Her yıl geleneksel olarak Ocak ayında toplanan ve “Davos Zirvesi” olarak tanımlanan Dünya Ekonomik Forumu, bu yıl 17-20 Ocak tarihleri arasında İsviçre’nin Davos kasabasında 47. kez toplanıyor. Milyonlarca işçi ve emekçinin geleceği üzerine hesapların yapıldığı ve kararların alındığı zirve, bu yıl “Duyarlı ve Sorumlu Liderlik” ana başlığı altında gerçekleştirilecek. 90 ülkeden 2500 kişinin katılacağı zirvenin güvenliğini sağlamak için 9 milyon Frank harcanacak.
Toplantıların bu yılki ana temasını oluşturan “Duyarlı ve Sorumlu Liderlik” söyleminin, sistemin sahipleri tarafından yaşanan gelişmelere uygun olarak saptandığı ve temel bir soruna işaret ettiği söyleniyor. DEF’in başkanı Prof. Schwab, bunu,“Bu çağrının aciliyeti 2017 Küresel Riskler Raporu’ndan kaynaklanıyor” özlü ifadesiyle dile getiriyor. Şiarın seçimindeki mantığın anlamı bellidir. Dünyanın birçok ülkesinde ve aynı zamanda AB’de klasik burjuva düzen partilerinin toplumsal sorunlar karşısında işlevsiz kaldığına, ülkeyi yöneten liderlerin birçoğunun hırsız olduğuna ve halkın sorunlarına duyarsız kalıp, halktan koptuklarına olan inanç güçlenmektedir. Dolayısıyla liderlik düzeyinde krizden söz edildiği, liderlere karşı büyük bir güvensizliğin yaşandığı ve elbette geniş halk kitlelerinin geleceğe yönelik derin kaygılar taşıdığı ve gelecek korkusu duydukları düzen temsilcileri tarafından dile getiriliyor. Dolayısıyla liderler sorumluluğa ve göreve davet ediliyor
Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Prof. Klaus Schwab; “Liderler sorumluluk sahibi olmalılar; belirsizliğin, derin dönüşüm sancılarının etkisinde olan bir dünyada yaşadığımızı anlamalılar. İnsanlar bu hızlı değişen dünyada kimlik ve anlam arayışındalar. Varoluş nedenlerini yeniden bulmaya çalışıyorlar ... Liderlik, ayrıcalık üzerine inşa edilemez; sürdürülebilir ve samimi çabalarla güven kazanmak gerekir ve güven kazanmak, kişisel çıkarları bir kenara bırakarak topluma hizmet etmekten; toplumun sorunlarına çözüm üretmekten geçer” diyor ve “Karamsarlık, negatiflik ve sinizm dolu bir dünyada insanları yoksulluktan çıkarıp daha sağlıklı ve anlamlı bir hayat sürmelerini sağlamanın yolunu, liderlerin açması gerektiğini” çözüm yolu olarak sunuyor.
Schwab'ın “dünyada insanları yoksulluktan çıkarıp daha sağlıklı ve anlamlı bir hayat sürmelerini sağlamak” için ’Liderlerin kişisel çıkarları bir kenara bırakarak topluma hizmet etmek’’gibi bir masala inanmadığı, ama toplumun %99’unu buna inandırmak gibi sistemin bir “görevli şefi” olduğu biliniyor.
2017 Küresel risk raporu
Dünya Ekonomik Formu, Davos toplantılarından önce her yıl geleneksel olarak “Küresel Riskler” başlıklı rapor hazırlamaktadır. Bu yıl da zirvede tartışılmak üzere farklı sektörlerden 750 uzmana sorularak hazırlanan ve 140 ülkenin incelendiği raporda gelecek 10 yıldaki riskler sıralanmış bulunuyor. Yayınlanan son “Küresel Riskler” raporu, kapitalist dünyanın karşı karşıya bulunduğu gerçeğe ışık tutması ve insanlığın sürüklendiği felaketlerin görülmesi bakımından çarpıcı bilgiler içeriyor.
Açıklanan 2017 Küresel Risk Raporu’na göre önümüzdeki 10 yıl içinde küresel gelişmeleri şekillendirecek en önemli 30 risk faktörü ele alınmaktadır. Gerçekleşme ihtimali en fazla olan 10 risk grubunu ise; Aşırı hava olayları, büyük çaplı zoraki göç, doğal afetler, terör saldırıları, veri yolsuzluğu veya hırsızlığı, siber saldırılar, yasadışı ticaret, insan kaynaklı çevre felaketleri, devletler arası çatışmalar ve ulusal yönetişim başarısızlıkları gibi sorunlar oluşturmaktadır.
