Referandum günü yaklaşırken, hazırlık çalışmaları da hız kazanıyor. T. Erdoğan referandum çalışmaları için sahaya indi, mitinglerine başladı. “Evet” cephesi, çalışmalarını ırkçı-şoven söylemlerle kurmakta, Erdoğan da bu zehri en etkin şekilde kullanmaya bakmaktadır. Bu amaçla tekrar idam tartışmalarının güncellendiğine tanık oluyoruz. Tahmin edildiği gibi, idam konusu, kirli ittifak halinde bulundukları MHP Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Getirin Meclis’e, geçirelim” çağrısıyla gündeme geldi.
Erdoğan da Manisa’da katıldığı bir mitingde, “Ben şuna inanıyorum, idam talebi parlamentoya gelecek. Temennim odur ki parlamentodan geçtiği anda bana geldiğinde ben bunu onaylarım. Fakat bir sıkıntı, anayasa değişikliği gerektiriyor. İşte ayın 16’sı aynı zamanda bunun da bir cevabı olacak. Gerekirse, şimdiden bir şey daha söylüyorum, bunun için de bir referandum yolu açabiliriz. Eğer parlamentodan bu çıkmıyorsa, anayasa değişikliği için bir referandum talebini şimdiden hatırlatıyorum. İnşallah onun için de ne yaparız, yine millete gideriz. Millet idam diyorsa mesele bitmiştir” dedi. Yani şimdilerde aralarından su sızmayan dinci-gericiler ile ırkçı-şovenler, “terör” demagojisini dillerine dolayarak, meydanlarda idam tartışmaları açarak, referandumda “evet” oylarını arttırma hesabıyla hareket ediyorlar.
Türkiye’de idam 2004 yılında Erdoğan başbakanken kaldırıldı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ilgili protokolü onaylandı. Hatırlanırsa Erdoğan, 2010 yılında gerçekleştirilen anayasa referandumu öncesinde de 12 Eylül darbecileriyle hesaplaşıyor görüntüsüyle, “Referandumda, gencecik bedenlere yağlı urgan çeken anlayışla hesaplaşılacak” demişti. Hatta genç devrimci Erdal Eren’in yaşının büyütülerek idam edildiğini “üzüntü” ile anmaktan geri durmamıştı. Şimdi yine bir referandum öncesi, kendisinin kaldırdığı idamın tekrar getirilmesi için ırkçı-şoven çığlıklar atıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından, böylesi bir “lütfun” yarattığı atmosferi canlı tutmak amacıyla ve AKP’lilerin özel bir çabasıyla, meydanlarda “idam isteriz” çığlıkları attırılmıştı. O zaman bunu, “millet istiyor” söyleminin ardına sığınarak savunmuşlardı. Şimdi ise “Millet isterse mesele bitmiştir” diyerek tekrar bu tartışmayı alevlendirilmek istiyorlar. Esasında kendileri de farkında ki idam hukuk mevzuatına tekrar getirilse dahi geriye dönük işletilmeyecek. Ancak onlar idam söyleminin ırkçı-şoven propagandada işe yaradığını düşünüyorlar. Korkunun dozunu idamla daha da artıracaklarının hesabını yapıyorlar. Böylesi faşist yöntemlerle ülke yönetmeyi umanlar, tüm gücü tek elde toplamak istedikleri “yeni Türkiye” için sandıkta “evet” çağrısı yapıyorlar.
Bu türden faşist yöntemlerle zehirlenmiş ve idamı destekleyen belli bir kesim kuşkusuz ki vardır. Yakın dönemde görüldüğü üzere, küçük çocuklara elinde idam ipiyle poz verdiren “öğretmenlere” sahipler. Bu gerici düzenden nemalanan, böylesi bir düzenden medet umanlar da vardır. Toplumun hak ve özgürlüklerini yok sayarak kendi çıkarlarını dayatmayı kendilerine “iş” edinmişler de vardır. Bunları herhangi bir toplumsal muhalefet eylemine –şimdilerde “hayır” çalışmalarına– karşı ellerinde palalarla, bıçaklarla, silahlarla görmeye alışkınız.
Mafyatik yöntemlerin prim yaptığı, “Oluk oluk kan akıtacağız” söylemlerinin alkışlandığı karanlık zamanlardan geçiyoruz. Ne istediklerinin bile farkında olmadan, bir “güruh” haline sokulmuş, faşizmin bekçiliğine soyunmuş bu kesimlerin meydanlarda “idam isteriz” çığlıkları atmalarının hiçbir şekilde halk iradesi, onların söylemiyle “milli irade” olduğu iddia edilemez. Böylesi bir ülke hayali kuranların sonu, tarihten örnekleri olduğu üzere, hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur. Eşitlik temelinde hak ve özgürlükler mücadelesi verenler er ya da geç kazanmış, zorbalıklarını dayatan diktatörler ve bu ruha sahip müritleri ise, insanlığın ilerici değerlerini savunanların haklı nefretinin hedefi olmaktan kurtulamamıştır.