapılar bu şekilde hareket eder. Sermayenin elindeki devlet aygıtları yine sermayenin lehine ve çalışanların aleyhine olarak tekrar düzenleniyor. Ve iktidarlarını da bu şekilde devam ettiriyorlar. Kısmen de bu politikalarında başarılı olduklarını görmek gerekiyor.
Türk Tabipleri Birliği’nin yasası, 6023 sayılı yasa ve bu yasanın bağlı olduğu Anayasa Hukuku. Anayasa’nın 135. maddesi meslek örgütlerinin bağımsızlığına vurgu yapan bir maddedir. Bu madde ‘80 askeri darbesi sürecinde çıkarılmıştı. Öylesi bir süreçte çıkarılan yasada bile meslek örgütlerinin bağımsızlığını tamamen yok edemediler. Çünkü uluslararası birtakım meslek örgütlerine bağlılıklarımız ve sözleşmelerimiz var. Bu madde meslek örgütlerinin, seçimleri ile delegasyon sistemi ile yani her şeyi ile bağımsızlığını korumak zorunda. Devletin buralarda yetkisi yoktur. Aksi takdirde uluslararası alanda da bağımsızlığımızdan söz edemeyiz. Bakın mesela İran’daki hekim örgütünün uluslararası tanınırlığı yoktur. Çünkü orası bir İslam Cumhuriyeti’dir ve uluslararası ilke ve kurallara uyulmamaktadır. Özgürlük alanı yoktur.
Peki hekim örgütlerinin özgürlük alanı ne demektir? Çünkü hekimler aynı zamanda insan hakları ile ilgili olarak işkence sorunlarını da raporlarlar. Ve bunu bağımsız bir şekilde yaparlar. Bunu yapamazlarsa insan hakları ihlalleri ve işkenceler artar. Bunula ilgili İstanbul Protokolü Türkiye’nin imzaladığı ve taraf olduğu bir protokoldür. Bu protokol tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetlerinden nasıl yararlanabileceğini belirten bir protokoldür. Yine halk sağlığına ilişkin konularda -çevre sağlığı olsun, sularımızın kirletilmesi olsun- buna bağlı çıkacak salgın hastalıklar konusunda meslek örgütleri bağımsız olmazsa bu konular arka plana düşülebilir. Dünya sağlığı ve genel sağlığı bozacak sonuçlar oluşabilir. Çin’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan pandemi buna örnektir. Zira Çin de otokritik bir ülkedir. Verileri gizlediler. Türkiye’de Rusya’da veriler hep gizlendi. İşte meslek örgütlerinin bağımsızlığı bu örneklerden de hareketle çok önemlidir. Meslek örgütleri kendi toplumunu ve uluslararası kamuoyunu özgürce bilgilendirebilmelidir. Sonuçta sağlık bütün dünyayı, toplumları ilgilendiren bir şey.
Sağlık alanında bağımsızlık meselesine saldırının yanı sıra sağlığın özelleştirilmesi ve kapitalizme uydurulması gibi bir sorun var. Koruyucu sağlık önemsenmiyor. Halkın hastalığından ve ölümünden para kazanan bir sistem kuruldu. Zaten amaçlanan toplumun sağlığı değil, biat etmesi bunlar için. Bu saldırılar sağlık çalışanlarına da yansıyor.
“Bu durum toplumda kötü sonuçlar yaratacaktır!”
