BDA geniş çaplı grevlerin yasaklanmasını istiyor!

Sendikalar bu saldırıyı göğüslemeye hazır mı? - K. Ali

Eğer grevler devam ederse BDA'nın müdahalesi, ekonomik taleplerle başlayan grevlerin politik bir çehreye bürünmesine yol açabilir. Azami güçleriyle saldırıya geçen kapitalistlerin örgütlerine ve onların devletine karşı “asgari güç kullanarak azami başarı elde etmek” gibi “tılsımlı” kof söylemlerle işçileri aldatmaya çalışan sendika ağaları sermayenin en büyük hizmetkârları olduklarını gösteriyorlar.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 27 Şubat 2023
  • 15:30

100 bin posta çalışanının yüzde 15 ücret artışı talebiyle başlattıkları uyarı grev ve gösteriler devam ediyor. Süresiz grev için 20 Şubat günü fabrikalarda başlayan oylamalar ise 8 Mart'a kadar sürecek.

Tramvay ve otobüs şoförleri, itfaiyeciler, kreş, hastane çalışanları, havaalanı ile temizlik işçileri, belediyeler ve federal hükümette çalışan diğer kamu emekçileri uyarı grevlerine katıldılar. 19 Şubat günü 7 havalimanında başarılı ve etkili olan bir grev gerçekleştirildi. Çalışanların örgütlü olduğu Ver.di Sendikası’nın şefi Frank Werneke, çalışanların grev ve eylemlerle ortaya koyduğu karalılığın “gerçek bir baskı” sağladığını söyledi. 22 Şubat günü Potsdam'da TİS görüşmelerinin ikinci turu bu atmosferde başladı. Ulaşım, iletişim ve hizmet sektörü emekçilerinin ortaya koyduğu mücadele isteği ve kararlılığına Ver.di şeflerinin ne kadar sahip çıkacağını, emekçilerin gerçek enflasyonun bile altında kalan yüzde on beşlik ücret artışı taleplerini masada da savunup savunmayacağını önümüzdeki gün veya haftalarda göreceğiz. Sendika şeflerinin şimdiye kadarki sicili, sendikal bir başarı için bile olsa iyimser olmamıza izin vermese de (*), hizmet sektörü emekçilerinin ortaya koyduğu mücadele istek ve kararlılığı gelecek için iyimser olmamızı sağlıyor.

Hizmet sektöründe otaya çıkan mücadele isteğinin, Almanya solunda yaygın olan sendikalist eğilim temsilcilerinin iddia ettikleri gibi, “sendikaların artan mücadele isteği” ile ilgisi yok. Tersine bu mücadele bürokratlara rağmen, ağırlaşan iş yükü ve yüksek enflasyon karşısında emekçilerin dayanılması güç hayat koşullarına karşı biriken tepkilerinden kaynaklanıyor. Hal böyleyken “sendikaların artan mücadele isteği’ lafları edenler, sendika şeflerinin şimdiye kadar ortaya koydukları uğursuz icraatları unutturup boş hayallerle emekçilerin aldatılmasına çanak tutuyorlar. Bu yaklaşımları sergileyenler, çalışanlar arasında boş hayalleri körükleyerek, olası bir satış sonrasında işçiler arasında umutsuzluğun büyütülmesine hizmet ediyorlar. Oysa grevlerin kazanımla sonuçlanmasının yolu işçilerin işyerlerinde başlattıkları grev tartışmalarını “nasıl kazanırız” sorusuna yanıt arama seviyesine yükselterek açılabilir. İşyerlerinde tabana dayalı örgütlenmenin, kazanmanın olmazsa olmazlarından biri olduğunu propaganda edip, işçileri olası bir satışa karşı uyanık tutmak ve kuvvetle muhtemel olan satışı engellemeye çağırmak gerekiyor.   

İşçi sınıfının ortaya koyduğu mücadele kararlılığı ve işyerlerinde süren grev tartışmaları şimdiden İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun (BDA) şeflerini endişelendirmeye başladı. Kapitalist-emperyalist metropollerde İngiltere'den Fransa’ya, İtalya’dan Belçika ve Almanya'ya kadar yayılan grev dalgası, asalak kapitalistleri grev kırıcılığı için yol arayışına itti. “Demokrasi” lafları etmeye meraklı olan sermayenin örgütleri, zaten sınırlı olan grev hakkını daha da güdük hale getirmek için hükümetlere baskı yapmaya başladılar.

BDA İcra Kurulu Başkanı Steffen Kampeter, şöyle söylüyor: “Endüstriyel eylem hakkımız giderek öngörülemez hale geliyor. Bu nedenle endüstriyel eyleme yönelik yasal düzenlemeler gecikmiş durumda. Endüstriyel eylemin bir istisna olarak kalması gerektiğini açıkça ortaya koyan bir yasa, toplu pazarlığın güçlendirilmesine de katkı sağlayabilir.” (1)

Şu arsızlığa bakın! Neymiş; “endüstriyel eylemin bir istisna olarak kalması gerektiğini açıkça ortaya koyan bir yasa, toplu pazarlığın güçlendirilmesine de katkı sağlayabilir!” Vay arsızlar! İşçilerin yalnız kollarını değil, ayaklarını da bağlayıp yere yatırın ki, toplu pazarlığın güçlendirilmesine de katkı sağlayabilesiniz.

