Amerika'da binlerce insan koronavirüsten kaynaklı yaşamını yitirdi. Tırmanışa geçen işsizliğin bir sonucu olarak sağlıktan yararlanma koşullarını kaybeden insan sayısı daha da arttı. Yoksulluk ise her geçen gün büyüyor.
Büyük çoğunluğunu siyahiler ve göçmenlerin oluşturduğu yoksul kesimlere reva görülen bu karanlık tabloyu, Trump şahsında cisimleşen ırkçı, dinci, homofobik ve kadın düşmanı açıklamalar tamamlıyor.
Köleci zihniyeti modern ırkçılıkla devam ettiren ABD yönetimi, siyahilere yönelik polis cinayetlerini soruşturmayı dahi gerek görülmüyor. Pek çok ölüm vakası yaşanırken polislerin aklanması bir devlet geleneği olarak sürüyor.
ABD’de kriz ve pandemiyle birlikte yoksulların yaşamı gittikçe ağırlaştı. Çoktan unutulan “Amerikan rüyası”nın yerine, insanlar artık cesetlerle dolup taşan bir ülke gerçeğini görmekteler. Nitekim, toplumda birikmekte olan öfke polis tarafından gerçekleştirilen ırkçı bir katliamla patlamaya dönüştü.
Katliam sonrası polis terörü karşıtı eylemler hızla ülkenin dört bir yanına yayıldı. Trump'un tehditleri, ordunun devreye girmesi, yoğun polis terörü ve sokağa çıkma yasaklarına rağmen protestolar son bulmadı. Hatta başta Almanya, Danimarka ve İngiltere olmak üzere, farklı ülkelerde kitleler polis terörünü teşhir eden, ırkçılığa dikkat çeken eylemliklerle Amerikan halkıyla dayanışma içerisine girdi.
Amerikan devleti, artan ve kitleselleşen eylemliklerin daha ileri düzeye geçmesini engellemek için polis terörünü dizginlerinden boşaltıyor. Ölen bir eylemci, polisin attığı plastik mermiyle gözünden vurulan gazeteci, onlarca yaralı ve tutuklama var.
Son dönemde yaşanan eylemlikler, çok farklı etkenler üzerinden Amerika toplumunda biriken öfkenin patlamaya başladığını gösteriyor.