Türk devleti, tarihinin en vahşi cezaevi katliamına “Hayata Dönüş” adı vermişti.
Devrimcileri hücrelere kapatmak için hazırlık yapan devlet, F Tipi zindanların inşaatını 2000 yılında tamamlamıştı. Ancak açlık grevi-ölüm orucu direnişi başlatan devrimci tutsaklar tecridi reddettiler. 19 Aralık 2000 yılında eş zamanlı olarak birçok cezaevine saldıran orduya bağlı özel kuvvetler, bedenleri, idealleri ve onurları dışında direniş araçları olmayan devrimci tutsaklara ağır silahlarla, kimyasal gazlarla ölüm kustular. Bayrampaşa cezaevinde kadın devrimcileri gazla yakacak kadar gözü dönmüş bir kin ve ilkel bir barbarlıkla saldırdı devlet.
Bu vahşi kıyım ve sonrasında 120’den fazla devrimci idealleri uğruna yaşamını yitirdi. Ordu-polis saldırısı ve ölüm orucunun yarattığı tahribatlardan dolayı yüzlerce devrimci sakat kaldı. Vahşette sınır tanımadığını dünyaya gösteren Türk devleti, öldürülen ve sakat bırakılan tutsaklar dışındakileri hücreler kapatmayı başararak “zafer” kazandı…
Saldırı devletin karanlık dehlizlerinde alınmış bir kararın uygulamasıydı. Bazı cellatlar, saldırıya cezaevleri maketleri üzerinde tatbikat yaparak hazırlandıklarını övünerek anlatmışlardı. Başında Bülent Ecevit’in bulunduğu DSP-MHP-ANAP hükümeti icraat için şekilsel olan saldırı kararını almıştı. Bu “‘nasyonal sosyalist’, sağcı, faşist partiler” koalisyonu, devletin karanlık kurumlarının aldığı kararı uygulayarak, vahşete ortak oldular. Bir dönem ‘halkçı Ecevit’ diye anılan zat -ki ne hikmetse kendini solda gören bazıları tarafından halen övgülere mazhar olabiliyor- katliamın bir numaralı suç ortaklarından biriydi.
Bir burjuva devlet için bile silinmez bir kara leke olan bu katliamla anılan bazı ‘sivil’ tipler de var. Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve dönemin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun öne çıkan üç ‘sivil cellat’ olarak kayda geçtiler. Her zaman tiksintiyle anılan bu üçlüden Ali Suat Ertosun, bir kez daha sahneye çıkıp tam bir arsızlıkla katliamı savundu.
Devrimcileri öldüren devlet, hayatta kalanların bir kısmı hakkında ise dava açtı. Katiller, tesadüfen hayatta kalanları yargılıyorlar. Bu davada ‘sanık’ değil ‘tanık’ olarak dinlenenlerden biri Ali Suat Ertosun’du. Duruşmada SEGBİS sistemi ile tanık olarak dinlenen bu cellat, Cumhuriyet’in aktardığı ifadelerinde şunları söylüyor:
“Terörle Mücadele Kanunu ve Çıkar Amaçlı Örgütlerle Mücadele Kanunu çerçevesinde, F tipi cezaevleri ortaya çıktı. Örgüt üyeleri amaçlarına karşı olduğu için bunu istemiyorlardı. 20 Ekim 2000’de açlık grevine, 20 Kasım’da ölüm oruçlarına başlanıldı. 19 Aralık’ta 60 gündür açlık ve ölüm oruçları devam ediyordu. 60 gün kritiktir. 60 günde ölümler başlar. Operasyondan önce araya giren heyetler, uzlaşma sağlamak için çaba gösterdiler. 60. gün yaklaştığında oruçlar bitmedi. Cezaevlerindeki yetki, başsavcılarınındır. 60. gün yaklaştığında başsavcılar arama kararı verdiler. Operasyon devletin hakimiyeti ve insan hakları için yapılmıştır (…) Ölüme yatanların kurtarılması gerekiyordu. Arama yapılmak için girildiğinde ateş açılmış ve güvenlik görevlileri de bu duruma müdahale etmiştir. Sonuçta bu operasyonun yapılmasıyla terör ve çıkar amaçlı suç örgütlerine son verilmiştir. O dönemde yapılan cezaevleri bir reformdur.”
Tiksinti nesnelerinden biri Ali Suat Ertosun, tam bir utanmazlıkla “ölüm orucuna yatan devrimcileri kurtarmak için onları vahşice öldürdük” demeye gelen laflar ediyor. Tanımlanması zor olan bir devrimci kırımının ardından açılan F tipi tecrit hücrelerini halen “O dönemde yapılan cezaevleri bir reformdur” sözleriyle savunan bu şahıs, devrimciler şahsında insanlığa karşı işlediği ağır suçlardan utanmak bir yana, suçlarını pişkin bir pervasızlıkla savunuyor.
DSP-MHP-ANAP hükümetinin bir görevlisi olarak cellatlık yapan Ali Suat Ertosun’a 2004 yılında AKP hükümeti kararıyla “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” verildi. AKP sayesinde ‘madalyalı katil’ unvanı kazanan bu zatın on yıllar sonra işlediği suçu savunabilecek kadar pervasız olması, kendisinden ve kendisi gibilerden hesap sorabilecek bir toplumsal hareketin henüz gelişememiş olmasından kaynaklanıyor. Ancak insanlığa karşı işlenen suçların ‘zamanaşımı’ yoktur. Devrimci sınıf hareketi geliştiğinde Ali Suat Ertosun ve onun gibi cellatlardan da onları besleyen sermaye iktidarından da hesap sorulacaktır.