Almanya’da iltica talepleri hukuksuz bir şekilde reddedilen Sinem Mut ve Anıl Kaya, Türkiye’de yaşadıkları baskılar, Almanya’daki iltica süreci ve karşı karşıya oldukları sorunlarla ilgili sorularımızı yanıtladılar…
- Öncelikle kısaca kendinizi okuyucularımıza tanıtabilir misiniz?
Bizler, Sinem ve Anıl adında Türkiyeli iki Kürt-Alevi mülteciyiz. Ülkemizde akademik hayatımız devam ederken asgari demokratik bir ortamda ve insanca yaşama olanağımız kalmadığı için 2019 yılının Mart ayında Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldık ve Almanya’ya gelerek iltica talebinde bulunduk.
Tüm süreci birlikte yürütüyoruz zira nişanlıyız ve uzun süredir birlikte yaşıyoruz…
Türkiye’de yasal haklarımızı kullandığımız için, tüm dünyanın da tanık olduğu üzere antidemokratik, hukuksuz ve baskıcı bir zihniyetle Tayyip Erdoğan tarafından yönetilen günümüz Türkiye’sinde hapis cezasına çarptırıldığımız ve ‘terörist’ ilan edildiğimiz için ülkemizi terk etmek zorunda kaldık. Ama her şeye rağmen hayatlarımıza devam etmeye çalışıyoruz.
Sinem Mut: 29 yaşındayım, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Kurumları Yönetimi Bölümü’nden 2013 yılında mezun oldum. Ankara Üniversitesi Sağlık Kurumları Yönetimi Bölümü’nde doktora öğrencisiydim. 2014 yılında araştırma görevlisi kadrosuna atandım ve Ankara Üniversitesi’nde çalışmaya başladım. Ayrıca 2018 Eylül-Aralık aylarında Ankara Üniversitesinin onayıyla Hochschule Neu-Ulm’de Erasmus programında misafir öğrenci olarak ders aldım. Almanya’ya iltica talebinde bulunduğumda hala bu görevi sürdürüyordum.
Anıl Kaya: 32 yaşındayım, Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden 2015 yılında mezun oldum. Almanya’ya gelmeden önce Selçuk Üniversitesi’nde Sanat Tarihi bölümünde yüksek lisans öğrencisiydim. Bir yandan da özel bir şirkette idari işler departmanında çalışıyordum.
- Yaklaşık on yıl önce, 12 Kasım 2012 tarihinde gözaltına alındınız ve hakkınızda “yasadışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla dava açıldı. Suçlamalar ve yargılama sürecini okuyucularımıza biraz açar mısınız?
Bahsettiğimiz yıllarda Türkiye’de Tayyip Erdoğan rejiminin demokrasi getireceğine inananların sayısı oldukça fazlaydı. Bizler o dönemde Tayyip Erdoğan ve AKP’nin gerici ideolojisine karşı çıkan binlerce insandan sadece ikisiyiz. Hapishanelere konulan ve demokratik örgütlenme hakkı dahi kullandırılmayan iki kişi... Hapishanelerde bizleri Meclis İnsan Hakları komisyonu üyeleri ziyaret etti. CHP (Hüseyin Aygün, Veli Ağbaba) ve HDP’li vekiller yaşadığımız hukuksuzlukları, hapishanede maruz kaldığımız darp ve işkenceyi kamuoyuna duyurdu. Ancak bizler yine de bu haksızlık içinde sessizce yaşamaya devam ettik. Ülkemizde AKP ve Tayyip Erdoğan rejiminin gerici uygulamalarına karşı binlerce insan gibi mücadele ettik ancak gelinen aşamada yargının bağımsız bir karar vermesi mümkün değildi ve öyle de oldu. Tüm bu yaşadığımız mağduriyet bilinmesine karşın 14 arkadaşımızla birlikte 6,3 yıl hapis cezasıyla karşılaştık ve ülkede yaşama şansımız elimizden alındı.
