30 Kasım öğlen saatleri. Türkiye’nin ücra bir köşesinde, eskiden Şemdinli’ye bağlıyken artık Hakkâri’nin ilçesi olan Derecik’e bağlı Navberojan bölgesindeki Anadağ (Beruh) köyünde dört çocuk, dolaşıyorlar. Burası onların eski köyü. Fakat devlet Beruh’u boşalttığı için, hemen yakındaki Serekani (Türkçe anlamı Çeşmebaşı ama devletin Türkçeleştirdiği ismiyle Bölek) mezrasında yaşıyorlar. Hakkâri çetin kışa girerken burada hâlâ Güney’in sıcak yelleri esiyor. HDP Hakkâri Milletvekili Sait Dede’nin aktardığına göre, çocuklar eski köylerinde gündüz vakti meşe palamudu toplarken içlerinden biri yakından açılan ateşle yere düşüyor. Özcan Onay 16 yaşında bir çocuk. 1 Eylül 2004 doğumlu. Babası devletin silahını taşıyan bir köy korucusu.
Olayın tanıklarıyla görüşen Sait Dede anlatıyor: “Özcan, askerler tarafından açılan ateşle sırtından vuruluyor. Yanındaki diğer çocukların isimleri M.K, S.Ö. ve C.Ö. Askerler, bu çocukların, vurulan arkadaşlarının başına gitmelerine izin vermiyor. Çocuklar, yakındaki ailelerini arıyor. Bu sırada askerlerin yaralı haldeki Özcan’ı birkaç kilometre ötedeki sınıra doğru götürüp ‘sınırı geçmiş süsü’ vermeye çalıştıklarına tanık olan çocuklar buna engel oluyor. Daha sonra aileler geliyor ama askerlerle tartışmaları üç saat sürüyor. Nihayet köylüler akşam saat 18’de Özcan’ı alıp Derecik ilçe merkezine götürüyorlar. Fakat ilçe ilan edildiği halde Derecik’te hastane yok! Bunun üzerine çocuk, ilçedeki askeri birlikteki hekimlere götürülüyor ama hayatını kaybediyor.”
İnfazlarla ilgili TBMM’ye sunduğu soru önergelerine yanıt bile verilmeyen milletvekili Dede, infaza karşı tepkiler yükselince, nihayet beş gün geçtikten sonra Hakkâri Valiliği tarafından açıklama yapıldığını ama bunun da infazı aklamaya yönelik akla ziyan, skandal bir metin olduğunu hatırlatıyor.
Valiliğin açıklaması akla ziyan olsa da yeni sıradan bu. Açıklamayı parantezlerimizle bölerek cümle cümle okuyalım.
“30.11.2020 günü saat 14:30 sularında” (Yani gece karanlığı değil, yani yanlış anlaşılma değil, yani gün ortası!- İ. A.) Derecik İlçesi Yeşilova Mahallesi sınır hattı askeri yasak bölgesindeki mücavir alanda yurt dışından yurt içine kaçakçılık maksadıyla girmeye çalışan (Oysa çocuk sınırın ötesinde değil, içinde, köylerinin yakında vurulmuş!) şüpheli şahıslara karşı görevli Hudut Birliğimiz tarafından sözlü olarak yapılan ikazlara (Yani sözlü ikaz yapılabilecek kadar yakındalar!) cevap vermemesi (Cevap vermemesi!) üzerine havaya yapılan uyarı atışı sonucunda bir vatandaşımız yaralanmış olup (Cevap vermedi diye havaya açılan ateşle yerde yaralanan çocuk!) Derecik Sahra Hastanesinde yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak vefat etmiştir. Konu ile ilgili olarak adli ve idari soruşturma devam etmektedir.” (Bu açıklamayla zaten “soruşturma” yapılıp bitirilmiş!)
