ABD emperyalizmi, 1 Şubat’ta Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. NATO üyesi tüm ülkelerin desteğini de alan bu açıklamadan bir gün sonra, Rusya da bu anlaşmadan doğan yaptırımları tanımayacağını ilan etti.
1980’li yıllar, bütün Avrupa’da milyonlarca insanın nükleer silahlanmaya ve savaş tehlikesine karşı çok yaygın eylemlerine sahne olmuştu. Bu eylemlerin basıncıyla 8 Kasım 1987 yılında ABD ile Sovyetler Birliği arasında nükleer silahları yasaklayan bir anlaşma imzalandı. INF’ye göre orta menzilli (500 ile 5.500 km) nükleer silahlar üretilmeyecek, var olanlar ise imha edilecekti. Anlaşmanın bir sonucu olarak o tarihte Sovyetler Birliği’nin elinde bulunan SS 20 ile ABD’nin elinde bulunan Pershing II ve US-Cruise Missiles Typ “Tomahawk” isimli 2.692 füze imha edilmişti.
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu, 1991 yılında Rusya, Belarus, Kazakistan, Ukranya, Almanya, Macaristan, Polanya Çek cumhuriyeti, Slovakya ve Bulgaristan bu anlaşmaya dahil edildiler. 32 yıl önce imzalan bu anlaşma, bu zamana kadar nükleer silahlanmaya karşı atılmış en önemli adımdı. Nükleer bir savaştan en çok etkilenecek olan Avrupa halklarının ve milyonlarca insanın katılımıyla yıllarca süren eylemleri bu anlaşmanın asıl yaratıcısıydı.
Büyük mücadelelerin basıncıyla imzalan nükleer anlaşma, 2018 Ekim’inde ABD emperyalizmi ve sözcüsü Trump tarafından, sudan gerekçelerle, tek taraflı olarak iptal edildi. Gerekçe olarak Rusya’nın elinde bulunan SSC-8 füzelerinin, 500 kilometre sınırlarını aşıyor olması öne sürüldü. Rusya’nın bütün itirazları ve denetim çağrıları, başta Avrupa basını olmak üzere Batı’da görmezden gelindi ve manipüle edildi. Doğa Bilimcileri İnisiyatifi (NaturwissenschaftlerInnen-Initiative), bu ikiyüzlü tutumu açığa çıkartı. Kurumun yaptığı açıklamaya göre, “INF anlaşmasına göre, anlaşmayı imzalayan ülkeler, herhangi bir şüphe durumunda bağımsız kurumlar tarafından yapılmak kaydıyla, şüphelerin açığa çıkartılması amacıyla her türlü denetleme ve kontrol yaptırma hakkına sahiptirler.” Bu kadar açık bir madde varken ABD emperyalizmi bu hakkı kullanmak yerine, asıl amaçları ve saldırgan politikaları gereği anlaşmadan tek taraflı ayrılmayı tercih etti.
ABD emperyalizminin hedefleri
Ayrılmanın bir diğer gerekçesi olarak da “Doğu ve Asya’daki nükleer gelişmeler” adı altında Rusya, Çin ve İran’ın nükleer silahlara sahip tehlikeli ülkeler haline gelmeleri gösterilmektedir. Oysa gerçekte, ABD emperyalizmini rahatsız eden asıl sorun, bir dünya devi haline gelmiş olan Çin’in ekonomik alanda ulaşmış olduğu gelişmedir. Çünkü nükleer silahlar bazında kıyaslandığında Çin, ABD’nin karşısında %4’lik potansiyeli ile bir hiçtir. Bu durum, SIPRI adlı kurumun 2016 yılındaki nükleer silahlara sahip ülkelerin ellerindeki füzelerle ilgili açıklamasından da görülmektedir. Nükleer başlıklı füzelere sahip ülkelerin ellerindeki füze sayısı (Rusya 7200, ABD 7000, Fransa 300, Çin 260, İngiltere 215, Hindistan 100-200, Pakistan 110-130, İsrail 80, Kuzey Kore 10. - SIPRI 2016 Raporu) emperyalist ikiyüzlülüğü açıkça göstermektedir.
Öte yandan bu aynı anlaşma, ABD tarafından Almanya ve Romanya’ya Gryphon adı altında yerleştirilen SM-3 Tomahawk nükleer başlıklı füze rampaları ile defalarca ihlal edilmiştir. Bu rampalar sözde savunma amaçlı kullanılırken, aynı zamanda füzelerin fırlatılması işlevine sahiplerdir. Rusya’nın tüm itirazlarına ve bu rampaların kontrol edilmesi çağrılarına hiçbir zaman olumlu karşılık verilmemiştir. Çünkü bu silahlar, INF’ye göre imha edilmeleri gerekirken, hâlâ hem Almanya’da hem de Romanya’da aktif bir vaziyette elde tutuluyorlar. Bu rampaların ve ABD’ye ait savaş gemilerindeki nükleer füzelerin saldırı amaçlı kullanılabileceği ise uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. Thinktank Brookings adlı kurumun silah uzmanı olan Steven Pifer tarafından hazırlanan bir rapora göre, “Almanya, Romanya (yakın bir tarihte Polanya’ya yerleştirilecek olan rampalar) ve ABD’nin savaş gemilerindeki nükleer başlıklı orta menzilli füzelerin saldırı amaçlı kullanılabileceği yapılan kontrollerle belgelenmiş bulunmaktadır.” (Süddeutsche Zeitung, 14 Aralık 2017)
ABD emperyalizmi Rusya ve İran’ı gerekçe göstererek Avrupa kıtasını nükleer silahlarla doldurmuştur. Yanı sıra Kuzey Kore’yi gerekçe göstererek Asya kıtasında da Japonya ve Güney Kore’de birçok nükleer başlıklı füze bulundurmaktadır.
