İtalya’da rejim krizine paralel olarak bir hükümet krizi yaşanıyor. Sermaye krizin tüm faturasını işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yüklemeye çalışıyor. Bu saldırı dalgasına karşı İtalya işçi sınıfı 29 Ocak’ta bir günlük genel greve giderek tepkisini ortaya koydu. Ancak işçi ve emekçilerin bu tepkisi hükümet krizi, yeni hükümet kurma çabaları vs. ile gölgelendi.
Başbakan Guiseppe Conte, 26 Ocak 2021’de hükümet başkanlığından istifa etti. Ancak yeni bir hükümet kuruluncaya kadar geçici Başbakan olarak görevde kalmaya devam edecek. Guiseppe Conte, 20 Ağustos 2019’da da istifa etmişti. Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella’nın isteği üzerine geçici olarak görevde kalmıştı. Conte, aynı yılın 5 Eylül’ünde Mecliste yeniden güven oyu alarak, Beş Yıldız Hareketi (M5S) ve Partito Democratico (PD) koalisyonundan oluşan hükümetinde eski/yeni Başbakan oldu. 13 Ocak 2020’de İtalya’da hükümet koalisyonu yeniden dağıldı.
Yaşanan kriz, sadece bir parlamento krizi değil elbette. Eski başbakanlardan Matteo Renzi, iki bakanını kabineden çekti ve partisi İtalia Viva ile hükümetten ayrıldı. PD, M5S ve Başbakan Giuseppe Conte’nin Liberi e Uguali (LeU) liberal koalisyonu parlamentodaki çoğunluğu kaybetti. Renzi, PD’nin bir üyesi olarak hükümetteki beş yıllık başbakanlığının ardından, Eylül 2019’da partiden ayrılarak şu anki partisi İtalia Viva’yı kurdu. Yeni partisi ile girdiği seçimlerde 30 milletvekili ve 18 senatörle “anahtar parti” rolüyle Conte’nin hükümetinde yer alarak yeniden meclise girdi. Renzi ile Conte arasında, AB fonlarının kullanılması dahil olmak üzere haftalarca süren anlaşmazlıklar doruğa ulaştı. Avrupa Birliği’nin İtalya için verdiği ve “Euro Kurtarma Fonu”nda bulunan 36 milyar euronun yanı sıra, başka fonlar ve korona yardımlarının kullanımı ve miktarı, anlaşmazlıkların esas sebebi olarak öne çıkıyor.
İtalia Viva, fonları kabul etmekten yana tavır sergiliyor. Ancak popülist Beş Yıldız Hareketi, Başbakan Conte’yi de ikna ederek bu talebe karşı çıktı. Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella, parlamentoda çoğunluğu bulmak için hesap kitap yaparken, ‘kurtarıcı haber’ 2 Şubat’ta finans kapitalden geldi. Avrupa Merkez Bankası’nın eski başkanı Mario Draghi’ye hükümeti kurma görevi verileceği müjdeli haber olarak, İtalya basınının manşetlerini süsledi. Akabinde Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi. Draghi’nin bir teknokrat hükümeti kurma beklentisi de dolaşıma sokuldu.
Hükümeti kurmakla görevlendirilen Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) 73 yaşındaki eski Başkanı Mario Draghi, görevi devralmasının hemen ardından halka “bu zor zamanda birlik olma” çağrısı yaptı. “Hükümeti kurma çalışmalarında siyasi partilerle, çözüme dayalı ve sorumluluk bilinci çerçevesinde görüşmeler yapacağını” belirten Draghi, “ülkenin zor zamanlardan geçtiğine, büyük bir sağlık krizinin yaşandığına” dikkat çekerek, “birlik” çağrısını yenilemeyi ihmal etmedi.
Hükümet krizinden daha fazlası
Euro Kurtarma Fonu’nda bekleyen paraların hangi şirketlere ve nasıl peşkeş çekileceği kavgası yaşanırken, AB Mario Draghi ile “krize” direk müdahil olmuş oldu. Hükümet dağılmadan önce, İtalya burjuvazisi hükümette işçi sınıfı ve emekçilere karşı bir kıyım planı dayatmıştı. İtalya’nın en büyük sermayedar kuruluşu olan İtalya İşverenler Birliği (Konfindustria) ve salgın sırasında kârlarına kâr katmaya devam eden şirketler, saldırı planlarını alenen açıklama cüreti göstererek, koşulsuz işçi çıkarma ‘özgürlüğü’ dahil olmak üzere, krizin tüm maliyetlerini işçi sınıfının ve çalışanların omuzlarına yüklemek istiyorlar.
İtalia Viva, sermayenin bu talebini karşılamaya dünden razı. AB’nin atadığı kayyum Başbakan, çantasında AB’nin “reform” taleplerini de birlikte getirdi. AB daha çok özelleştirme, daha çok kıyım istiyor Darghi’den. Finans kapitalin atadığı Mario Draghi’nin kuracağı olası bir hükümetin şimdiden “AB’nin mandası” olarak anılmaya başlanması, Darghi’yi zor günlerin beklediğini gösteriyor.
Öyle ya da böyle, sermaye neoliberal saldırı dalgasını hayata geçirmek niyetinde. Burjuvazi şimdilik Mario Darghi ile bu saldırı dalgasının gerçekleşebileceğine inanıyor, inanmak istiyor. Elbette ki burjuvazi, 29 Ocak’ta bir günlük genel grevle ilk tepkisini dile getiren, mücadeleci bir geleneği olan İtalya işçi sınıfını tümden hesap dışı tutarak bunu başaramayacağını biliyor. Bu nedenle sermaye, liberal sol da dahil tüm politik bileşenleriyle “hepimiz aynı gemideyiz” seferberliği ile yolu kendisi için düzlemeye çalışıyor. Tüm mesele işçi sınıfı ve çalışanların, kaptanı sermaye olan bu gemiye tayfalığı kabul edip etmemesine bağlı.