Daha önceki haberler ve röportajlarda da belirttiğimiz gibi biz Ankara’da öğrenci olduğumuz dönemde yasal bir derneğe (Demokratik Haklar Derneği) üye olduğumuz gerekçesiyle 12 Kasım 2012 tarihinde gözaltına alındık ve hakkımızda “yasadışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla ceza davası açıldı. Ben (Sinem) gözaltı işlemlerinin ardından çıkarıldığım mahkemece tutuklanarak Ankara Sincan F Tipi Kadın Kapalı Cezaevi’ne gönderildim. Yargılama sırasında hakim bize, “Aslında tutuklanmanızı gerektirecek bir delil yok ancak hakkınızda bir belge var o yüzden tutuklamak zorundayım” dedi ve iki ay sonra bahsettiği belgenin kriminal incelemesi yapıldıktan sonra bizi serbest bıraktı. Çünkü bizimle ilgisi olduğu düşünülen belgenin polis tarafından hazırlandığı anlaşılmıştı.
Yargılamamız, Türkiye’de olağanüstü adaletsizliklerin yaşandığı bir dönemde gerçekleştirildi. Yedi yıl sürdü ve bu yedi yılda 18 duruşma görüldü. Biz tüm bu süre boyunca sadece bir duruşmaya katıldık. Zira dediğimiz gibi Tayip Erdoğan Türkiye’sinin genel adaletsizlikleri bir yana, bu dönem ayrıca olağanüstü bir dönemdi. Değişen heyetler, savcılar, görevden almalar, dosyayı hazırlayan yetkililerin tutuklanması gibi nedenlerle süre uzadıkça uzadı.
İşte mahkumiyetimize gerekçe yapılan o “suçlar”: yasal bir derneğe üye olmak; 8 Mart, 1 Mayıs, Newroz, 2 Temmuz Sivas Katliamı, Roboski Katliamı gibi tarihi günlerde demokratik haklarımızı kullanarak, üyesi olduğumuz dernek ile birlikte mitinglere katılmak; bugünlerin anlam ve muhtevasıyla ilgili sloganlar atmak; Türkiye cezaevlerinde, işkence ile katledilen ya da yargısız infazlarla yaşam hakkı elinden alınmış insanlar için adalet talep etmek, o insanları unutturmamak ve bunun gibi en sıradan demokratik, yasal hak kullanımlarımız…
- Alman mahkemeleri siyasi iltica talebinizi hangi gerekçelerle reddetti?
Almanya’da mahkemelere Tayyip Erdoğan’ın demokrat olmadığını ve Türkiye’nin evrensel hukuk normlarına göre karar vermediğini anlatmak zorunda kaldık. Türkiye’de yargı mekanizmasının, polisin ve savcının direk Erdoğan’ın talimatları ile karar verdiğini, verilen bu kararların hiçbir demokratik mekanizma ile denetlenemediğini ve bu sürede insanların hapishanelerde haksız yere yıllarca hapis yattığını, bu süre içinde hapishanelerde ve gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını anlattık. Ancak ne yazık ki Alman makamları bizim haksızlığa uğradığımıza bir türlü ikna olmadılar.
İşte bu yargılama ve hakkımızda verilen ceza nedeniyle Almanya Anayasası’nın “Siyasi nedenlerle kovuşturulanlar, sığınma hakkına sahiptir” maddesi doğrultusunda sığınma talebinde bulunduk ancak Augsburg 4. İdare Mahkemesi, bir adaletsizlik anlamına da gelen, uzun süren ve kâğıt üzerindeki duruşmalar nedeniyle bu yargılamayı adil buldu.
Hakkımızda açılan ve tek bir duruşmasına çıktığımız dava, bizi hiç görmeyen bir heyet tarafından 14 Mart 2019 yılında sonuçlandırıldı. Ve ikimize de 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
Augsburg 4. İdari Mahkemesi duruşmada bize “İbrahim Kaypakkaya sizin için ne ifade ediyor?”, “Evinizde İbrahim Kaypakkaya’nın kitabı bulundu mu?”, “İbrahim Kaypakkaya’nın afişini astınız mı?” gibi birçok soru sordu.
Kamuoyunda Münih davası olarak bilinen ve bizimle hukuki, fiili hiçbir bağı bulunmayan bir yargılama iltica talebimizin reddine emsal olarak alınmış. Duruşmada bahsi dahi geçmeyen, dosya içeriğinden hakkımızdaki kararla haberdar olduğumuz ve üstelik hala sonuçlanmamış bir yargılamanın sığınma talebimizin reddine gerekçe yapılması karşısında maalesef söyleyecek bir şey bulamıyoruz.