Belki küçük çaplı “tantana” çıkmasa, valilik olaydan beş gün sonra 16 yaşındaki Özcan Onay’ın öldürülmesiyle ilgili bu açıklamayı yapmaya gerek bile duymayacaktı. Zira bu infazdan kısa süre önce, bir başka “rutin” infazda da tepkiler yükseldikten beş gün sonra, öldürüleni suçlu gösteren bir açıklama yapmıştı.
29 Ekim 2020 tarihinde Yüksekova’da, köyünde askerlerce vurulan 60 yaşlarındaki Şerali Dereli ile 30 Kasım’da Derecik’teki köyünün yakınında vurulan Özcan Onay istisna değil.
Zira yine Hakkâri-Yüksekova’ya bağlı Wargenima (Onbaşılar) köyünde çobanlık yapan 5 çocuk babası Sertip Şen, 2 Mayıs 2019 tarihinde, hayvanlarını otlattığı sırada askerlerin açtığı ateşle öldürülmüştü.
Sertip Şen’in babası Cemşit Şen’in anlatımına göre oğlu sabahleyin koyunları otlatmak üzere Kavlêboş Yaylası’na gidiyor. Akşam saatlerinde bölgede ot toplayan kadınlar, Sertip’i yaralı halde bulup köylülere haber veriyor. Köylüler çobanı üç kilometre boyunca sırtlarında taşıyarak köye getirdiklerinde, kalbine yakın bir yerinden yaralanmış olan Sertip için yapılacak bir şey kalmıyor. Baba Şen, oğlunun vurulduğu yerde iki üs bölgesinin olduğunu hatırlatıp, “Karakol bölgesinde vurulan oğlum orada uzun bir süre kan kaybı yaşadı. Vurulduğu yerde karakol ve üst bölgeleri görülüyor. O kadar yakın yerde vurulan oğluma neden müdahale edilmedi?” diye sormuş, “Hakkari'de bir çoban vurulmuş kimin umurunda” demişti.
Hakkâri’de çoban değil, kim öldürülse, kimsenin umurunda değil.
1 Ağustos 2019 tarihinde, yine Özcan’ın öldürüldüğü Derecik’te bu sefer 14 yaşında bir çocuk, Vedat Ekici, askerler tarafından açılan ateşle vurulup öldürülmüştü.
Valiliğin açıklamasına göre Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanı taşıyan bu çocuk da “ülkemiz sınırına terör örgütü tarafından yoğun olarak kullanılan bölgeye kaçak yollarla girmeye” çalışırken askerler “dur” demiş, Vedat bu ihtara uymamış, askerler “uyarı ateşi yapmış” fakat “bölgenin engebeli ve kayalık olması sebebiyle seken mermi çekirdeği” bir vatandaşımızın “yaralanmasına” sebebiyet vermişti!
Özcan Onay infazından sadece iki gün sonra, bu sefer Hakkâri merkezde, şehrin en işlek caddesinde bir polis memuru, trafikte tartıştığı Metin Öztunç ve Remzi Duman’ı ateş açarak yaraladı.
Valiliğin açıklaması “yeni rutinin” özetiydi (vurgular bana ait- İ.A.) “02.12.2020 günü saat 19:30 sıralarında İlimiz Merkezinde trafikte yaşanan tartışma sonucu izinli olan Polis Memuru G.K, karşı tarafta araçta bulunan 5 şahıstan 2'sinin boğazına sarılmak suretiyle kendisine karşı fiziki şiddet kullanmaları üzerine silahı ile 2 şahsı hayati tehlike arz etmeyecek şekilde ayağından yaralamış olup; Konu ile ilgili adli ve idari tahkikat devam etmektedir.”
***
1990’ların “düşük yoğunluklu savaş” döneminde derin devlet, JİTEM, Hizbullah ve tüm bu sürecin koordinatörü olan yöneticilerin karanlık ilişkileri 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasıyla ortalığa saçılmışken, bir de Hizbullah’ın eline geçen/geçirilen “kayıp silahlar” davası vardı. Bugün, Gercüş ilçesinde 15 yaşındaki bir çocuğun sistematik tecavüze uğraması haberiyle gündeme gelen Batman’da, 1990’larda kurulan Karma Özel Harekât Birliği adlı yapı için dönemin Batman valiliğinin yurtdışından ithal ettiği ağır silahlar “kaybolmuş”, daha sonra Hizbullah’ın depolarından çıkmıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “kayıp silahlar” üzerinden derin devlet-Hizbullah ilişkisini itiraf edercesine “Devlet, gerektiğinde rutinin dışına çıkar” demişti.