En fazla etki yaratacak öteki 10 risk ise; kitle imha silahları, su krizleri, iklim değişikliği ile mücadele ve uyumda başarısızlık, gıda krizleri, işsizlik veya eksik istihdam gibi konulardır.
Bunların dışında rapordaki riskler grubu içinde, ekonomik eşitsizlik, toplumsal kutuplaşma ve popülizm tehlikeleri özel olarak öne çıkarılmaktadır.
Küreselleşme konusunda en büyük tehlikenin popülizmden kaynaklandığının altı çizilmekte ve bu çerçevede Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump’ın başkan seçilmesi ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmasının dünya çapında önemli değişimlere neden olacağı belirtilmektedir. Bu yıl Hollanda, Fransa ve Almanya’daki seçimlerde bu ülkelerin sağa kayacağı ileri sürülmekte, birçok ülkede ise popülist partilerin seçimlerden zaferle çıkmasının toplumsal kutuplaşmalara neden olduğunun altı çizilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin de popülist akımların yükselişine sahne olacağına yer verilen raporda, Brezilya ve Filipinler’in yanında Türkiye de örnek olarak gösterilmektedir.
Emperyalist şeflerin ve tekelci medyanın “popülizm” olarak tanımladıkları olgunun ise, ırkçı, faşist akımlar olduğunu belirtmiş olalım. Dolaysıyla popülizm kapitalizmin öz çocuğudur. Sömürü ve soygun düzeninin kuralsızlığı, insafsızlığı ve keyfiliği dünyayı %1 ve %99 olarak bölmüş ve bu durum başka şeylerin yanı sıra popülizmin de doğup gelişmesini hazırlamıştır.
Dünyayı bekleyen felaketler
Dünyada bu kadar geniş bir risk ortamına şimdiye kadar rastlanmadığı artık ortak bir fikirdir ve tüm zirvelerde öne çıkan temel bir gerçek olarak altı çizilmektedir. Dehşet verici boyutlara varan toplumsal eşitsizlik, mevcut olana eklenecek olan 5 milyon daha fazla işsiz, (2019 yılına kadar 219 milyon olacağı öngörülüyor) gıda ve su krizleri, küresel siyasal istikrarsızlık, enerji fiyatları şoku, kitle imha silahları, devletler arası çatışmalar, büyük çaplı zoraki göç, derinleşen sosyal eşitsizlik, “terör saldırıları” büyük çaplı yolsuzluk vb. sorunlar baş döndürücü boyutlara ulaşmış bulunuyor.
“Dünya hiç bu kadar riskli olmamıştı” diyor dünyayı yöneten elitler. Hemen tüm alanlarda dünyanın giderek daha “tehlikeli” bir hal aldığı olgusu artık herkesin dile getirdiği sıradan bir gerçek olarak kabul ediliyor. Yazık ki dünyamız gerçekten de kapitalist emperyalist barbarlığın pençesinde kıvranıyor. İnsanlık, uygarlık ve doğa tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük yaralar almış bulunuyor. Önlenmemesi halinde sadece insanlık degil, gezegenimiz ve üzerindeki canlı yaşam da yok olmaya doğru ilerliyor. Bilim insanları bunun sayısız verilerini bilimsel olarak da ortaya koymuş bulunuyor. Sistemin uzmanları tarafından hazırlanan “Riskler raporu” bile bu gerçeğin çarpıcı verilerini sunuyor.
Tüm bunların yaratacağı kaçınılmaz sonuçlardan birinin ne olacağını ise gene sistemin uzmanları itiraf ediliyor; “sosyal patlama” ve “toplumsal şiddet.” Bunun içindir ki gelmekte olan büyük tsunamilerden korkan dünya egemenleri, “adaletli gelirden” ve “eşitlikten” ikiyüzlüce daha çok söz etmek zorunda kalmaktadırlar.
Dünya ve elbette ki Türkiye, gerilimlerle, çatışmalarla, sancılarla ve belirsizliklerle dolu bir dönemden geçiyor ve yeni bir dönemin kapıları açılıyor.