Türkiye’de ekonomik kriz günden güne ağırlaşırken, zorlu yaşam ve çalışma koşullarının sınıf ve emekçi kitleler içinde mayaladığı mücadele eğilimi egemenlerde korkuya yol açıyor. Düzen cephesi bir yandan baskı ve zor aygıtlarını tahkim ederek, diğer yandan yeni saldırı politikalarında temkinli hareket ederek buna karşı önlemler almaya çabalıyor. Bu çabaların bir ayağını da işçi sınıfı içerisindeki işbirlikçilerin devreye sokulması oluşturuyor.
Burjuva düzenin has partisi CHP’nin kurduğu Ekonomi Masası da tam olarak bu amaçla geliştirilen hamlelerden biridir. CHP’nin Parti Sözcüsü Faik Öztrak, Genel Sekreter Selin Sayek Böke, genel başkan yardımcıları Ahmet Akın, Fethi Açıkel ve Veli Ağbaba gibi temel kadrolarının oluşturduğu Ekonomi Masası, Hatay’dan başlayarak kent kent dolaşıp ekonomi politikası üzerine ziyaretler gerçekleştiriyor, sözde muhalefet partisi olarak alternatiflerini tanıtıyor. Ekonomi Masası geçtiğimiz hafta Çukurova gezisini tamamladı.
Ekonomi Masası CHP’nin AKP-Erdoğan karşısında alternatif olamayacağının da somut kanıtıdır. Çünkü bir alternatif olmaktan çok onun farklı bir versiyonu olmaya adaydır. Bunun için AKP’ye endeksli bir politik platform kuruyorlar. “Millilik ve yerlilik” argümanlarına sarılıp geliştirdikleriyse, market zincirlerine savaş açıp bakkalları savunmaktır. CHP Ekonomi Masası’nın tüm kent ziyaretlerinde ilk duraklarının esnaf ve sanatkar odaları, tarım kapitalistleri, sanayiciler, işadamları dernekleri ve borsa temsilcileri olması bile onun niteliğini yeterli açıklıkta ortaya koyuyor.
Milyonlarca işçi ve emekçinin açlık ve sefaletle boğuştuğu kriz ortamında yola çıkan heyet, emekçi semtlerine uğramadan sanayi ve borsa temsilcileriyle buluşup, “iş insanlarının sorunları”nı dinliyor. Fabrikalara gelip işçileri dinlemeyen heyet, Organize Sanayi Bölgeleri’ne tabii ki Ticaret ve Sanayi Odası temsilcileri ve patronlarla görüşmek için gidiyor. Krizin sorumluları olan, “sanayici ve iş insanı” diye şirinleştirilen burjuvalar ya da krizden nemalanan asalak borsa simsarlarıyla işçi ve emekçilerin sorunlarına çözüm bulunamayacağı açık olduğuna göre, bu görüşmelerin amacı da bellidir. CHP onların temsilciliğine aday olduğunu sergiliyor aslında. AKP’nin sunduğu rant ve talanın daha iyisini sunabileceklerini anlatmaya çalışıyor.
Doğal olarak sınıf işbirliğini savunan bu düzen partisi, sendika ziyaretleri de gerçekleştirerek, etki alanını genişletmeye çalışıyor. Fakat bu ziyaretlerden yansıyanlar aslında CHP’nin sosyal demokrasi kimliğiyle dahi uyuşmadığının en açık ifadeleriyle doluydu. İlk ziyaretler burjuvalardan destek almayı amaçlarken, ikincil adımlar işçi sınıfının mücadelesini bastırmak içindi.
Ekonomi Masası, tam da misyonuna uygun olarak devrim ve mücadele fikirlerinin eleştirisi üzerine kurulduğunu daha ilk toplantılarında ilan etti. CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu’nun Adana’da Türk-İş 4. Bölge Temsilciliği’nde dile getirdiği görüşler, savunulan çizginin en bayağı liberal ekonomi modeli olduğunun ilanıydı: “Türkiye’de çok yüksek bir işsizlik var, belirli patron gurupları var, patronlar küçük küçük tekelleşiyor, onlar da yabancı sermayeyi yok etmeye başladı. Şu gün itibariyle bizim, çalışanların sahibi olduğu şirketleri özendiriyor olmamız lazım. Mesela İş Bankası çalışanların sahibi olduğu bir şirket, OYAK öyledir, hatta TORKU örneği de var. Almanya’da sendikaların bankası var. Bunu özendirebilmeliyiz, bunun mücadelesini verebilmeliyiz. Çalışanların en örgütlü kuruluşu sendikalarsa, sendikalar artık bazı konularda çalışanın pay sahibi olabilmesi için çaba göstermeli. Biz sermaye piyasalarını bunun için kurduk, artık bu yolda gidebilmeliyiz. Yoksa şöyle olacak, Türkiye’de işsizlik kronik bir sorun haline gelecek, Türkiye’de bu kadar yüksek işsizlik varken asgari ücreti yükseltseniz de fiilen uygulanmayacak ve Türkiye’deki gelir dağılımı adaletsizliği artarak devam edecek.”