Devletin rutinin dışına çıkması demek, kendi yasalarını çiğnemesi, hukukun geçersiz olduğu alanlarda hareket etmesi, yani aslında devlet olmaktan çıkıp başka bir yapıya bürünmesi demekti.
Demirel ölüp gitti ama onun “rutin dışı” dediği devlet, şu anda çok daha geniş, çok daha yaygın, çok daha kesif bir uygulama sahasına sahip. Şimdiki iktidar, “eskiden devlet ancak belli dönemlerde rutinin dışına çıkabiliyorken, biz zincirleri kırdık ve eskinin rutin dışını bizatihi rutin haline getirdik, üstelik bunu gizleme gereği bile duymuyoruz” diye övünse hem “acımasızlık” yarışındaki zerzevata moral verir hem de gerçeğin adını koyar.
Yeni Türkiye’nin yeni rutininde kimi kolluk güçleri çeşit çeşit suçlar işliyor, yargısız infaz yapıyor, herkes susuyor, mülki amirlikler, yargı üstünü kapatıyor ve biz gazeteciler de, cevaz verildiği ölçüde ancak hikâyesini yazıyoruz.
Yeni rutin bu. Sadece devletin, kolluk güçlerinin, yargının, mülki amirliklerin, karanlık odakların değil, siyasetin de, toplumun da, basının da rutini bu. Hepimizin kanıksadığı bir rutin. Hemen her hafta genç, yaşlı, çocuk demeden “uzaklarda” bir insan öldürülüyor, tecavüze uğruyor, sakat bırakılıyor ve kanıksadığımız o rutin işliyor: Kimse ses etmezse ölen öldüğüyle kalıyor. “Tantana” çıkarsa mülki amirlikler vatandaşı öldüren kolluğu haklı, öleni haksız gösteren bir açıklama yayınlıyor. Yargı raflara konmak üzere göstermelik bir soruşturma açıyor. Bizler de şu an okuduğunuza benzer yazılar yazıyoruz ve defter bir daha açılmamak üzere kapanıyor.
Öldürülenlerin isimleri duvarlara kazınmıyor, resimleri dövizlere, pankartlara taşınmıyor, olayla ilgili dava açılsa bile duruşmalar avukat ve birkaç siyasetçi haricinde ilgiye mazhar olmuyor. İnfaz yıldönümlerinde adlarına “hashtag” açılmıyor, annelerinin gözyaşları döktüğü belgeselleri çekilmiyor, türküleri söylenmiyor, ağıtlar dört duvarın dışına çıkmıyor.
1990’larda “rutin dışı”, şimdilerde bermutat olan süreç böyle işliyor. Üstelik 1990’lı yıllarda faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için mücadele verilirdi. 2020’lerde ise faili belli cinayetler işleniyor. Sorumlular belli, kanıtlar ortada. Devletin ilgili birimleri inkâr da etmiyor. Ama sorumlular yine de yargılanmıyor ve evet, Kürtlere reva görülen “hayatın” olağan rutini işlemeye devam ediyor.
Bu haftanın sadece Hakkâri’deki “rutin olayı” 16 yaşındaki bir çocuğun “havaya ateş açılarak” öldürülmesiydi. Yarının “rutin olayı” Batman-Gercüş’te 15 yaşındaki çocuğun uğradığı sistematik tecavüz. Dünkünün hikâyesi yukarıda, yarınkini ise yazmak mahkeme kararıyla yasaklandı. Bu da rutinin bir parçası zaten.
Gazete Duvar / 07.12.20