Emperyalistler arası eşitsiz gelişmenin şiddetlendirdiği hegemonya mücadelesi 21. yüzyılın en temel çelişkilerinden biridir. Kapitalist üretimin ihtiyaç duyduğu hammadde ve enerji kaynakları üzerine süren paylaşım mücadelesi, günümüz dünyasında çığ gibi büyüyen silahlanmayı kışkırtmakta, beraberinde yıkıcı emperyalist savaşları getirmektedir.
Dünya ekonomisinin dörtte birini oluşturan Avrupa Birliği emperyalizmi, diğer emperyalist güçlerin yanı sıra, bu çatışmaların ve rekabet mücadelesinin önemli bir tarafı durumundadır. Ekonomik alandaki devasa gücüne rağmen, hammadde ve enerji kaynakları bakımından neredeyse %100’lük bir bağımlılık, bu emperyalist gücü olabildiğince yayılmacı ve saldırgan kılıyor.
Bugün dünya genelinde kullanılan enerji kaynaklarının %80’ini petrol ve doğal gaz oluşturuyor. Bu enerji kaynaklarının %73’ünü, OPEC üyesi ülkeler (Petrol İhraç Eden Ülkeler) üretiyor. Avrupa kıtasında Norveç’in dışında petrol üreten tek bir ülke yoktur. Bu durum AB ülkelerindeki kapitalist tekelleri, başta Rusya olmak üzere Norveç ve diğer petrol üreten ülkelere bağımlı hale getirmiştir.
Petrol ve doğal gazın yanı sıra, Avrupa kıtası, metal bazındaki hammadde kaynakları bakımından da büyük oranda diğer ülkelere bağımlıdır. Özellikle ağır sanayinin (otomobil, makine, elektronik aletler) ihtiyaç duyduğu bu hammadde açığı Avrupalı kapitalist tekellerin en büyük sıkıntı kaynağıdır. Çünkü günümüz dünyasında yüksek teknoloji, iletişim, bilgisayar, telefon ve silah sanayisinin ihtiyaç duyduğu çok az bulunan madenler (krom, platin, niobyum, vanadyum, titan vb.) yüzde 90 oranında Afrika ülkelerinde bulunuyorlar. Bu madenlerin Avrupa kıtasındaki oranı ise %3’lere bile ulaşamıyor.
AB ülkeleri içerisinde ekonomisi en güçlü olan Almanya’nın petrolde %97, doğal gazda %84 ve metal bazındaki elementlerde %80 oranında dışarıya bağımlılığı, tabloyu anlamak için yeterlidir. Enerji ve hammaddeye bağımlılığın nasıl bir soruna dönüşebileceği, Alman Sanayi Birliği (BDI) başkanı olan Ullrich Grillo’nun şu açıklamasından görülebilir:
“Alman ekonomisi için sadece petrol ve doğal gaza olan ihtiyaç stratejik öneme sahip değildir. Eğer biz petrol bulamazsak arabalarımız çalışmaz. Ama eğer biz otomobil sanayimiz için gerekli olan metal aksanlı hammaddeye sahip olamazsak otomobil üretemeyiz ve petrole olan ihtiyacımız da ortadan kalkar.” (BDI-Drucksache, Nr. 395, s. 7)
Bu arada emperyalistler arası eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak, BRICS ülkelerinin ulaştığı ekonomik düzey dünya ölçüsünde enerji ve hammadde kaynaklarına olan ihtiyacı hızla arttırmıştır. Sadece Çin, bugün dünyanın sahip olduğu toplam enerji kaynaklarının %21,9’unu kullanmaktadır. Tahmini rakamlara göre bu oranın 2030 yılına kadar yüzde 30 artması öngörülüyor. Yanı sıra ender bulunan metal bazlı madenlerde Çin %50’lik bir payla dünyanın en çok hammadde kullanan ülkesi durumundadır ve bu oranın yine 2030 yılına kadar %5 ile 15 arasında artacağı tahmin ediliyor.
Bugün dünya çapında kullanılan enerji ve hammadde miktarının yıllık 80 milyar ton olduğu belirtiliyor. Eldeki varsayımlar üzerinden yapılan bir hesaba göre, bu oranın 2050 yılında 180 milyar tona ulaşacağı ifade ediliyor. Sadece bu rakamlar bile, kapitalist tekellerin daha fazla zenginlik uğruna yeryüzünde yaratmakta oldukları tamiri imkansız tahribatları ve insanlığı bekleyen yıkımı göstermesi açısından ibret vericidir.
Enerji ve hammadde kaynakları üzerinden sürdürülen emperyalistler arası çatışma her geçen gün daha da kapsamlı ve yıkıcı bir hal alıyor. Dışa bağımlılığı ve ihtiyaçları üzerinden AB emperyalizmi bu çatışmalar içerisinde yayılmacı-sömürgeci bir güç olarak özel bir rol oynuyor. O geçmişten bugüne Fransa, Belçika, Hollanda, Portekiz, İngiltere vb. sömürgeci ülkeler eliyle dünyanın birçok bölgesinde işgalci bir güç olarak bulunuyor.
