1950’lı yıllarda Türkiye’de kapitalistleşme süreci hızlanırken, buna bağlı olarak toplumsal mücadele dinamiklerinin filizleri de boy vermeye başladı. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişip yayılmasının yarattığı çelişkiler, sınıflar mücadelesinin yeni bir düzeye doğru yol almasının da maddi-toplumsal koşullarını yarattı.
Dönemin ilk güçlü çıkışları, ekonomik ve sosyal saldırıların hedefinde olan işçi sınıfından geldi. Nispeten durgun geçen 1950’li yılların bitiminden sonra hareket güç kazanmaya başlıyor. 31 Aralık 1961’de gerçekleştirilen Saraçhane Mitingi, işçi sınıfı hareketinde yeni bir dönemin başladığını haber vermişti. Bazı tahminlere göre 200 bine yakın işçinin katıldığı bu mitingle yakılan ateş, yıllar içerisinde yayıldı ve işçi sınıfının örgütlülüğü hem nicel hem nitel açıdan sıçrama yaşadı.
Yükselen mücadeleyi kucaklayacak devrimci bir partinin olmadığı o dönemde işçiler sendikalar ve TİP çatısı altında mücadele etmeye başladı. Aynı yıllarda gençlik alanında da hareketlenmeler artmaya başladı. Anti-emperyalist eylemler, sosyal-siyasal saldırılara karşı yükselen mücadele giderek gençlik alanına da yayıldı. TİP gençlik hareketi için de çekim merkezi oldu. Bunun ilk yansıması, Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kurulması oldu.
Fikir Kulüpleri Federasyonu 12 Kasım 1965’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi kantininde, Ankara’daki diğer üniversitelerden öğrenci delegelerin de katıldığı bir toplantı ile kuruldu. Politik bir atmosferde yaratılan FKF’nin çıkışı da politik bir anlam taşıyordu.
Ankara’da kurulan FKF kısa sürede kent sınırlarını aştı. Gençliğin mücadele ettiği birçok ilde lise ve üniversitelerde FKF’nin yerel örgütleri oluşturuldu. FKF’nin çıkışının politik anlamı önemli olmakla birlikte, içinde aydınların da olduğu elit bir yapı olmanın ötesine çok geçemedi.
1960’lı yılların sonlarına doğru tüm dünyada sosyal-siyasal mücadele gelişti. Anti-emperyalist hareketler hem kitlesellik hem militanlık açısından büyük bir ivme kazandı. Dünyanın farklı kıtalarında yakılan mücadele ateşleri Türkiye topraklarında da yankısını buldu. Anti-emperyalist damarın hakim olduğu dönemin gençlik hareketi birçok kitlesel eylem örgütledi. Bu anti-emperyalist eylemlerin en kitleseli 6. Filo’nun İstanbul’a gelişine karşı yapıldı. 6. Filo eylemlerinin gerçekleştirilmesi, gençliğin birleşik, kitlesel devrimci bir mücadele yaratma inanç ve özgüvenini arttırdı.
Sosyalist bir atmosferin oluşması ve devrimci kitlesel birleşik gençlik hareketini kucaklama iddiası ile mücadele eden gençlik, kısa sürede FKF’nin sınırlarını aşmış ve 10 Ekim 1969’da DEV-GENÇ’i yaratmıştır. Bu devrimci gençlik örgütünün mücadele sahnesine çıkışı ile birlikte FKF misyonunu fiilen tamamlamıştır.
Geçmişten öğrenelim, aşarak geleceğe yürüyelim!
Yazık ki, bugün FKF ya da DEV-GENÇ gibi gençliği kucaklayabilecek birleşik, kitlesel devrimci bir gençlik hareketi yaratabilecek örgütlülük mevcut değil.
Birleşik önderliğin eksikliğinin önemini anlamak açısından son üç yılda gerçekleştirilen eylemler ve mücadele sürecine bakmak bizlere daha net bir bakış kazandıracaktır.
Gençlik hareketinin son yıllarına baktığımızda 2018 yılında üniversitelerin bölünmek istenmesine ve akademiye yönelik saldırıya karşı İstanbul Üniversitesi’nde başlayan ve ilk günlerde iki bine yakın öğrencinin katıldığı eylem süreci var.
Türk sermaye devletinin Efrîn işgaline karşı Boğaziçi Üniversitesi’nde gösterilen anti-emperyalist tepki var. Bunda gençlik örgütlerinin etkin bir rolü oldu.
Son olarak AKP-MHP rejiminin üniversitelere dönük politik saldırılarından biri olan kayyım rektör atamasına karşı gelişen eylem süreci var. AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın intihalci bir kuklasını rektör olarak dayatmasına karşı gelişen ve “söz, yetki, karar” hakkının ayaklar altına alınmasına karşı özerk-demokratik üniversite istiyoruz” şiarıyla Boğaziçi Üniversitesi’nde 4 Ocak günü başlatılan eylem var. Bu eylem Boğaziçi özelinde kalmayıp, birçok şehirde ve üniversitede gençliğin eylemli çıkışına da zemin hazırladı.
Boğaziçi süreci öncesinde gençlik hareketine hakim olan dağınık ve gençlik örgütlerinin öznelerine daralan bir gençlik hareketi tablosu vardı. Boğaziçi’ndeki direniş süreciyle bu darlık bir nebze aşıldı. Ancak hareketin durulmasıyla birlikte gençlik hareketi tablosu yine gençlik örgütlülüklerinin öznelerine daraldı.
Bu darlığı aşmak ve geleceği kucaklamak geçmiş deneyimlerimize ve örgütlülüğümüze daha dikkatli bakmakla, deneyimlerden öğrenirken geçmiş aşmak ve günün ihtiyaçlarına uygun devrimci gençlik hareketi yaratmakla mümkün olabilir.
Hakların her geçen gün tırpanlandığı, yasakla, baskıyla, polis zorbalığıyla gençliğin özgürlüklerinin giderek kısıtlandığı, kapitalist sistemin gençliği geleceksizliğe sürüklediği bu dönemde tarihimiz bir kez daha bize yol gösteriyor.
Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi yaratmak bugünün en acil ihtiyacı olarak önümüzde duruyor. Bu uğurda çaba harcamak ise, geleceği kazanma kaygısı olan her devrimci gencin temel sorumluluğudur.
K. Sönmez