AKP-saray rejiminin hakim hale getirdiği “adam kayırmacı” sistem, ‘iktidara dalkavukluk yapmak’ dışında hiçbir meziyeti olmayan kişilere bakan, müsteşar, genel müdür, müdür vb. mevkiler bahşediyor. Burjuva düzenin teamüllerine göre “liyakatten yoksun” olan bu zevat, yüzlerce insanın ölümüne neden olan “kazalar”dan sorumludur.
AKP iktidarı döneminde yaşanan ve birer katliam olan “tren kazaları” liyakat yoksunlarının yarattığı felaketler hakkında somut bir fikir vermektedir. Bakanlardan alta doğru katliamlardan sorumlu olanlar hesap vermek bir yana, saray rejimi tarafından terfi ettirilmektedir. Zira rejim, kayırdığı kişileri toplu cinayetten yargılarsa, kendi kendini de yargılamış olacak. Bundan dolayı “göstermelik” soruşturmalardan öte bir şey yapmıyor.
Ele geçirdiği devlet kurumlarının köşe başlarını dalkavuklara parselleyen rejimin içine yuvarlandığı yozlaşmış, ahlaksız durum, kayırmacı sistemden nemalanan tüm zevatın alamet-i farikası haline gelmiş görünüyor. Burjuva hukukuna göre bile hak etmedikleri mevkileri işgal eden dalkavuklar takımı, en az biat ettikleri rejim kadar insani ve ahlaki değerlerden yoksun durumdadır.
Soma’da 301 maden işçisinin katledilmesinden sorumlu olan kapitalisti “aklayan” bir sistemden her şey beklenir. Sistemin kayırdığı bu yozlaşmış kişiler ise, toplu cinayetlerden sorumlu olmalarına rağmen pişkinlikte sınır tanımıyorlar. Bunun son ibretlik örneği, Ankara’da 9 kişinin yaşamını yitirdiği Yüksek Hızlı Tren (YHT) “kazası”na ilişkin soruşturmada yaşandı.
Bu toplu cinayetle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında “şüpheli” sıfatıyla ifade veren bir ‘müdür’, “kaza”dan ölen makinisti sorumlu tuttu. YHT Gar Bölge Müdürlüğü Trafik ve İstasyon Yönetimi Servis Müdürü Ünal Sayıner, verdiği ifadede kazada ölen makinisti suçlayarak “Yanlış hatta girdiğini görmesine rağmen treni durdurmadı, merkeze bilgi vermedi” dedi.
Sorumluluğu ölenin sırtına atıp kendini aklama çabası, saray rejiminin dinici dalkavuklarının yozlaşma ve çürümenin dip çukurunda olduklarını gözler önüne seriyor. Bu zevat halen din bezirganlığı yapıyor, yeri geldiğinde ahlak üzerine ahkam kesiyor, hatta işi “mağdur edebiyatı” yapma noktasına vardırabiliyor.
Ucube bir sistem olan kapitalizmin yarattığı bu ucube rejim, ihtiyaç duyduğu ucube kadroları yetiştirmiş görünüyor. Ancak Ortaçağ artığı dinci/şoven ideolojiye sıkışan bu zevatın işgal ettikleri mevkilerin hakkını vermekten uzak kaldıkları da bir gerçek. Bu toplu cinayetleri durdurmak da faillerinden hesap sormak da, onları kayıran rejime karşı mücadeleden bağımsız ele alınmaz. Emekçiler bu rejimden hesap sorabildikleri zaman, bu toplu cinayetleri asgariye indirmek de mümkün olacaktır.