Yeni sömürgeciliğin adı “kalkınma desteği politikası”
Bugün Avrupa Birliği emperyalizmi tarafından kalkınma desteği adı altında sürdürülen ve yayılmacılığın bir diğer adı olan uygulamalar, tarihsel olarak II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasına kadar uzanmaktadır. Bu politika ABD emperyalizmi tarafından 1949 yılında
“Marshall planı” adıyla yürürlüğe konulmuştu. Şimdi ülkeler soğuk savaşlar yerine, “kalkınma desteği, insani yardım” vb. adı altında sermaye ihracı yolu ile bağımlı hale getirilmektedir. AB emperyalizmi bu amaçlarla, Afrika’dan Asya’ya, Ortadoğu’dan Doğu Avrupa’ya kadar pek çok ülkede bu yolla birçok ülkeyi kendisine bağımlı kılmıştır.
Güney Afrika, Mali, Kongo, Ruanda, Somali, Çad, Libya vb. onlarca ülkede kalkınma yardımı adıyla verilen bu paralarla, Avrupalı emperyalistlerin ihtiyaç duyduğu enerji ve hammadde kaynakları için yatırımlar yapılmıştır. Sadece Afrika’nın güneyindeki ülkelerde 1980 yılı ile 2008 yılı arasında madenlerden çıkarılan yeraltı zenginlikleri, 260 milyon tondan 506 milyon tona yükselmiştir. Bu yoksul ülkelerle devletler düzeyinde yapılan anlaşmalar gereği, Avrupalı kapitalist tekeller her türlü vergi yükümlülüğünden muaf tutulmuşlardır.
Kalkınma yardımı projelerinin yanı sıra bu ülkelerde “istikrarın sağlanması” adına her türlü militarist aparat, Avrupalı emperyalist ülkeler tarafından yapılan silah ihracatlarıyla donatılmıştır. Çok ağır koşullarda ve açlık ücretleri karşılığında çalıştırılan bu ülkelerin işçilerine karşı polis devleti de sürekli tahkim edilmektedir. Her türden hak arama mücadelesi yine bu emperyalist güçlerin çıkarları gereği şiddet yoluyla bastırılmıştır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, 16 Ağustos 2012 tarihinde, Güney Afrika’nın Marikana bölgesindeki platin madeninde polis tarafından yapılan işçi katliamıydı. 33 bin işçinin, çok ağır şartlarda ve aylık 400 avro karşılığı çalıştırıldığı Lonmin adlı madende işçiler hak arama direnişine başlamışlardı. Direniş sürecinde 34 işçi, Avrupalı emperyalist güçler tarafından eğitilen polisler tarafından hunharca kurşunlanarak katledildiler. Bu madenin en büyük müşterisi, yıllık 650 milyon avroluk ithalat kapasitesiyle BASF adlı bir Alman kapitalist tekelidir. Bu Alman tekeli, 34 işçinin polis kurşunlarıyla katledilmesini büyük bir ikiyüzlülük ve suskunlukla geçiştirmiştir.
Avrupa Birliği, dünya emperyalist düzeninde etkili bir güç odağı olarak hızla sivriliyor. İçeride Avrupa’nın işçi ve emekçilerine karşı, her türlü sosyal saldırı uygulamaları ile kıtayı kapitalist tekeller için bir sömürü cennetine çevirmeyi sürdürüyor. Dışarıda ise emperyalist yayılmacı bir güç olarak dünya pazarlarının yeniden paylaşılması için kıyasıya bir mücadele yürütüyor. Gelinen yerde ulaştığı sermaye birikimi üzerinden ve dünya pazarlarının yeniden paylaşılması uğruna AB emperyalizmi, emperyalist bir paylaşım savaşının tehlikeli bir aktörü olmaya adaydır. Şimdiden bunun hazırlıklarını yapmakta, silahlanmaya ayırdığı devasa bütçe ve AB ortak ordusu konusunda hızla adımlar atmaktadır.
Gelişmeler işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadele sahnesine devrimci bir güç olarak çıkmasını gün geçtikçe daha da yaşamsal bir ihtiyaç haline getiriyor. Zira, “Kapitalizm bunalımlarla birlikte savaşlar ve devrimler üretiyor, geride kalan tarihi dönemin açıklıkla kanıtladığı katı gerçek budur. Şimdi yine günden güne şiddetlenen bir bunalımlar ve kendini bugünden bölgesel çapta gösteren savaşlar dönemi içindeyiz. Biriken muazzam sorunlar ve keskinleşen sınıf çelişkileri devrimler için de toprağı gitgide daha çok mayalıyor. Bu durumda, burjuva gericiliğinin devrimin olanaklarını boğmaya yönelik karşı-devrimci hamlelerini boşa çıkarmak ve insanlığı yeni bir büyük emperyalist savaşın telafisi zor yıkımından korumak, işçi sınıfı ve ezilen halkların, gelmekte olan yeni devrimler döneminin olanaklarını ne ölçüde değerlendirebileceğine sıkı sıkıya bağlı olacaktır.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi)