Filistinli direnişçilerin işgalci İsrail rejimine karşı 7 Ekim’de gerçekleştirdiği “Aksa Tufanı” hareketini bahane eden Siyonistlerin başlattığı vahşi soykırım saldırısı beşinci ayına girdi. Saldırıda üçte ikisi çocuk ve kadınlardan oluşan 30 bini aşkın kişi katledildi. Filistinli kaynaklar yaralıların sayısının ise 70 bine ulaştığını belirtiyor. Soykırım saldırısı devam ederken, bu suçu işleyen ırkçı-faşist İsrail ile her koşulda ona destek sağlayan emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki stratejik planlarının tarihsel ve politik yönden tartışıldığı bir seminler düzenlendi.
İsviçre’nin Lozan kentinde düzenlenen seminerde Siyonizm’in ne olduğu, Ortadoğu’daki emperyalist strateji ve politikaların tarihsel anlatımı ile bugün bu soykırıma karşı neler yapılabileceği konuları üzerinde duruldu.
Etkinlik, Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen bir grup insanın konuya dair tartışmalarından çıkan sonuçlar üzerine gerçekleştirildi. Önden yapılan tartışmalarda seminerde ele alınacak konu başlıkları seçildikten sonra yaklaşık bir ay süren okuma ve araştırmalar gerçekleştirildi. Seminer, hazırlanan bir el ilanı ile Filistin halkıyla dayanışma eyleminde dağıtıldı ve özellikle sosyal medya aracılığıyla tanıtıldı. Ayrıca Lausanne Palistine adında ve geneli üniversitelilerden oluşan bir gruba moderatörlük teklif edildi. Böylece bu grubun etkinliğe desteği de sağlandı.
Etkinlik ilk olarak, “Üstünlükçü bir ideoloji olarak Siyonizm” başlığı altında yapılan sunumla başladı. Siyonistler gelmeden önce Filistin topraklarında uzun bir dönem Filistin ve azınlık konumundaki Yahudi toplumlarının aynı topraklarda kardeşçe yaşadıkları anlatıldı. Sonrasında Siyonizm’in doğuşu ile o dönem dünyanın emperyalist hegemon gücü olan İngiltere’nin yardımıyla gelişimi aktarıldı.
Siyonist teorisyenlerin siyonizmin genel olarak bir ırk kavramına dayalı özcü bir ideoloji olduğunu ve teorinin temellerinde soykırım amaçları yattığı, Mussolini gibi faşist bir ideolojiden de esinlendiği belirtildi. Siyonistlerin “Büyük İsrail Projesi” ile Filistin topraklarının gerçek sahibi olan Arap halkının terör, katliamlar, etnik temizlik gibi vahşi saldırılara maruz bırakıldığı aktarıldı. Filistin halkının topraklarının %88’ini gasp eden siyonistlerin, bölge ülkelerinin ‘Balkanlaştırılması’ projesinin de temel aracı olduları ifade edildi.
Son olarak, anti-semitizmin siyonistler ve hamileri tarafından bir araç olarak kullanıldığı, İsrail’in işlediği soykırım suçunun bu araçla örtülmek istendiği, siyonistlerin Nazilerle işbirliği yapmaları, dünyadaki Yahudi nüfusunun İsrail’e göç ettirilmesi ve bugüne kadar siyonist rejimin emperyalist güçlerle ‘suç ortaklığına’ dayalı ittifaklar kurduğu açıklandı.
İkinci bölümde, ilk olarak kısaca Ortadoğu’nun politik ve ekonomik açıdan stratejik bir bölge olduğu ifade edildi. İngilizlerden sonra bölgeye hakim olan Amerikan yönetiminin, bölgenin taşıdığı hayati önemi pek çok kez dile getirdiği hatırlatıldı.
