Sermaye devletinin kontrgerilla artıkları ve DTCF’de yaşananlar

Yemekhane boykotuna katıldığımız; ulaşım sorununa ses çıkardığımız; sağlıklı ve doğru düzgün barınma koşulları istediğimiz; laik, bilimsel, anadilde eğitim istediğimiz; okulların şirket, öğrencilerin de müşteri olmadığını haykırdığımız; Kürt illerine dönük işgallere ve katliamlara susmadığımız; dostun ve düşmanın önünde arşa çıkardığımız “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” şiarı için, sergiledikleri saldırgan politikanın ölü doğmuş bir organizma olduğunu, yüzlerine vura vura haykıracağız.

  • Haber
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 14 Kasım 2019
  • 13:06

Köşeye sıkıştıkça hırçınlaşan sermaye devleti kitleleri dizginleme aracı olarak kontrgerilla güçlerini kullanıyor. Üniversitelerdeki devrimci-ilerici kesime yönelik sistematik saldırıların arkasındaki temel gerekçe, toplumsal sorunlara duyarsız kalmayan, politik veya politize olmaya eğilimli, boyun eğmeyen bireyleri korkutmak ve sindirmektir. Yakın zamanda Hacettepe Üniversitesi’nde topluluk tanıtım standına yapılan saldırı, Ankara Üniversitesi Cebeci Yerleşkesi’nde İklim Grevi Forumu bahane edilerek gerçekleştirilen provokatörlük, Ankara Üniversitesi DTCF’de 10 Ekim sürecinde kontrgerilla artıklarının okula saldırısı ve son olarak ODTÜ’de yapılması planlanan “Cumhuriyet” yürüyüşü bu gerçekliğin somut yansımalarıydı.

Sermeye devletinin saldırılarına karşı koyuşun ve kitlelerde biriken öfkenin “dizginleyicisi” olan kontrgerilla artıklarının, bu saldırgan politikanın tetikçilik ayağını oluşturduğu açıktır.

Dekanlık himayesinde sermaye devletinin ideolojik tetikçilerine açılan alan ve bu alanı işgal eden “artıkların” kendilerini var ettikleri konumları bilmek, bununla beraber ideolojik dayatmaların nedenlerini gözetmek, mücadelenin eksenine oturan esas unsurlardan birkaçıdır. İdeolojik dayatmalara karşı militan mücadelenin kavranması, mevcut sorunun teorik-politik temellerinin kavrayışından geçer. Mevcut sorunun maddi temellerinin kavranışı, bunu izleyen politik mücadele hattının çizilmesi, alandaki kitlenin politik mücadele hattına çekilmesi, bu doğrultuda sergilenen eylemsellik mevcut çelişkinin çözüleceği gerçeğini beraberinde getirir. Üniversite bileşenlerinin karşı karşıya geldiği sorunlar devrimci mücadelenin sağladığı müdahale ile ortadan kalkacaktır.

AÜ-DTCF’de müdahalenin yakıcı önemi bugünlerde kendini daha fazla hissettiriyor. Mevcut somut durumda önümüze koyduğumuz sorular, “Bu alana nasıl müdahale edildi?” ve “Bu alana nasıl müdahale edilecek?” olmalıdır.

10 Ekim süreci ile çatışmanın iyice gün yüzüne çıktığı DTCF’de, her şeyin yalnızca bir faşistin yaptığı aşağılık paylaşımla başlamadığının bilinmesi gerekir.

Varlığı ile bir yaşam tarzını, bilgi birikim seviyesini, “ideolojik” kavrayışını da yansıtan faşist çetelerin canlı bir organizma gibi doğup, yaşayıp, öldüklerini göz önünde bulundurmak ve yaşayan bir organizmanın yaşamsal açıdan kendini ayakta tutacak olan sinir sisteminin çökme ihtimalini de bilmek gerekir.

16 Ekim’de DTCF öğrencileri devletin kendisi ile dolaysız bir şekilde karşı karşıya geldiler. Her biri tek bir organizmanın unsurları olan dekan, polis, ÖGB, kontrgerilla artıkları arasındaki işbirliği, somut durumun gerçekliğine oturan güçlü bir yapıyla karşı karşıya getirdi öğrencileri. Sıcak bir çatışmanın olmadığı alanlarda saldırganlığın süreğen bir hal almasının amacı, başta da vurguladığımız gibi, düzenin çürümüş politikalarına boyun eğmeyen, mevcut tutuma eğilimi olan kesimi korkutmak ve sindirmektir.

Yemekhane, ulaşım, barınma sorunlarından tutalım da kültürel etkinliklere müdahalelere kadar birçok şey ideolojik dayatmaların veya egemen sınıfın ve egemen ideolojinin içinde bulunduğu tehlikenin ve bundan kaynaklanan saldırganlığının ifadesidir. Mevcut saldırganlığa karşı koyan DTCF öğrencilerinin dekanlığın soruşturma terörüne maruz kalmaları, devletin yumuşak karnını gösterdi.

Faşizme karşı dayanışmayı dar bir grup çevresine değil, okul tabanına yaymak ve okul tabanında, var olan soruna dair yaratılan “karşıt grupların çatışması” algısını kırmak, var olan sorunun kendisini, yani sermaye devletini ve eğitim alanında uyguladığı politikaları teşhir etmek gerekir.

Okulun disiplin yönetmeliği dayatmasıyla beraber geriye çekilen, moral gücünü kaybeden, çekinen öğrencilere yönelmeli ve mevcut sorunun kolektifin sorunu olduğu gerçeğinin bilince çıkarılması için azami düzeyde çaba göstermeliyiz. Mevcut çelişkinin çözülmesine yönelik çizdiğimiz politik hattın devrimci militan mücadelede bize yüklediği görevlerin bilincine varmalıyız.

Yemekhane boykotuna katıldığımız; ulaşım sorununa ses çıkardığımız; sağlıklı ve doğru düzgün barınma koşulları istediğimiz; laik, bilimsel, anadilde eğitim istediğimiz; okulların şirket, öğrencilerin de müşteri olmadığını haykırdığımız; Kürt illerine dönük işgallere ve katliamlara susmadığımız; dostun ve düşmanın önünde arşa çıkardığımız “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” şiarı için, sergiledikleri saldırgan politikanın ölü doğmuş bir organizma olduğunu, yüzlerine vura vura haykıracağız.

Ankara DGB