Dün Mısır, BAE, Yunanistan, Kıbrıs ve Fransa’nın dışişleri bakanları, telekonferans yoluyla bir toplantı gerçekleştirdiler. Toplantı sonrasında yayınlanan ortak açıklamada, bakanların, “Doğu Akdeniz’deki istikrarı ve barışı tehdit eden krizleri ele aldıkları” belirtildi.
Siyasi işbirliğini güçlendirmenin ve yoğunlaştırmanın stratejik önemini vurgulayan söz konusu devletler, Doğu Akdeniz’de güvenliği ve istikrarı artırmak için Ocak ayında yapılan Kahire toplantısının sonuçlarını teyit ederek, siyasi istişarelerin yoğunlaştırılmasının önemine dikkat çektiler. Açıklamada, sanki kendileri de provokasyon ve gerilimlerden birinci dereceden sorumlu değillermiş gibi, “Doğu Akdeniz’de gerilimin tırmanmasından ve sürekli provokatif eylemlerden derin kaygı duyulduğu” da ifade edildi.
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne aykırı hareket eden Türkiye’nin bir yıldan az bir sürede altı kez sondaj yaptığını hatırlatan bakanlar, bunun uluslararası hukukun açıkça ihlali anlamına geldiğini dile getirdiler. Beş ülke, “Türkiye’nin Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz faaliyetlerinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği münhasır bölgede gerçekleştiğini” savunarak, söz konusu arama çalışmalarının “uluslararası kanunlara aykırı olduğunu” öne sürdüler.
Toplantıya katılan devletler, Türkiye ile Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti (Fayiz es-Serrac) arasında imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına dair mutabakat muhtırası ile güvenlik ve askeri işbirliği alanlarını kapsayan mutabakat muhtırası anlaşmalarının da “uluslararası hukuka aykırı olduğunu” belirttiler. Mutabakat muhtırasının “üçüncü ülkelerin egemenlik haklarına müdahale edemeyeceğini, bu anlaşmaların deniz hukukuna uygun olmadığını ve üçüncü ülkeler için yasal bir yükümlülük doğuramayacağını” savundular.
Berlin Konferansı’nda uzlaşma sağlandığı üzere Libya’ya yönelik askeri müdahaleden kaçınılması gerektiği görüşüne bağlı olduklarını belirten söz konusu ülkeler, Türkiye’nin Libya’daki varlığını kınadıklarını açıkladılar. Beş ülke, Türkiye’nin Libya’daki faaliyetlerinin “Libya’nın komşuları ile Afrika ve Avrupa’nın istikrarına bir tehdit oluşturduğunu” savundu.
Libyalı taraflara ramazan ayı boyunca ateşkes çağrısı yapan ülkeler, Libya krizine BM himayesinde kalıcı bir siyasi çözüm bulmak için çalışmaya ve Berlin Konferansı’nın ortaya koyduğu üç fasıllı müzakerelere devam etmeye bağlı olduklarını belirttiler.
Toplantıya katılan ülkeler, ayrıca sivil göçmenlerin Türkiye tarafından sistematik olarak sömürülmesini ve onları Yunanistan’ın kara ve deniz sınırlarını yasadışı yollardan geçmeye zorlama girişimlerini de protesto ettiler.
Türkiye’den ortak bildiriye tepki
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, beş ülkenin dışişleri bakanları tarafından kabul edilen ortak bildiriye, “Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Fransa ve BAE Dışişleri Bakanlarının bugün Doğu Akdeniz ve Libya konusunda yayınladıkları ortak bildirinin, takip ettikleri politikalarla bölgesel kaos ve istikrarsızlık peşinde koşan, halkların demokrasi ümitlerini darbeci diktatörlerin fütursuz saldırganlığına kurban etmekte beis görmeyen, ancak hesapları Türkiye tarafından bozulduğunda hezeyana kapılan bir grup ülkenin ikiyüzlülüğünün ibretlik bir örneğidir.” ifadeleriyle tepki gösterdi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, açıklamasını, “Doğu Akdeniz’le hiçbir alakası olmayan BAE’yi ise diğer ülkelerle bir araya getiren, Türkiye düşmanlığından başka bir şey değildir. Bu ülkenin hem bize hem Libya’ya karşı sabıkası bellidir… Türkiye’nin uluslararası hukuk temelinde meşru menfaatlerini korumak amacıyla attığı adımların haksız ve hukuksuz gerekçelerle çarpıtılması asla kabul edilemez.” sözleriyle sürdürdü. Türkiye’deki dinci-gerici iktidarın sözcüsü, tıpkı şefi gibi arsızlığı düstur edinmiş olduğu içindir ki, “meşru menfaatlerin korunması amacıyla atılan adımların”, Türk sermaye devletinin bölge halklarına ve komşu ülkelere karşı kirli ve kanlı icraatlardan ibaret olduğunu pişkince “unutma”yı seçiyor.