“Belgeleriniz doğru ama Türkiye sizi haklı gerekçelerle yargılamış: Sizi iade edeceğiz”
BAMF’ın belgeleriniz inandırıcı değil diyerek ret kararı verdiği, bizim avukatlarımızdan bir kez daha isteyip Almanca’ya çevirerek mahkemeye sunduğumuz belgelerin hakim tarafından inandırıcı bulunduğunu söylemek isteriz. Ve Augsburg 4. İdari Mahkemesi’nin, bu kabulden de hareketle “Türkiye sizi haklı gerekçelerle yargıladı”, “Siz örgüt üyesi olabilirsiniz” diyerek, “Türkiye Hapishanelerinde kötü muamele ve işkence olduğu söylenemez”, “Türkiye’de idam kararı yok, bu yüzden Türkiye’ye iade edilmemizin insan hakları ve özgürlük hakkı ihlali anlamına gelmeyeceği” gibi ifadeler kullandığını okuduk.
Kararın tamamını okudukça mahkemenin adil olmayan bir karar vermiş olmasının ötesinde, özel bir kötülük haliyle karşı karşıya olduğumuz hissine kapıldık. Söylemediğimiz şeyler vardı kararda, başka türlü ifade ettiğimiz birtakım ifadelerimiz çarpıtılmıştı ve birçok yerde Türkiye’de sistematik adaletsizlikler, hukuksuzluklar yokmuşçasına olumlu inançlarına dayanan değerlendirmeler vardı.
- Sizinle beraber aynı davada yargılanan ve yurtdışına çıkıp siyasi iltica talebinde bulunan 10 kişinin iltica taleplerinin kabul edildiği bilgisini edindik. Bununla ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Bu konu hakkında söylemek istediğimiz ilk şey, arkadaşlarımızın oturum hakkını elde etmeleri onların hakkı ve bunu elde ettikleri için çok mutlu olduğumuzdur. Arkadaşlarımız aynı koşullarda, benzer zamanlarda Almanya ve İsviçre’de bu hakkı elde ederken bizim bu haktan mahrum bırakılmamız tek kelime ile adaletsizlik. Biz bunu Bayern Eyaleti’nde olmamıza bağlıyoruz. Biz bu adaletsizliğin dayanışma ile hak kazanımına dönüşeceğine inanıyoruz.
Biz bu kararın Almanya’nın Tayyip Erdoğan ile son dönemde de açıkça gördüğümüz mülteci krizi ile ilgili işbirliğinin bir sonucu olabileceğini düşünüyoruz ve temas kurduğumuz Alman siyasiler de bize bunun doğru bir fikir olduğunu ifade ediyorlar. Biz inanıyoruz ki Almanya, Tayyip Erdoğan’ın şantajlarına boyun eğmeden, diktatörlerin zulmüne uğrayan biz ve bizim gibi insanlara uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını iade edecektir.
- Dinci-faşist iktidarın ırkçı politikalarının ürünü olarak son dönemde Ankara, Konya ve Aydın’da Kürt halkına karşı katliamlara varan silahlı saldırılara tanık oluyoruz. Alevilere dönük saldırılar da bu faşist ve ırkçı saldırıların bir başka cephesini oluşturmaktadır. Şimdi de Suriyeli ve diğer mültecilere karşı linç girişimleri başlamış bulunuyor. Öncelikle ilerici ve devrimci bir kadın olarak Türkiye’de dinci-faşist iktidara karşı mücadele etmek büyük bedeller istemektedir. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Evet haklısınız Türkiye’de ve dünyanın herhangi bir yerinde baskıcı, dinci ve gerici iktidarlara karşı mücadele etmek kadınlar için bir kat daha zor ancak ben inanıyorum ki kadınların mücadele etmek için daha fazla nedeni var. Türkiye’de geleneksel devlet refleksi ne yazık ki siyasal İslamcı, Türk ve Sunni mezhebi çerçevesinde hareket etme eğiliminde, bu sebeple kendisine karşı mücadele eden tüm toplumsal kesimlere karşı düşmanca bir tutum sergilemekten geri adım atmıyor. Ancak Kürtler ve Aleviler ne olursa olsun, hakim devlet ideolojisine göre her zaman karşıt bir güç olarak görülüyor. Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı da bu bakış açısının en açık temsilcileridir.