Sonrasında, Ekim Devrimi ve Sovyetlerin kurulmasıyla iki kutba bölünen dünyaya vurgu yapılarak, ikinci emperyalist paylaşım sonrasında İngiltere’nin gerilemesi ve hegemonyayı ele geçiren Amerikan emperyalizminin işçilerin, emekçilerin ve ezilen hakların başına bela olacağını, Ortadoğu’da çeşitli doktrinler ve projeler adı altında savaşlara girişeceği aktarıldı.
Sovyet etkisini sınırlamak için Truman Doktrini ile Yunanistan ve Türkiye’ye yapılan para yardımları, sonrasında Türkiye’nin ‘Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurulmasıyla dinin önün açıldığı ve bunun da Amerikan’ın bir planı olduğu ifade edildi. 1980 yılında askeri faşist bir darbeyle devrimci akımların ve işçi hareketinin ezildiği ve neo-liberal politikaların önün açıldığı aktarıldı.
Devamında, İran devrimiyle Şah rejiminin yıkılmasıyla önemli bir müttefikini kaybeden ABD’nin Carter Doktrinini devreye sokarak kökten dinci grupları desteklediği, Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesi ve gelişen devrimci akımları etkisizleştirmeye dönük girişimlerde bulunduğu ifade edildi. Emperyalistlerin 2000’lerin başında Türkiye’de “Ilımlı İslam Projesi” diye AKP’yi piyasaya sürdükleri ve bu modeli Ortadoğu halklarına pazarlamak istedikleri ifade edildi.
“Arap Baharı” diye anılan toplumsal hareketlerin gelişmesini fırsata çevirmeye çalışan emperyalist/siyonist güçler Mısır, Tunus gibi ülkelerde ‘AKP Modeli’ partilerin başa geçmesine destek verdiler. Ancak halklar kısa sürede bu dinci-Amerikancı partilerin foyasını gördü ve onlara karşı isyan ederek ‘Ilımlı İslam’ projesini çökerttiği anlatıldı.
Son olarak, Filistin toplumunun nesnel niteliği gereği devrimci olduğu, geçmişte devrimci hareketlerin içinde ve etrafında kenetlenerek mücadele ettiğine dikkat çekildi. Ancak bölgeyi hedef alan gerici saldırı sürecinde devrimci hareketlerin güçten düştüğü ve dinci akımlarla direnişi sürdürdüğünü, fakat hangi ideolojik akım olursa olsun, Filistin halkının anti-emperyalist ve anti-siyonist kimliğini yitirmediği için devrimci doğasını koruduğu açıklandı.
Seminerin son kısmında, siyonizmin ve kökten dinci akımların kapitalist-emperyalizmin ürünü olduğu ve iki ideolojinin de kapitalizme destek verdiği, ilerici-devrimci, komünist hareketlere karşıt olduğu belirtildi. Bu akımların dünyayı metafizik bakışla anlatarak, esas olan sınıf savaşımlarının üstünü örtmek istediği bundan dolayı tarihsel ve ekonomik ilişkilerin materyalist bir şekilde okunması gerektiği açıklandı. Avrupa solunun, siyasi mücadelenin kriminalize edilmek istendiği bu süreçte örgütlenme ve mücadele etmek üzere harekete geçmesi gerektiği ifade edildi. Son olarak, kalıcı barışın ancak Marksist, devrimci ve sınıfsal çözüm öneren hareketlerin güçlenmesiyle mümkün olacağı vurgulandı.
Yaklaşık 40 kişinin katıldığı seminerde, soru-cevap kısmında ise eylem önerileri konuşuldu. Filistin meselesi farklı ideolojik bakışta olan kişileri ilgilendirdiği için birçok farklı eylem önerisi getirildi. Fakat genel anlamıyla sokakların boş bırakılmaması, Filistin halkıyla dayanışma için yapılacak farklı eylem biçimlerine katılma çağrısıyla etkinlik sonlandırıldı.
Kızıl Bayrak / Lozan