Sermaye devletinin Kürt halkını hedef alan kirli savaşını sonlandırması için Ocak 2016’da “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza atan İstanbul ve Galatasaray üniversitelerinden akademisyenler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddianame hazırlandı. İddianamede, akademisyenlerin örgüt propagandası yaptıkları iddiasıyla 7,5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmaları talep edildi.
Cumhuriyet’ten Canan Coşkun’un haberine göre, Savcı İsmet Bozkurt hazırladığı iddianamede, 11 Ocak 2016 tarihli bildiriye ‘sözde barış bildirisi’ diyerek, PKK/KCK’nin alenen propagandası mahiyetinde olduğunu öne sürdü. İddianamede, Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı, Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya ve Doç. Dr. Kıvanç Ersoy’un yaklaşık 1 ay süreyle tutuklu kalmasına gerekçe gösterilen 10 Mart 2016 tarihli “Barış talebinde ısrarcıyız” bildirisi ile “PKK terör örgütü propagandasına ısrarla devam edilerek diğer şüphelilerin bildiri altındaki imzalarından vazgeçmelerinin engellenmesinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletine halen meydan okuyabildiklerini göstermenin amaçlandığı” iddia edildi. Savcı Bozkurt iddianamesinde, bildiri ile PKK/KCK’nin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerinin meşru gösterilerek bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapıldığını savundu.
Bildiride betimlenen tablo “tamamen gerçek dışı”
Bildiride, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki yerleşim alanları için betimlenen tablonun tamamen gerçek dışı olduğu, güvenilir bir temelden yoksun bulunduğu ve bu yönüyle bildirinin açık bir propaganda malzemesi olarak kullanılarak bir suçlama kampanyası başlattığı ileri sürüldü. Oysa Sur, Cizre, Şırnak kent merkezi, Nusaybin ve Yüksekova’da yaşanan çatışmaların ardından ortaya çıkan fotoğraflar yıkımın boyutunu gözler önüne sermişti.
“Legal görünümlü hamilik” suçlaması
İddianamede, akademisyenlerin bilim insanı sıfatını taşımalarından dolayı yasalarda belirlenen eleştiri sınırları içerisinde tepkilerini dile getirme hakkına sahip oldukları kaydedilerek, “Bunun aksine onur kırıcı ifadeler içeren, hakikatleri ters yüz ederek ve çarpıtarak sunan bir bildiri metni hazırlamak suretiyle terör örgütü propagandası yapmışlar, suç işlemişlerdir” denildi. İddianamede, akademisyenler PKK’nin sivillere, Türk ordu ve emniyet güçlerine yönelik saldırı eylemlerinin üstünü örtmekle suçlanarak, şöyle denildi:
“Türkiye Cumhuriyeti devleti, hükümeti, ordu ve emniyet güçlerini katliam yapmakla, daha açık bir ifadeyle bölge ahalisini ‘topluca öldürmek/kırmakla’ itham eden bu akademisyenler topluluğunun, bölgede devlet kurumlarını etkisiz hale getirerek ortadan kaldırmayı hedefleyen PKK/KCK’nın legal görünümlü hamiliğine soyundukları da gözardı edilmemelidir.”
Beraat eden akademisyen yine hedefte
Savcı Bozkurt iddianamesinde, Mart 2016’da gözaltına alınarak tutuklanan 3 akademisyene destek olmak için İstanbul Adliyesi’ne gelen ve gözaltına alınan Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Chris Stephenson’a da yer verdi. İddianamede, Stephenson’un çantasında kasıtlı olarak terör örgütü propagandası yapmaya yönelik materyallerle adliyeye geldiği, uluslararası camiada Türkiye aleyhine karalama kampanyasına destek sağlamak istediği öne sürüldü. Stephenson, hakkında açılan örgüt propagandası davasından Haziran 2016’daki ilk duruşmada beraat etmiş, mahkeme Stephenson’a atılı suçun yasada suç olarak tanımlanmadığını belirtmişti. Savcı Bozkurt’un propaganda materyali olarak tanımladığı şeyler ise HDP İstanbul İl Örgütü’ne ait “Nevruz” bildirileri idi.
“Türkiye yüzde yüz haklı” iddiası
Savcı Bozkurt, bazı yabancı kuruluşların daha önceden Türkiye’de yapmayı planladıkları etkinlik ya da organizasyonları Türkiye’de akademisyenlere karşı yapılan baskı ve hak ihlallerini gerekçe göstererek Türkiye’yi uluslararası kamuoyunun hedefi haline getirmek amacıyla iptal ettiklerini savundu ve şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye Cumhuriyeti devletini ve hükümetini yüzde yüz haklıyken haksızmış gibi göstermeye yönelik propagandayı daha da sansasyonel hale getirmeye yönelik bu tür eylemlerin kendiliğinden geliştiğini ve birbirinden bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değildir.”
“Bildiri ulusal ve uluslararası tehdit içeriyor” imiş
İddianamede, bildiride toplumsal baskı, korkutma, yıldırma ve sindirmeye yönelik ifadeler kullanıldığı öne sürülerek, ulusal ve uluslararası düzeyde tehdit içerdiği savunuldu. “Akademik nöbet ve sokak derslerinin çözümü sağlamaya değil sorunu tırmandırmaya yönelik olduğu” iddia edilerek, “yapılan propaganda ile kamuoyunun ve üniversite gençliğinin işlenen suça ortak edilmek istendiği” savunuldu.