Konya’da Kürt bir ailenin bütün devlet görevlilerinin gözleri önünde önce linç edilmesi, ardından bir süre sonra evlerinde silahla vahşice katledilmesi hepimizi derinden üzdü. Tayyip Erdoğan ve devletin HDP’nin politik etkisini kırabilmek için her fırsatta dillendirdiği Kürt düşmanlığı bizce bu katliamı yapmak isteyenlere cesaret verdi. Arından devlet görevlilerinin ve İçişleri Bakanı’nın yaptığı “iki aile arasında husumet” açıklaması Kürtlerin kendisini güvende hissetmemesi için çok şey ifade ediyor. İzmir’de Deniz Poyraz’ın HDP binasında katledilmesi ve ardından polislerin gösterdiği umursamaz tavırlar, orman yangınlarını “Kürtler yaptı” suçlamasıyla linç girişimlerine dönüştürme isteği ve bunun gibi onlarca örnek ne yazık ki Tayyip Erdoğan’ların gerici-dinci ideolojisinin toplumda destek bulduğunu gösteriyor.
Son dönemlerde de Suriyeli ve Afgan göçmenlerin ülkeye gelişiyle Avrupa’da görmeye alışık olduğumuz göçmen karşıtlığı Türkiye’de de kamusal alanda varlığını hissettirdi. Bu sayede sağcı-popülist bir söylem ile ırkçılık kendini toplumda geniş kesimlere kabul ettirmek istiyor. Önemli bir tehlike olarak gördüğümüz göçmen karşıtlığının Türkiye’de bir an önce doğru bir politika ile normalleştirilmesi gerekiyor. Aksi halde göçmenlere karşı kitlesel katliamların ve linçlerin önü alınamayabilir. Ne yazık ki devlet önceki pratiklerinden de bildiğimiz gibi böyle bir katliamı engellemekte çok isteksiz görünüyor ve bizzat politika yoluyla bunun zeminini hazırlıyor.
Biz inanıyoruz, Türkiye’de var olan devrimci ilerici birikim Tayyip Erdoğan ve benzerlerini bir gün alt edecek ve yaşanabilir bir ülkenin kurulmasının önünü açacak.
- Son bir soru olarak yaşadığınız hukuksuzluk üzerine ilerici kamuoyuna ulaşabilme şansınız oldu mu? Değilse bu konuda söyleyecekleriniz nelerdir?
Evet, bu konuda şanslıyız çünkü beklediğimizin üzerinde bir ilgi ve destek gördük. Özellikle Almanya’da faaliyetlerini Grüne ve Die Linke içinde sürdüren Türkiye kökenli siyasetçiler, ardından Alman siyasetçiler ve göçmen dernekleri bizimle dayanışma içerisindeler. Ayrıca Alevi dernekleri ile Avrupa’daki Kürt örgütlenmeleri ve eklemeden geçmek istemediğimiz Barış için Akademisyenler (BAK) bizimle sürekli iletişim halinde kaldı ve onların destekleri bize güç ve moral verdi.
Almanya ve Türkiye’de yayın yapan birçok gazeteci ve internet sitesi bizimle hızlı bir şekilde temas kurarak konunun gündeme gelmesini sağladı. Geçmişten günümüze ilişkilerimizi sürdürdüğümüz, benzer kaderi paylaştığımız birçok insan bizimle bu zorlu süreci dayanışarak geçirdi. Onların da desteği olmasaydı biz bu konuyu gündemde tutmakta zorlanırdık. Sizin aracılığınızla hepsine teşekkürlerimizi iletiyoruz.
Ancak belirtmek isteriz ki hala bizim için tehlike devam ediyor. Şu anda avukatımız Roland Meister aracılığıyla tekrardan politik iltica talebimizin kabulü için resmi girişimlerde bulunduk. Bu sayede 21 Ağustos’ta geri gönderilmemiz önünde şu anda hukuki bir engel var ancak başvurumuz reddedildiği takdirde bizi tekrar geri göndermek isteyebilirler. Biz mücadele etmeye devam ediyoruz ve gelişmelerin takip edilmesini oldukça önemsiyoruz.
Bize sayfalarınızda yer verdiğiniz için teşekkürler. Dayanışmayla…
Kızıl Bayrak / Essen