Maraş Pazarcık-Elbistan merkezli yaşanan depremlerin üzerinden 2 ay geçti.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Can kaybı 50 bin 399'a yükseldi. Vefat az açıklanıyor sözleri spekülasyon, kimliklendirme sürüyor, sayı güncellenebilir” dedi. Soylu, ifade ettiği rakamın “gerçek” olduğunu belirtirken yalan söylediğini itiraf ediyor aslında.
Öte yandan Soylu, depremzedeler için kurulan çadırlarda 2 milyon 650 bin kişinin kaldığını açıkladı. Depremin 2. ayında açıklanan resmi rakamlar “doğru” olsa bile çadırlarda 2 milyon 650 bin kişinin kalıyor olması, depremzedenin barınma sorununda çözüm yönünde anlamlı bir gelişmenin olmadığını gösteriyor.
Soylu’nun bu sözleri AKP şefi ve yandaşları tarafından söylenen yalanların en masumu olabilir. Çünkü 2 ay boyunca -para için yağma ve talan ürünü yapılaşma bir yana- yıkılan binaların enkazında kalan çok sayıda insan ölüme terk edildi.
Böyle bir gerçeklik varken Cumhur İttifakı’nın tüm bileşenleri “zamanında yetişme” ve “kimseyi” mağdur etmeme yalanına sarılmaya devam ediyorlar. AKP şefi Erdoğan, Adıyaman’da gecikme yüzünden “helallik” istedi ama gecikmenin nedenini yine kendi dışında hava koşullarına ve geniş bir alanda depremin yaşanmış olmasına bağladı.
Neler yaşandı 2 ayda?
Depremden bu yana en net görülen, bilinçli yapıldığını düşündürecek olaylar yaşanmasına rağmen, koordinasyonsuzluğun önemli bir sorun olduğudur. En basitinden depremzedeye gönderilen giyecek yardımlar bile ayrıştırılıp dağıtılmadığından azımsanmayacak oranda çöp oldu. Yardıma gelen araç ve gönüllüler bekletilirken, enkaz altlarında duyulan insan çığlıkları eksik olmadı. Sonradan öğreniyoruz ki, vinç ve operatör bile ancak para karşılığında getirtilip çalıştırılmış.
Soylu, “2 milyon 650 bin kişi çadırlarda kalıyor” dedi ama depremden günler sonra bile çadır verilmeyenler vardı. Pek çok çadır da gönüllüler tarafından sağlandı. Azımsanmayacak sayıda depremzede kendi imkanlarıyla barınma sorununu kısmen çözmeye çalıştı.
Kızılay ise çadır sattı. Çadır bir yana gelen giyecek yardımları bile satıldı Kızılay tarafından.
“Yağmacılık” bahanesiyle ırkçı söylem ve saldırılar gerçekleştirildi, insanlara işkence yapıldı. OHAL ilan edildi. Hatta Antakya Altınözü İlçe Jandarma Komutanlığı’na “hırsızlık” yaptığı iddiasıyla götürülen Ahmet Güreşçi işkenceyle katledildi.
Antakya Samandağ’da yaşam alanlarına moloz dökülmemesi için “Yaşam Nöbeti” eylemi yapan depremzedelere jandarma vahşice saldırdı ve gözaltı terörü estirdi.
AKP iktidarı 2 ay boyunca utanmazca yalan söyledi durdu. Hiçbir yere yeterince yardım götürmemişken, gönüllülerin yaptığı yardımlar da engelledi. Ya kendi yalanlarına inandıkları için ya da insanlıktan yana hiçbir değerlere sahip olmadıkları için AKP yetkilileri kendi yaşadığı mağduriyeti dillendiren depremzedeye yalan söylüyor diye saldırdı.
Adıyaman’da her sorunu çözdükleri yalanını söylerken selde 20 kişi yaşamını yitirdi. Buna karşın “toprak suya kavuştu” deme alçaklığını gösterdiler.
Hesap fiili-meşru mücadeleyle sorulur
Depremzedenin başta barınma olmak üzere çözülmüş bir tek sorunu bile yok. 2 ayın sonunda en net görülen durum ise ilk günlerde dayanışmaya koşan işçi, emekçilerin kendi yaşamına geri dönmeleri oldu. Deprem bölgelerine ilk günlerde yapılan yardımlar epeyce azaldı. Çünkü ilk günlerde deyim yerindeyse boğazından kısarak yardımı, dayanışmayı önceleyen işçi ve emekçilerin yardımlaşmayı sürdürme koşulları pek bulunmuyor.
AKP iktidarı hamasi nutuklar dışında depremzede için doğru düzgün bir şey yapmıyor. Muhalifler gerçekliği samimi olarak eleştirse de çözüm olarak seçim sandıklarını gösteriyorlar. Oysa depremzedelerin günlük ihtiyaçlarının karşılanması bile ancak fiili-meşru mücadeleyle mümkündür. Bu mücadele ise sadece deprem bölgesindeki depremzedenin değil tüm işçi ve emekçilerin omuzundadır. Samandağ’da yaşam alanlarına moloz dökülmesi sadece oradaki depremzedenin sorunu değildir, aslında tüm işçi ve emekçilerin sorunudur. İlk günlerde toplumsal yardımlaşma biçiminde örülen dayanışmanın gelinen yerde fiili-meşru mücadeleyle olarak sürdürülmesi zorunludur. Örülen bu mücadele aynı zamanda hesap sormayı da kapsamalıdır.
H. Ortakçı