BDA'nın çağrısı, Almanya'da her halükârda yargı hukuku tarafından toplu pazarlık konularıyla sınırlandırılmış olan grev hakkının daha da kısıtlanmasından başka bir anlam taşımıyor. Geniş ve kapsamlı grevlerin bir şekilde yasaklanması talep ediliyor. Grev hakkını küçük çaplı yerel işletmelerle sınırlayıp etkisizleştirmek istiyorlar. Sağlık emekçilerinin grevlerine karşı İngiltere'de de tam olarak bu yapılmak isteniyor. İngiltere'de hazırlanan yasa tasarısı şirketlere ve devlete grevden etkilenen işyerlerinde asgari personel seviyelerini belirleme yetkisi veriyor. Yasa tasarısı, greve katılan bir sendikanın işbirliği yapmaması durumunda, sendikaları grevdeki şirketlerin zararlarını tanzim etmekle tehdit ediyor. Zaten mücadele isteği ve mecali olmayan sendika kasalarının parasal gücüyle övünen mevcut sendika yöneticileri 'tazminat' tehdidiyle can evlerinden vurulmak isteniyor.  

Alman Anayasa'sında 'grev hakkı’ kendi başına anayasal bir hak olarak tanımlanmıyor. Genel örgütlenme hakkından türetilmiş bir düzenlemeyle tanınan grev hakkı güdükleştirilerek toplu sözleşme dönemleriyle sınırlandırılmıştır. Örgütlenme hakkı anayasada net bir biçimde yer alırken, grev hakkı, yasal olarak bugüne kadar garanti altına alınmış değil” (2) diye yazan W. Dikhut, “grevlerin anayasal bir hak olarak garanti altına alınmamasının esas nedeni grevlerin ikili niteliği”dir diyor ve şöyle devam ediyor: “Her iki türü de (ekonomik ve politik) çoğu kez iç içedir...bu yüzden egemen sınıf bu konuda çok hassastır. Dolaysıyla hükümet ve parlamento grev hakkını anayasada garanti altına almaktan kaçınıyorlar.” (3)

Anayasal hak olarak işçilerin siyasi, dayanışma ve hatta ekonomik talepler için ortak mücadeleleri hep “suç” kapsamında değerlendiriliyor. İşçi grevlerine ve grevcilere karşı açılan davalar her defasında işçilerin ortak kolektif dayanışma eylemleriyle boşa çıkartıldı. Federal Almanya işçi sınıfı hareketi tarihi bu türden onurlandırıcı örneklerle doludur.

Hitler faşizminin yıkılmasından sonra 1949'da kurulan Federal Almanya'nın anayasasında dönemin sendika bürokratları tüm olumlu koşullara rağmen Alman anayasasında işçi sınıfının sınırsız grev hakkının anayasal güvence altına alınması için mücadele etmediler. Bundan cesaret alan BDA karşı saldırıya geçiyor. İşçi sınıfının zaten kuşa çevrilen grev hakkını tamamen yasaklayalım demiyor, -zira o zaman “Avrupa demokrasisi”nin maskesi düşerdi- ama grevi yasaklamaktan beter bir şekilde işlevsiz duruma düşürmek istiyor. İngiltere'deki yasa tasarısından ilham alan Alman kapitalistleri, grev silahını işçi sınıfının elinden almak için, gerekli personel sayısını belirleme hakkı istiyorlar.

BDA’nın bu saldırgan talebini, “Özellikle jeopolitik ve ekonomik açıdan karmaşık olan bu durumda denge korunmalıdır” argümanına dayandırmasından da anlaşılacağı üzere, kapitalist tekellerin asıl amacı Alman emperyalizminin 'jeopolitik' amaçları uğruna girişeceği saldırganlık ve savaş çizgisine göre vaziyet almaktır.

Alman Sendikalar Birliği'nin (DGB) ilk başkanı olan Hans Böckler şöyle diyordu: ''Bir zamanlar, pahası ne olursa olsun grev isteyen bir sürü aktif görevliler vardı; oysa bu, her türlü sendika ilkelerine aykırıdır, çünkü ilkelerimizin en önceliklisi, asgari güç kullanarak azami başarı elde etmektir” (4)

Eğer grevler devam ederse BDA'nın müdahalesi, ekonomik taleplerle başlayan grevlerin politik bir çehreye bürünmesine yol açabilir. Azami güçleriyle saldırıya geçen kapitalistlerin örgütlerine ve onların devletine karşı “asgari güç kullanarak azami başarı elde etmek” gibi “tılsımlı” kof söylemlerle işçileri aldatmaya çalışan sendika ağaları sermayenin en büyük hizmetkârları olduklarını gösteriyorlar. Zira bu kapsamdaki bir saldırı girişimini püskürtebilmek için işçi sınıfının tüm gücünü seferber etmesi gerekiyor.  

“Sendikalara devletin asayiş sağlayıcısı rolü verilmiştir” (5) diyen haleflerinin aksine, “Sendikaların artan mücadele isteği” üzerine güzelleme yapanlar, sendika şeflerine kalkan olma utancını taşımanın ötesine geçemeyecekler. Kavgaya tutuşan işçiler safsata ve hayallere prim vermeden, kendi öz gücüne dayanıp örgütlülüğünü sağlayarak birleşik bir güç olarak kapitalistlerin karşısına çıkmalıdır. Komünistler işçilerin bu çabalarının en samimi ve yılmaz savunucuları olarak onların hep yanında olacaklar.

(1) www.tagesschau.de, 22.2.2023

(2) Willi Dickhut, Sendikalar ve sınıf mücadelesi sf: 92

(3) age. Sf: 94

(4) age. sf: 83

(5) age. sf: 110

(*) Potsdam’da süren görüşmelerden gelen ilk haberler bu yargımızı doğruluyor:

Federal ve yerel yönetimlerin teklifi, iki adımda toplam yüzde beşlik bir ücret artışı ve toplam 2.500 avroluk tek seferlik ödemeleri içerirken, Ver.di ve memur sendikası ise yüzde 15'lik talebi yüzde 10,5 ücret artışı, ayda en az 500 Euro daha fazla ödeme olarak revize etmiştir.