14 Kasım’da Ankara’da “Geçinemiyoruz” başlığıyla bir miting yapıldı. DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve ASMMMO’nun çağrısıyla gerçekleşen miting, her şeyden önce geçinemeyenleri alana taşıyamaması, daha doğru bir ifadeyle taşıma çabası içinde olmamasıyla, günü kurtarmak için yapılan bir eylem olmanın ötesine geçememesiyle dikkat çekti.
Günü kurtarmak için diyoruz, çünkü miting öncesinde konuştuğumuz Yenimahalle ve Çankaya belediyelerindeki Genel-İş üyesi işçilerinin yapılacak mitingden haberleri dahi yoktu. İşçiler işyeri temsilcilerine mitingi sorduklarında temsilcilerin de haberinin olmadığı görüldü.
Miting öncesinde şahit olduğumuz bu tablo miting alanına da tüm çıplaklığıyla yansımıştı. Mitingde DİSK’in varlığından söz etmek mümkün bile değildi aslında. Emekli-Sen’in sınırlı sayıda katılımı dışında, DİSK’e bağlı diğer sendikaların, bırakalım üyelerini, yöneticileri bile miting alanına gelmemişti.
Ankara’da DİSK’in ana gövdesini oluşturan Genel-İş’in örgütlü olduğu ve binlerce işçinin çalıştığı belediyeler olan Çankaya ve Yenimahalle belediye işçilerinin mitingden haberinin dahi olmaması, gelinen noktada sendikal bürokrasinin işçi sınıfı mücadelesinden uzaklığını ve ciddiyet yoksunluğunu göstermesi açısından önemli bir veri olarak önümüzde duruyor.
Bir sendika konfederasyonu düşünün, örgütleyicisi olduğu mitingin çağrısını kendi üyesi olan işçilere dahi duyurmadan, gönül rahatlığıyla mitinge katılsın. Hatta katıldığı mitingin kürsüsünden konuşma yapan temsilcisi aracılığıyla hamasi nutuklar atsın. Ciddiyetsizliğin bu kadarına da pes dedirtecek bir tablo… Bu, aynı zamanda bugünün koşullarında kendi misyonunu yerine getirmeyen bir anlayışın yarattığı bir gerçeklik.
“Geçinemiyoruz” başlığı altında gündemi bütçe, asgari ücret ve hayat pahalılığı olan bir mitingin örgütleyicisi olan bir işçi sendikası bu durumdan en fazla etkilenen işçileri o mitinge taşımak için hiçbir çaba harcamıyor. Hatta üyesi işçilere haber dahi verme zahmetinde bulunmuyor. Sözde sınıfın “örgütlü” bölüğünü oluşturan sendikalı işçiler bizzat bağlı bulundukları konfederasyon tarafından mitinge çağrılmıyor. Dahası, sendika üyesi işçilerin bizzat örgütlenen mitingin özneleri olarak miting çalışmasını yürütmeleri ve daha fazla işçiyi o alana taşımaları gerekirken, kendilerinin çağrılmadığı bir tablo ile karşılaşmış oluyoruz.
DİSK açısından miting gününe yansıyan ciddiyetsizlik aslında mitingin örgütleyicisi olan beşliyi de kesen bir yerde duruyor. Miting açısından tek sorun DİSK’in kendi üyesi işçilere haber vermemesi de değil. Bu büyük bir ciddiyetsizlik olmakla birlikte, miting, ön süreci ile birlikte değerlendirildiğinde toplamda bir ciddiyetsizlik bütünü ortaya çıkıyor.
Herkesin kabul edeceği üzere bir eylem ya da etkinlik, var olan bir soruna karşı tepki göstermek ile birlikte saldırıyı geri püskürtmek, koşulların iyileşmesi için kazanım elde etmek için yapılır. Bunu yapabilmek için sadece kendi üyelerine, örgütlü güçlerine haber vermek de yeterli değildir. Başta işçi sınıfı olmak üzere, sorundan rahatsızlık duyan emekçi kitlelerin en geniş bölüğünü o eyleme katmak için bir ön sürecin işletilmesi gerekir. Eğer soruna ciddiyetle yaklaşıyorsanız örgütlediğiniz her eylemi ve etkinliği ciddiyetle ele alır, onun gereklerini yaparsınız. Yok bir ön süreç işletmeden miting duyurusunu 5 gün önceden yapıp, devrimci, ilerici kurum ve DKÖ’lere miting için toplantı çağrısını üç gün önceden yapıyorsanız, hatta kendi işçilerinize haber vermeye tenezzül dahi etmiyorsanız bu miting niye yapılmıştır? Yaptığınız mitingden bekletiniz nedir? Miting yapmak yerine çoğu durumda tercih ettiğiniz gibi kapalı salonlarda kimseye haber verme zahmetini dahi göstermeden yaptığınız gibi bir basın toplantısı da yapabilirdiniz.