Tüm bunların yanı sıra, ABD emperyalizminin silahlanmaya ayırdığı bütçeye bakıldığında bu saldırgan gücün gerçek niyetini görmek mümkündür. Nitekim ABD’nin, INF adlı anlaşmadan tek taraflı olarak ayrılmasının esas nedenlerinden biri de nükleer silahlanma alanındaki devasa planlarıdır. ABD emperyalizmi, 2015 yılından itibaren önümüzdeki 30 yıl içerisinde, nükleer silahlanma için 3 trilyon dolarlık bir bütçe planlamıştır. Bu, yıllık 100 milyar dolar anlamına gelmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde silahlanmaya bu kadar bütçe ayıran tek bir devlet yoktur.
Bu bütçede Avrupa’daki bütün nükleer silahların modernizasyonu ve var olanlara yenilerinin eklenmesi de yer almaktadır. Ama asıl olarak planlananlar, 2019 Şubat’ında yayınlanan “Nükleer Stareji (Nuclear Posture Review)” adlı bir belgede açıklanmıştır. Bu belgeye göre, küçük çaplı nükleer silahlar üretilip, yıkıcı gücü sınırlanmış ve bütün bölgesel savaşlarda kullanılabilecek bir sistem üzerinde çalışılmaktadır. Bu amaçla ABD Savunma Bakanlığı üretime başlamış bulunmaktadır. Üretilen bu silahlar ise Avrupa ve Asya kıtalarına yerleştirilecektir. Yıkım alanı sınırlanmış bu silahlar yoluyla nükleer savaşların da yolu açılacaktır.
ABD emperyalizmi tüm bu planlarıyla dünyayı hızlı bir şekilde, bölgesel nükleer savaşlara doğru sürüklemektedir. Avrupa kıtasına yerleştirdiği 5.500 kilometre menzilli nükleer silahlarla ABD emperyalizmi, Rusya’nın en ücra köşelerini vurabilir. Oysa Rusya’nın elindeki hiçbir silahla ABD’nin vurulması mümkün değil. ABD’nin planladığı bu savaş Rusya ile birlikte Avrupa kıtasını yok edebilir. Tam da bu tehditlerle ABD Avrupa Birliği’ni taraf olmaya, Rusya’ya karşı aynı cephede savaşa zorlamaktadır. Avrupa’nın kapitalist tekellerinin hizmetindeki Almanya, İngiltere, Fransa, Polonya ve Macaristan gibi devletler bu savaşın tarafı olmaya dünden razılar. ABD emperyalizmine uşaklık konusunda üzerlerine düşeni gereğinden fazlasıyla yerine getirmektedirler.
Başta Almanya olmak üzere, yukarıda sayılan bu ülkeler ABD emperyalizmine uşakça bağlılıklarını defalarca orta koymuşlardır. Bunun en bariz örneği ise, Birleşmiş Milletler bünyesinde, nükleer silahlara karşı alınmış bir karar üzerinden ortaya çıkmıştır. 7 Temmuz 2018 yılında, nükleer silahlara sahip olmayan 122 ülke nükleer silahların üretilmesini ve kullanılmasını yasaklayan, var olanların ise imha edilmesini öngören ortak bir karar almışlardı. Bu karara ve BM bünyesinde oylanmasına ilk karşı çıkan ülkelerin başında Almanya gelmektedir.
ABD emperyalizmi tarafından Avrupa kıtasında oynanan bu oyun Asya kıtasında da oynanmak istenmektedir. Ekonomik olarak hızla büyüyen Çin’in durdurulması bugün ABD’nin en temel sorunlarından birisini oluşturmaktadır. Geçen yılın ekim ayında Varşova’da yapılan NATO Güvenlik Konferansı’nda, geçmişte Avrupa kıtası komutanlığını yapan Frederick Hodges, “Çok büyük bir ihtimalle gelecek 15 yıl içerisinde ABD Çin ile savaşmak zorunda kalacaktır” diyerek, bu gerçeğe işaret etmişti. Yine aynı yönlü bir açıklama Trump’ın şef strateji uzmanı Stephen Bannon tarafından “Gelecek 10 yıl içerisinde Çin ile bir savaş kaçınılmaz olacaktır.” (Frankfurter Allgemeine Zeitung, 26 Aralık 2018) şeklinde yapılmıştı. Bu açıklamalar ABD’nin Çin’e ilişkin düşüncelerini açıkça ortaya koymaktadırlar.
Emperyalistler arası çatışmanın keskinleşmesi, dünyayı hızla yıkıma götüren silahlanma ve savaşlar gözümüzün önünde cereyan eden olgulardır. Kapitalist tekeller daha fazla zenginlik ve pazar uğruna gözlerini kırpmadan dünyayı büyük yıkımlara sürüklemektedirler. Bütün silahlanmanın, emperyalist yağma savaşlarının gerisinde yatan gerçek budur. İşçi sınıfının devrimci iktidar savaşımı yükseltilmediği müddetçe, insanlığın emperyalist barbarlığın pençesinde yok oluşa doğru yolculuğu devam edecektir.