‘Şimdi siyaset zamanı değil’ diyorlar. Oysa onların siyaseti ülkeyi bir enkaza dönüştürdü.
17 Ağustos 1999’dan sonra toplanan 38,4 milyar dolar deprem vergisiyle duble yollar, mega projeler yaptılar. Müteahhitlerini zengin ettiler. ‘Yol yaptık’ diye oy toplarken kısa vadeli siyasi çıkarın ve rantın keyfini sürdüler.
Bunları söyleyince bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
Bilim insanlarının, meslek odalarının uyarılarına rağmen fay hatlarının üzerine otoyollar, havalimanları yaptılar. Depremden etkilenecek arazileri imara açtılar. Hatay’da kurutulan Amik Gölü’nün üzerine havalimanını yaparken buna karşı çıkanları ‘Terörist’ ilan ettiler. İmar aflarıyla oy topladılar.
Bunları anlatınca bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
Herkes biliyordu burasının deprem ülkesi olduğunu, felaketin yaklaştığını. Bilim insanları sürekli uyarıyordu. Ama çılgın projeleri vardı. Erdoğan “İnadına Kanal İstanbul’u yapacağız” diyordu. “Depremde yıkılacak konutlar yenilensin” çağrısına kulaklarını kapatıyordu.
Bunları hatırlatınca bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
Depreme karşı kalıcı çözümlerde rant yoktu, para yolsuzluk musluklarına akıtılamazdı. Onun yerine göz boyayacak deprem sonrası müdahale çalışmasına yöneldiler. Yani felaketi, ölümü kabullendiler.
Şimdi konuşunca bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
Tek adam rejimindeki liyakatsizlik ve merkeziyetçi zihniyet devlet reflekslerini yok etmişti. Yangında ve depremde bile ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla…’ diye söze başlayanlar kadrolara doldurulmuştu. İnisiyatif alabilecek bürokratlar kalmamıştı. Liyakatsiz yöneticiler, kendilerine tehdit gördükleri için liyakatli kadroları tasfiye etmişti.
Devleti çökerttikleri anlatınca bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
Deprem sonrası arama-kurtarma ve yardım faaliyetlerinde de tek adam rejimini kopyalamışlardı. Aşırı merkeziyetçi, tek elden yönetilen sistem deprem anında çöktü. Arama kurtarma ekipleri, ekipmanları, yardım malzemeleri günlerce depremle yerle bir olmuş kentlere gönderilemedi. Oysa en kritik saatlerdi. Binlerce insanımız enkaz altından canlı kurtarılabilirdi.
Bu acıyla haykırdığımızda bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
17 Ağustos depreminin ilk saatlerinde binlerce asker arama kurtarma ve asayişi sağlamak için görevlendirilmişti. Binlerce can böyle kurtarılmıştı. Ama iktidarın kibriyle 6 Şubat Depremi’nin ilk günlerinde askere talimat verilmedi. Oysa lojistik, ekipman ve insan gücüyle yıkılan kentlerde kurtarıcı olabilirlerdi.
Buna isyan ettiğimizde bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
Cumhurbaşkanı ilk açıklamasından sonra saatlerce kamera karşısına geçmedi. Açıklamaları yapan AFAD Deprem ve Risk Azaltma Genel Müdürü Orhan Tatar, 20 saat sonra bütün enkaza ulaşıldığını anlatıyor, yalan söylüyordu. Henüz Hatay, Adıyaman gibi kentlere bir tane bile arama kurtarma ekibi gitmemişti ve günlerce gitmeyecekti.
Bunu onlar da biliyor ve bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
Afetzedelerin sesini duyurabildiği sosyal medyayı yasakladılar. Twitter engellendi. Yardımlar Twitter’daki çağrılar sayesinde çok sayıda insana ulaştırılıyordu.
Öldürücü sansüre öfke yükseldiğinde bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
Televizyonlarda konteyner kentler için yardım programı düzenlenmesine RTÜK eliyle izin vermediler. Yolsuzluklar nedeniyle halk onlara güvenmiyordu. Toplumun güvenip bağış yaptığı AHBAP’ı ve diğer yardım kuruluşlarını hedef alırken “Toplanan yardımlara el konulsun” diye kampanya başlattılar.
Yolsuzlukların yargılanmadığı onlarca örnek sıralanınca yine bağırdılar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”
İletişim en büyük sorun oldu. Türk Telekom peşkeş çekildiği ve milyarlarca dolar zarar oluştuğu için Türkiye’nin iletişim alt yapısı çok zayıftı.
Bunu hatırlatınca bağırdılar:
“Şimdi siyaset zamanı değil.”
Battaniye, su, çadır, hijyen malzemeleri günlerce deprem bölgelerine ulaştırılamadı. Binlerce enkazda arama kurtarma çalışması yapılamadı ama kameralar karşısına geçen Cumhurbaşkanlığ’nın Twitter hesabından Erdoğan’ın telefonla aradığı belediyeler sıralandı. Depremde yıkılmış CHP’li belediyeleri aramamıştı. Tepkiler üzerine saatler sonra aradı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, depreme müdahaledeki yetersizliklere tepki gösteren muhalefete hakaretler yağdırdı. İ. ‘Yalan haber yayanlar’ diyerek deftere yazdıklarını, zamanı gelince defteri açacaklarını anlatıyordu. Yüzü öfke doluydu. Depremzedelerle konuşurken yine ‘Kader’ vurgusu yapıyordu.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, deprem bölgesinde Cumhur İttifakı’nın sahada olduğunu anlatıyordu.
Eski AKP Kahramanmaraş Milletvekili Nursel Kocabaş Reyhanlıoğlu ise bölgeye yardım için gelen Ekrem İmamoğlu’na saldırarak kendini gösterme telaşındaydı. Bu süreçte Bodrum Belediyesi’nin yardım TIR’larının önündeki pankartların üzerine Muğla Valiliği yazılarının asıldığını gördük. İzmir Valiliği’nin yardım TIR’larının önüne ‘AKP Menemen İlçe Başkanlığı’ pankartı asarak poz verenlere tanık olduk. Onların siyaseti böyleydi.
Yazmakla bitmiyor, acımız dinmiyor. Tek nefesimiz ülke insanlarının muhteşem dayanışması oluyor.
Bir yanda vahşi kapitalizmin açgözlü müteahhitleri, onların işbirlikçisi bürokratlar, siyasiler var. Onların rant düzeni on binlerce insanımızı öldürdü. Diğer yanda tek yürek olmuş milyonlarca güzel insan hayat için mücadele ediyor.
Ya bu çökmüş soygun düzeninde yok olup gideceğiz ya da el ele vererek bu enkazdan çıkacağız.
BirGün / 12.02.23