Hapishanelerde devrimci-yurtsever tutsaklara karşı baskılar, hak gasplarının gölgesi altında devam ediyor. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra “FETÖ” yargısından "gizli tanık" ucubeliğini devralan AKP yargısı tam bir giyotin gibi çalışıyor. Saray yargısının mağduru olan Halkın Hukuk Bürosu Avukatları Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal "adil yargılanma" hakkı için ölüm orucuna girmişlerdi. Timtik ne yazık ki taliye edilmediği için eylemin 238. gününde hayatını kaybetti, Ünsal ise şartlı tahliyesinin ardından eyleme son verdi.
Yaşanan bu hukuksuzluk, AKP'nin iktidara geldiği Kasım 2002'den bugüne -yargıda on yıllardır örgütlenen- o günün Fetullah Hoca'sının yargı kadrolarıyla ortak yapılandırılan bir konsepttir. Devrimci, yurtsever, komünist, insan hakları savunucusu, siyasetçi, çevreci, sendikacı, gazeteci vb. ne kadar muhalif varsa polis ve asker tezgâhıyla evleri basılarak tutuklandılar. Ardından sahte evraklar üretilerek, "gizli tanık" ifadeleri olduğu söylenen birtakım iddialara dayanarak zindanlara kapatıldılar. Bir kısmı serbest bırakılsa da çoğunluğu doğru-dürüst yargılanmadan zindanlarda çürütülüyor.
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre, Türkiye'de 272 kapalı, 76 açık cezaevi, 4 çocuk eğitimevi, 9 kadın kapalı, 7 kadın açık ve 7 çocuk kapalı cezaevi olmak üzere toplam 375 cezaevi bulunuyor. Yaklaşık 300 bin tutkulunun tutulduğu bu cezaevlerinin 175 tanesi AKP iktidarı tarafından son 14 yılda yapıldı. T. Erdoğan ve bakanları Kürt illerinde ‘hapishane açıyoruz’ diye “müjde” veriyorlardı utanmadan. Çürüyen dinci-faşist rejimin toplumsal öfkeyi baskılamak için bulduğu çare düzmece asker-polis-yargı tuzağı vasıtasıyla insanları içeri tıkamak oluyor.
***
15 Temmuz adı verilen darbe girişimi T. Erdoğan ile “FETÖ” arasındaki iktidar çatışmasının doruk noktası oldu. Gülenci kanadın Erdoğan'a karşı bir darbe aşamasına doğru gitmesini zorlayan T. Erdoğan, MİT vasıtasıyla olayı “kontrollü Erdoğan darbesi”ne dönüştürdü. Nitekim AKP şefi, darbeyi "Allahın Lütfu" olarak nitelemişti. Darbe girişimini fırsata çeviren T. Erdoğan’la müritleri, KHK’larla (Kanun Hükmünde Kararname), toplumun tüm muhalif kesimlerini hedef alan kendi darbelerini gerçekleştirdiler.
Darbenin ardından Gülen cemaatine mensup olan ya da olduğu iddia edilen on binlerce kişi de hapse atıldı. Bu dalgada hapse atılanlar arasında cemaat medyasında köşe başını tutanlar da var. Bunların en bilinen ismi ise, 10 Eylül 2016’dan bu yana tutuklu bulunan liberal yazar-gazeteci Ahmet Altan’dır.
Taraf gazetesinin kurucu yayın yönetmeni olan Altan, tasfiye edilen ‘Kemalist’ güçlere karşı baştan beri sert bir çizgi izlemişti. O dönem yere göğe sığdırılamayan AKP'nin parlatılmasında Altan ve Taraf gazetesinin yayın çizgisi büyük rol oynadı. İktidar ve rant uğrun T. Erdoğan’la çatışan cemaat de, 11 yıl boyunca ortağı olduğu, hizmet ettiği iktidarın gazabına uğradı. AKP tarafında yüceltilen “Hizmet Hareketi”, birden “Fethullah Terör Örgütü (FETÖ)” oldu. Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre “FETÖ” üyesi ya da yönetici olduğu iddiasıyla 26 bin 862 kişi tutuklu bulunuyor. Bu örgütle bağı olduğu iddiasıyla 135 bin 708 kişiyi kapsayan 69 bin 701 soruşturma devam ediyor.
Bu iki kirli ortağın çatışmasının görünümü bir fecaati gösterse de asıl fecaat bugün Erdoğan tarafından terörist olarak kabul edilen Gülen Cemaati'nin yargı mensuplarının kararlarıyla tutuklanan binlerce sol, yurtsever ve muhalif kişinin halen keyfi bir şekilde zindanlarda tutuluyor olmasıdır. Bu durum T. Erdoğan'ın bir dönem ‘suç ortağı’, bugün ise ‘baş suçlu’ olduğunun göstergesidir.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay başkanları, üyeleri çoğunlukla Gülencilerden oluşuyordu. Bu kişileri atayan ise T. Erdoğan'ın kendisiydi. "Ne istediniz de vermedik" diye yakardığında suç ortaklığını itiraf etmişti. Bu dönemin etkin aktörlerinden ve tanıklarından 2 kez gözaltına alınıp 2 kez tutuklanan gazeteci-yazar Ahmet Altan, 70 yaşında halen Silivri Cezaevi'nde yatıyor. Altan bu cezaevinde bulunduğu süre içinde Almanca ve İngilizceye çevrilen “Bir Daha Dünyayı Asla Göremeyeceğim” adlı bir kitap yazdı. Altan'ın kitabı, polisin ev baskını ve Ahmet Altan ve kardeşi Mehmet Altan'ın gözaltına alınmalarıyla başlıyor. Altan, içeride yaşadıkları, yargı süreci, beraber kaldıkları tutukları vb. konuları kaleme almış.