- Bu saldırılarla beraber sağlık çalışanlarının yaşadıkları sorunlar hem ekonomik hem de mesleki olarak çoğalıyor. Şiddet artıyor ve sağlık çalışanları kurtuluşu farklı biçimlerde görüyor. Bunun sonucunda “iyi hal belgesi” talebinde artış olduğunu belirtiyorsunuz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
TTB Genel Sekreteri Vedat Bulut: Sağlıkta şiddet çok fazla artmaya başladı. Ortalama ölçekte günde 5 fiziksel, 30 sözel şiddet yaşandığını görüyoruz. Ki, kimi hekimler yaşadığı şiddeti bize bildiremiyor yoğunluktan. Günde 100 hasta ile ilgilenen bir hekim bunun peşine düşemiyor. Güvenlik önlemlerinin yeterli olmaması ve caydırıcı cezaların olmaması önemli etkenlerden. Tabii bu sorun başka sorunlara da yol açıyor. Hekimler “iyi hal belgesi” alarak yurtdışına gidiyor. Geçtiğimiz 6 aylık dönemde 1361 iyi hal belgesi aldı. Ve henüz yeni mezun olan arkadaşlarımızın başvuruları gelmedi. Bu başvurularla sayılar 2500-3000 arası olacak diye öngörüyoruz. Şu an günde 10-15 civarı iyi hal belgesi alınıyor. Bu belge etik açıdan hekimlik yapılmasının önünde engel olmadığını gösteren bir belge. Yurtdışında hekimlik yapabilmesi için bu belgeye ihtiyaç var. Bu belgeyi alabilmesi için sicilinin temiz olması gerekiyor. Bu belgeyi alma oranı giderek artıyor.
Bu konuda çarpıcı birkaç bilgi paylaşmak isterim. Birincisi; 8 Şubat 2022’de cumhurbaşkanının yaptığı bir konuşmada, “giderlerde gitsinler” demesinden sonra hızlanan bir gidiş oldu. Özellikle pratisyen hekimlerin, ardından uzman hekimler, akademisyen, profesörlerin ve doçentlerin gidişi hızlanmıştır. Buna Erdoğan’ın bu söylemi sebep olmuştur. İkinci bir bilgi; 14-28 Mayıs seçimlerinin sonuçları beklentinin gerisinde olunca hekimlerin gidişleri çoğalmıştır. Çünkü insanların endişeleri, çocuklarının eğitimleri, ekonomik sorunlar bu göçü artırmıştır.
Bu durum toplumda kötü sonuçlar yaratacaktır. En basit bir MR randevusu bile alınamaz duruma gelecektir. Sağlık alanında yetersizlikler artacaktır. 6 aya varan randevular verilecektir. Birçok alanda randevular bugün birkaç ay ertelenirken bu süre daha da artacaktır. Hastalar iyi bir teşhis ve tedavi süreci yaşayamayacaktır. İnsanlar sonuç alamayınca acil servislere yöneliyorlar. Ve bu durum acil çalışanlarını zor durumda bırakıyor. Böyle olunca bir hekimin hastaya 20 dakika ayırması gereken süre 5 dakikaya iniyor. Böylece iletişim de çok iyi olamıyor ve şiddet olayları artıyor.
“Karanlığa teslim olmayacağız!”
- Bu durumun toplumun sağlığa erişimi bakımından yaratacağı sonuçlar, sağlık politikalarının alacağı yara bakımından sonuçları ne olacaktır? Ayrıca iktidarın sağlık çalışanlarına dönük saldırgan politikalarına karşı neler yapılmalıdır?
TTB Genel Sekreteri Vedat Bulut: İktidarın sağlık çalışanlarına yönelik saldırıları karşısında birleşerek mücadele etmek gerekiyor. TTB, sendikalar, dernekler bu konuda birleşik mücadele etmelidir ve ediyoruz da. Zaman zaman toplantılar yapıyoruz ve ortak mücadelenin sorunların tartışıyoruz. Sadece sağlık da değil, geçinememe, zamlar, Kovit-19 gibi sorunları gündemimize alıyoruz. Geçmişte “Emek bizim, söz bizim!” şiarı ile bir mücadele süreci örgütledik. İçine girdiğimiz süreç gösteriyor ki bu mücadeleleri güçlendirerek sürdürmemiz gerekecek. Seçimler bunu gösterdi. Özellikle yerel seçimlerden sonra belki daha da gerekli hale gelecek. İnsanlığa karşı çağdışı yaklaşımlar yoğunlaştı. Mücadelemizi güçlendirerek devam ettireceğiz. Karanlığa teslim olmayacağız. Barış ve özgürlük dolu bir ülkede yaşamak için mücadele edeceğiz.
Kızıl Bayrak / Ankara