Ya mitinge katılmak için alana gelmiş Şişli belediyesi direnişçi işçilerini polis noktasında “tanımıyoruz” diyerek alana almayıp geri çevirmek ne anlama geliyor? Mitinge katılmak için gelen işçilerin, sözde bu ülkenin en ileri sendika ve odalarının örgütleyicisi olduğu bir miting alanına bizzat tertip komitesi tarafından polisle iş birliği içinde alınmaması nasıl açıklanır?
DİSK dışında kalan miting örgütleyicisi kurumlar kendi üyelerini mitinge görece taşımış olsalar da bu, ön süreci ve miting anında ortaya çıkan ciddiyetsiz tabloda sorumlulukları olduğunu gerçeğini değiştirmiyor. “Geçinemiyoruz” mitingi baştan sona her yönüyle günü kurtarmanın, “biz yaptık oldu” demenin ötesinde bir anlam taşımıyor. Miting, katılımının zayıflığından cansız ve coşkusuz atmosferine kadar her yönüyle günü kurtarmaya dönük atılmış bir adımdı.
Siz yaptığınız eylemin güçlü ve kitlesel geçmesi açısından bir çaba ortaya koyarsınız, ancak buna rağmen nicel açıdan katılım zayıf olabilir. Bu noktada zaten kimsenin söyleyecek bir sözü de olmaz. Katılım azdır ama coşkusuyla, içeriğiyle güçlü bir eylem ortaya çıkar. Ancak Ankara’da yapılan “Geçinemiyoruz” mitingi, miting günü ve ön süreciyle birlikte düşünüldüğünde ortaya çıkan tablo mitingin hem nicelik hem de nitelik açısından neden zayıf geçtiğini ortaya koymaktadır. Mitingin ruhsuz ve cansız tablosu da tüm bunların üstüne eklenmektedir.
Bu açıdan İstanbul’da Ekim sonunda yapılan İşçi-Emekçi Mitingi, ön süreci ve miting günü tablosuyla, Ankara’daki “Geçinemiyoruz” mitingine tersinden bir örnektir. Miting öncesi direnişler ziyaret edilmiş, direnişçi işçilere miting çağrısı taşınmıştır. Miting örgütleyicisi kurumların yaptığı ön çalışma ile yapılacak eylem başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun gündemine sokulmaya çalışılmıştır. Miting günü nicel açıdan katılım zayıftır ama yağmurlu havaya rağmen coşkulu, canlı bir miting yapılmıştır.
Ankara’daki “Geçinemiyoruz” mitinginin ön sürecinde ortaya çıkan tablo sendikal bürokrasinin yabancısı olmadığımız bir tutumudur aslında. Kuruluş süreçleri ve onu takip eden belli bir dönem tüm yasaklara, baskılara rağmen sokakta hak arayan, fiili-meşru eylem ve direnişlerle her türlü saldırıya göğüs gererek yolunu yürüyen sendika ve odaların sarı sendika olarak suçladıkları ve gerçekte de öyle olan anlayışlarla benzer bir konuma düşmeleri aslında diyecek fazla bir laf bırakmamaktadır. Ancak bugün kendi dükkanları olarak gördükleri sendika ve odalarda keyiflerine göre davranıp her istediklerini yapabileceklerini sananların ne denli yanıldıklarını kendilerine göstermek, işçi sınıfı devrimcileri olarak boynumuzun borcudur. Bugün görmezden gelerek yok saydıkları, iradelerini hiçe sayarak dışladıkları işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sendikal bürokrasiyi koltuklarından edip sınıfa ihanetlerin hesabını soracağı günler er ya da geç gelecektir.
Bu ülkenin mücadele tarihi açısından birikim ve değer yaratmış kurumların kimsenin tekelinde olmadığı, ilk başta o koltuklara çöreklenmiş bürokratlar tarafından bilinmelidir. O değeri yaratan Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, yaratılan değerlere ihanet ederek ayaklar altına alan bürokrat kasttan günü geldiğinde hesap soracaktır elbette.
Çöreklendikleri koltukları kaybetmemek adına her türlü tavizi veren, devletin icazetine sığınarak fiili-meşru mücadeleden uzak duranlar mücadeleyi değil teslimiyeti örgütler. Bunun karşısında bugün ihtiyaç olan, sınıfın tabanda birliğini sağlamak, söz, yetki ve kararın sendika bürokratlarında değil sendikaların asıl sahibi işçi ve emekçilerde olduğunu gösterecek bir işleyiş yaratabilmektir. Ancak böyle olduğu oranda günü kurtarmak için yapılan göstermelik eylem, etkinlik ve mitinglerin önüne geçilip, gerçek anlamda hak alıcı bir mücadele hattı örgütlenebilir.
H. Volkan