Kitabı okurken o 2000'li yıllarda yaşanan hukuksuzlukların bir bölümünü yaşamış, tanık olmuş biri olaraktan öfkelendiğim de oldu. Yazarın içerlendiği, serzenişte bulunduğu bu pespaye adaleti biz de yaşadık. Binlerce insan bu hukuksuzluğa kurban gitti. O zamanın mağduriyetini yaşayan, on yıllarını dört duvar arasında bırakan binlerce devrimci, yurtsever tutsak halen A. Altan’ın yanı başında bulunuyor. Tam bunları düşünürken kitapta 'Kelepçe’ adlı bölüme geldim. Bölümde “FETÖ”nün bir zamanlar yargı celladı olan ve bugün zavallı durumda düşmüş bir "yargıçla" karşılaşıyoruz.
Bölüm, yazarın "demir tabut" dediği ring arabasıyla hastaneye götürülürken bileklerine sıkıca vurulmuş kelepçenin verdiği acıyı vurgulayarak başlıyor. Altan bu yolculuğu üç kişiyle birlikte yapıyor. Bu üç kişi “FETÖ” üyesi yargıçtır. Bunların en yaşlısı 45 yaşlarındadır. Çeşitli illerde gözaltına alınan bu kişiler "askeri darbeye katılmak"la itham edilerek tutuklanıyor. İhtiyar yargıç hakkımda "hiçbir kanıt yok" diye ağlayarak Altan'a sarılıyor. Ve devamında "ben seni tutuklamasaydım, benim sıram gelmezdi" diyor. Yazar bu durumu yorumlarken "üçünün hiçbiri bu sıranın kendilerine nasıl geldiğini anlamadı. Kariyerleri boyunca muhtemelen yüzlerce, hatta binlerce kişiyi tutuklamışlardı. Bir gün aynı şeyin başlarına geleceği hiç mi aklına gelmemişti" diyor. Altan'ın kendisini bu söylediği sözün dışında tutması abes kaçıyor. Bizim de Altan'a deneyimli bir gazeteci ve yazar olarak, AKP-Cemaat ortaklığını savunurken, bugünkü durumun ihtimal dahilinde olacağını nasıl "hiç aklına getirmemişti?" diye sormamız yerinde olacaktır.
Altan, "ön tarafında oturan yaşlı yargıcın arkaya kendisine dönüp; "Cezaevlerinin bu kadar korkunç yerler olduğunu bilmiyordum" duraksadıktan sonra "gerçekten hiç dönüp düşünmedim, nasıl bir yer bu hapishaneler" sözlerinin dudaklarından döküldüğünü söylüyor. Altan yanında oturan yargıcın bir çocuk naifliğinde düşündüğünü betimlerken, "eğer ben bilseydim cezaevleri nasıl bir şeydir, bu kadar çok insan tutuklamazdım" pişmanlığını içeren sözlerini aktarıyor.
Güç ile ayakta olanların hayatın şiddetli şokları karşısında nasıl dayanıksız olduklarına tanıklığını seslendiren yazar, cezaevi psikiyatri kliniğini en çok ziyaret edenlerin bu yargı mensupları olduğunu belirtirken bir duruma dikkat çekiyor: "Ve içlerinde biri kapıya başını yaslayarak, ağlamanın eşiğinde, "Buna dayanamıyorum. Ailemi özlüyorum" yakarışını aktarıyor.
Kendi amaçlarına ulaşmamış olan bu çete mensupları bugün yaşadıkları ve kaldıramadıkları bu ağır koşulların on yıllardır devrimci, yurtsever ilerici tutsaklara yaşatılmasında rol almışlardı. Onlarca tutsak çeşitli hastalıklardan hayatını kaybetti. Şu an yüzlerce tutsak ağır sağlık sorunlarından dolayı salıverilmesi gerekirken içerde ölüme terk edilmiş durumda. Ve bu insanların büyük çoğunluğu bu “FETÖ”-polis-yargı çetesinin mağduru olarak içeride bulunuyor. Dün zulmün beterini yapanların bugünün mazlumunu oynamaları bir anlam ifade etmiyor. Nitekim ortakları Erdoğan'ın yapıp ettikleri orta yerde duruyor... Bunlar, kaçırdıkları fırsat ağlıyorlar. Yine aynı fırsatı yakalasalar aynı zalimliği devam ettireceklerine şüphe yoktur!
M. İmran