Alman sendikalarının bankalarından ya da ordunun sermaye kolu OYAK’tan yola çıkarak işçi sınıfına “işsizlik sorununda çözüm” sunan anlayışın kimi temsil ettiği bellidir. “İşçilerin yönettiği şirketler” yalanıyla işçilere düzen içi en pespaye formüller öneriliyor. İş Bankası örneğinde de olduğu gibi, bu şirketlere kağıt üzerinde işçiler ‘ortak’ olsalar bile işçilerin payı sembolik oranları geçmez. İşçi “ortak”ların üretim araçları üzerinde hiçbir söz hakkı yoktur. Bu ortaklık, sistemin sahte özgürlük yanılsamasına kapılmaktan ötesi değildir. İşçilerde “kendi şirketi” algısı yaratıp, daha gönüllü sömürülmeye yönlendiren bu yöntem, CHP’nin ne kadar sol olduğunu da gösteriyor.
Yukarıdaki türden konuşmalar ve başka bir ziyarette ifade edilenler birleştirildiğinde heyetin mesajlarının spontane gelişmediği, CHP’nin bu projedeki asıl amacı daha iyi görülüyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın Kıdem Tazminatı saldırısının geri çekilmesinde “en çok emeği de hakkını teslim etmek lazım Türk-İş Genel Başkanı Ergun Atalay”ın verdiğini iddia edebilmesi bile, CHP’nin yeni dönemine dair bir işarettir. DİSK’i arka bahçesine çeviren, sokaktan seçime sıkışmasını salık veren CHP, AKP tabanı olarak gördükleri Türk-İş üyesi işçileri kazanabilmek adına sendika ağalarını yanlarına almaya çalışıyor.
CHP’li Aykut Erdoğdu Adana’da DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nda ise şunları ifade ediyordu: “Biz, devrim lafını artık bence kullanmamalıyız. Çünkü post modern gerçeklikte devrimi kirlettiğimizi düşünüyorum. Biz, Sosyal Demokrasiyi bile kullanmamalıyız, yanından bile geçmiyoruz. Yaşam pratiği tamamen Vahşi Kapitalizm’in kölesi haline gelmiş insanların devrimci bir söylemi kullanması, hem devrimin literatürüne aykırı hem de bu devrim uğruna fedakârlık çekmiş insanlara aykırı bir durum. Bu ülkede Sosyal Demokrasi bile büyük bir devrimdir. Bu ülkede bunu anlarsak ve biz, bu mücadeleyi slogandan ziyade içeriği ile birlikte yapabilirsek bu ülkenin zenginleşme öyküsü sadece buradan çıkar.”
Sözde sosyal demokrasi maskesi altında devrimcilik üzerine konuşup, bugünün koşullarından dem vurulması ve bu ülkede devrimden bahsedilmemesi gerektiği üzerine işçilere nasihat vermeye kalkmaları bir tesadüf değil. Sermayenin Truva atlarından CHP, devrim uğruna fedakarlıklar yapan insanları ve literatürde devrim kavramını kullanmayı dert ediniyor. Zira bunca baskı ve zulmün ortasında hala Türkiye topraklarında işçi mücadeleleri filizleniyor. OHAL ilk ilan edildiğinde sokaklara ilk çıkanlar yine işçiler oluyor. Genelde mücadele zayıfladığında dahi sınıf eylemlilikleri devam ediyor. Gerici zorbalığın hüküm sürdüğü bir anda sınıf cephesinden yükselen “Biz korkmuyoruz alay komutanı” ajitasyonu toplumda muazzam bir etkiye yol açıyor vs.
AKP kapitalistlere dert yakınırken, kıdem tazminatı saldırısında işçilere karşı yalnız bırakıldığından şikayet ediyordu. AKP’nin bu saldırıyı hala hayata geçirememesi işçi sınıfından duyulan korkunun sonucudur. CHP de bu korkuya ortak olduğundandır ki başka bir açıdan mücadelenin altını boşaltmaya çalışıyor.
CHP heyetindekilerin devrim kelimesinden duydukları çekinceyi Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu ismini taşıyan bir kurumda ifade etmeleri tesadüf değil. Bunu söylerken sözde devrim kelimesini kirletmeme iddiasıysa komedidir. Onlar manipülasyonla başladıkları bu hikayede, amaçlarını sonunda açıktan söyleyip, sosyal demokrasi gelse yeter diyorlar. Onlar gerçek bir devrime duydukları korkuyla hareket ediyorlar. Elbette geçmişte devrimci mücadeleyle şöyle ya da böyle ilişkilenmiş olmaları üzerinden bu ihaneti makyajlayacak güzel cümleler kurabilirler. Ancak işçi sınıfı burjuva partilerinin temsilcilerini sözlerle yetinmeyecek kadar tanıyor. Bugünün durgunluğunda etki ettiklerini sananların yarının gerçek sarsıntılarında esamisi bile okunmayacaktır.