20. Milli Eğitim Şûrası yedi yıllık bir aradan sonra geçtiğimiz hafta KaçAK sarayda toplandı. Eğitim-Sen ve Eğitim-İş Sendikaları Şûra’nın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde toplanmasını boykot ederek katılmazlarken, aralarında TÜGVA, İlim Yayma cemiyeti, Önder İmam Hatip Mezunları, Şuurlu Öğretmenler Derneği gibi sermaye iktidarına yakın birçok dernek, vakıf ve tarikatın da olduğu dinci gerici kurumlar saraya doluştular.
Milli eğitim şûralarının alacağı kararlar her ne kadar Milli Eğitim Bakanlığı için bağlayıcı nitelikte olmayıp tavsiye niteliğindeyse de yedi yıl sonra şûranın toplanması kuşkusuz dinci-gerici iktidar cephesi açısından bir anlam taşıyor. Tüm kamusal alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da ciddi bir çürüme gündemde. Pandemi ile beraber eğitim sistemindeki çürüme derinleşti ve sistem adeta çöküş yaşadı. Eğitimde yaşanan bir buçuk yıllık kayıp zamanla milyonlarca işçi ve emekçi çocuğunun eğitim hakkı gasp edildi. Paralı eğitim uygulamaları başta olmak üzere bir dizi uygulama nedeniyle, en güdük, niteliksiz eğitim dahi ulaşılamaz hale geldi. Eğitim hakkına ulaşmak işçi ve emekçi çocukları için her geçen gün daha da zorlaştı.
Öte yandan söz konusu eğitimin niteliği de önemli sorun alanlarından biri. Dinci-gerici iktidar kendi ideolojisini işçi ve emekçi çocuklarına dayatmak, itaatkâr ve biat eden bir nesil yaratmak istediğini her fırsatta dile getiriyor, uygulamaları ile gösteriyor. Bunları “zorunlu din dersleri, seçmeli derslerde din eğitimin zorunlu hale getirilmesi, tarikat ve cemaatler ile imzalanan iş birliği protokolleri, manevi rehberlik” gibi örnekler ile çoğaltmak mümkün.
Sermaye iktidarının 20. Milli Eğitim Şûrası’ndan beklentisi de tıpkı bir önceki şûralarda olduğu gibi okullarda dinsel gerici uygulamaların artması ve bu uygulamaların yasal zemine kavuşturulmasıydı. 20. Şûra’nın kamuoyunda en çok tartışılan gündemi “okul öncesi eğitimin dinsel gericiliğin eline teslim edilmesi” oldu. Milli eğitim şûralarının işleyişine göre öncelikle özel ihtisas komisyonlarında öneri ve talepler görüşülür. Burada alınan kararlar ise şûra genel kuruluna taşınır ve bir karara bağlanır. Dinci gerici iktidar, “okul öncesi dini eğitim kararını”, Milli Eğitim Şûrası Okul Öncesi Eğitim Komisyonu’nda reddedilmesine rağmen yandaş Eğitim-Bir-Sen’in şûra genel kuruluna taşıması üzerine onayladı ve kabul etti. Üstelik okul öncesi eğitimin “zorunlu ve ücretsiz” olması talebi aynı genel kurul tarafından yok sayılarak kabul edilmemişken...
“Okul öncesi dini eğitim” kurumları kuşkusuz yeni bir tartışma değil. Yahut yalnızca Milli Eğitim Şûrası tarafından onaylandığı için başlamayacak. Üstelik yasal olarak hiçbir dayanağı olmasa da bu gerici kurumlar yoksul emekçi mahalleri başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında oldukça yaygın. Bu sözde eğitim kurumları “sıbyan mektepleri” olarak da biliniyor. Kuruluşu Osmanlı’ya dayanıyor. Dünden bugüne yalnızca dini eğitim veriyor. Bugün adeta her yoksul mahallede merdiven altı şeklinde onlarcası mevcut. Bunlar, dinci gerici tarikat ve vakıfların eli ile işçi ve emekçi çocuklarının, daha küçücük yaşlardan başlanarak dinsel gericilikle sersemletilmesini amaçlıyor. Önceki milli eğitim şûralarında ilköğretimde 4+4+4 kararı da benzer bir amaçla alınmıştı: Dinci gerici “eğitim” kurumlarını yasal statüye kavuşturmak ve daha küçük yaşta çocukların tarikat ve vakıfların sözde eğitim kurumlarına gönderilmesi. Diyanet’in “okul öncesi dini eğitim”e dönük hazırlığı ise uzun bir süredir devam ediyordu. 4-6 yaş arasındaki çocuklara Kur’an kursları açılması ve bunların okul öncesi eğitim olarak sayılması için bir dizi hazırlık sürüyordu.
Dinci faşist iktidarın “okul öncesi dini eğitim” kararı ile bir taşla iki kuş vurmak istediği oldukça açık. Birincisi, yukarıda da özetlendiği gibi, kendi dinsel gerici ideolojisini işçi ve emekçi çocuklarına dayatmaktır. İkincisi ise en az birincisi kadar önemli olan “okul öncesi ücretsiz ve zorunlu olması gereken eğitimde” devletin yükümlülüğünü üzerinden atmaktır. Yoksul işçi ve emekçileri gerici tarikatların yerden mantar gibi biten dinci gerici eğitim kurumlarına mahkum etmektir. Çünkü halihazırda okul öncesi eğitim yasal olarak zorunlu ve ücretsiz değil. Üstelik okul öncesi eğitim yoksul işçi ve emekçiler için fahiş ücretler anlamına geliyor. Sermaye iktidarı “okul öncesi dini eğitim” ile bu yoksul işçi ve emekçilere dinci gerici tarikatları, vakıfları, dernekleri adres olarak gösteriyor. Yoksul çocuklar bu kurslara gitsin, sorgulamayan, düşünmeyen bireyler olarak toplumdaki yerini alsın istiyor.
Bugün hangi yoksul semtinde hangi okula gidilse bir tarikat ile bağının olduğu, gerici bir dernek ve vakıf ile iş birliği içinde olduğunu, zorunlu dini derslerin bu tarikatların eline bırakıldığını görmek mümkün. Bu dinci gerici tarikat, vakıf ve derneklerin çocuklarımıza, gençlerimize ölüm, taciz-tecavüz dışında bir şey getirmediğini somut olaylar gösteriyor: Ensar Vakfı’nda 40 küçük çocuğun istismar edilmesi, Aladağ’da bir tarikat yurdunda 11 çocuğun yakılarak katledilmesi, daha geçtiğimiz aylarda Muş’ta bulunan bir yatılı Kur’an kursunda 12 yaşındaki Mehmet Halit Yavuz’un şüpheli bir şekilde ölümü, Antalya’da bir tarikat yurdunda başı kesilerek katledilen 18 yaşındaki Mehmet Sami Tuğrul… Yalnızca bu örnekler bile devletin işçi ve emekçi çocuklarını tarikatların eğitim kurumlarına, yurtlarına mahkum etmesinin sonuçlarını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.
“Okul öncesi dini eğitim”in de farklı bir sonuç vermeyeceği gün gibi ortadadır! Her yaşta parasız, nitelikli, eşit bir eğitim herkesin hakkıdır!