Türkiye’de son 1 yıl içinde özellikle yükselişe geçen bir bilim düşmanlığı tipi türedi: Bu kişi, grup ve örgütler, bilimi (veya halk arasındaki sıradan bilimsel tartışmalarda bilimin iddialarını) reddetme yoluyla değil, halk arasında bilimin güvenilirliğine kuşku düşürme yoluyla, modern bilimin ve bilim anlatıcılığının altını oymayı hedefliyorlar. Yani amaçları bilimsel meselelerde (Örneğin evrim, Büyük Patlama, atom teorisi, vb. konularda) tartışmaya girmek, bilime kafa tutmak değil. Amaçları, doğrudan doğruya bilimin önemli bir uğraş, işlevsel bir çaba, aydınlatıcı bir yol olmadığını telkin etmek.
Bu kişilerin temel argümanları birkaç farklı şekilde kendini gösteriyor:
* Bilime neden güvenelim ki, dün ak dediğine bugün kara demiyor mu bilim? Gerçekler gizleniyor!
* Bilim her şeyi bilmediğini iddia ediyor; ama aslında her şeyi biliyormuş gibi davranıyor!
* Bilim anlatıcıları din ile ilgilenmiyormuş gibi yapıyorlar; ama aslında ateizmi yayıyorlar!
* Bilim sadece gerçek olan ile ilgili gibi davranıyor; ama aslında sıradan bir inançtan ibaret!
Argümanların sayısını artırmak mümkün; ancak hepsi, temelde aynı zihniyete dayanıyor:
“Bilim, aslında ana akımda anlatıldığı gibi bir şey değil. Benim, diğer insanların bilmediği bilgilere, ana akım bilim anlatıcılarının yansıtmadığı açılara ve gerçeklere erişimim var. Ve ben, bir mesih olarak, size bilimle ilgili bu gizli/gizlenen gerçekleri bahşedeceğim!”
Tipik bir komplo zihniyeti yani. Argümanların satır araları okunduğunda gördüğümüz hep aynı:
“Bilim insanları, aslında halkı aldatmayı hedefleyen, belirli güç odaklarının kölesi konumunda olan, ateizm/natüralizm/materyalizm propagandası yapmaya şartlanmış sahtekârlardan ibaret. Bilim ise aslında hiçbir şeyi açıklama gücü olmayan; sadece etrafımıza bakıp olan biteni tarif etmekten ibaret, bayağı/sıradan bir uğraş.”
Son Yıllardaki Artış Neye Dayanıyor?
Bu retorik son yıllarda Türkiye’de neden giderek yükselişte, bilmek zor. Türkiye’de kendini inançsız olarak tanımlayanların sayısının hızlanarak artmasından sonra alelacele toplanan şuraların, konferansların, seminerlerin bir çıktısı bu mu? Bilime doğrudan düşman olmadan bilime güvensizlik yaratmanın ve böylece bilim harici alanlara insanları geri çekmenin bir yolu olarak, bu mu belirlendi? Bilmiyorum. Çünkü uluslararası felsefe gündemine bakınca, bu yönde özel bir ilerleme veya yükseliş görmüyoruz. Türkiye’ye bu tarz bir “temelden bilim eleştirisi” nereden pazarlanıyor bilmek güç. Şimdilik… Elbette illa koordine ediliyor olması şart değil; belki de bilimin ülkemizde halk tabanına muazzam bir hızla yayılıyor olmasına verilen, spontane ve merkezsiz bir köktenci tepkidir.
Ne olursa olsun, “Bükemediğin eli öpeceksin” anlayışının yerini “Bükemediğin elin hileli olduğunu söyleyeceksin” anlayışı alıyor gibi. Bu, Türkiye’deki meselelere yönelik çözüm arayışında yeni bir tutum değil.
Halbuki bilimin temel varsayımları (Örneğin “Objektif gerçekler vardır”, “Objektif gerçeklere ulaşabiliriz”, “Doğal süreçleri izah edebiliriz” gibi) yıllardır veya on yıllardır değil; asırlardır ve milenyumlardır zaten dürüstçe sorgulanan soru işaretleri. Ülkemizdeki yeni akım anti-bilimciler, bu temel varsayımların doğrudan doğruya bir “inanç”tan ibaret olduğunu, daha da fenası “yanlış bir inanç” olduğunu iddia edip, bunun yerine kendi teolojik ve dini öğretilerini koyuyorlar. Evren’in muhteşem bir nizamı olduğu ve bu nizamın (neredeyse) her şeyin cevabı olacağını iddia ediyorlar. Onlarınki haricindeki her yaklaşım, “hayatımızı boşa harcamak”tan ibaret. Bu da antik bir argüman anlayacağınız…
Bu bakış açısı, milenyumlar boyu devam eden felsefi ve bilimsel birikimi elinin tersiyle itip, tüm tartışmaları sıfırdan başlatmayı, daha da kötüsü tartışmayı başlatmadan kendi ideolojilerinin lehine bitirmeyi hedefliyor. Bu konuda Rudolf Carnap, Carl Hempel, Karl Popper, Hans Reichenbach, Thomas Nagel, Bernard Williams, Thomas Kuhn, Paul Feyerabend, Harry Collins, Donna Haraway, Sandra Harding, Alison Wylie, Helen Longino, Arthur Fine, Max Weber, Pierre Duhem, Hilary Putnam, John Dupré, Richard Rudner, Richard Jeffrey ve daha buraya sığdıramayacağım kadar çok sayıda filozofun ve bilim insanının asırlara yayılan tez ve anti-tezlerini (ve bunlardan doğan sayısız sentezi) görmezden gelip, kendi şahsi doktrinlerini genel halka empoze etmeye; bunu yaparken de doğayı anlamaya çalışan ve bunu yapmak konusundaki başarısını daha fazla ispatlamaya gerek duymayacak konumda olan bilimi ve bilim insanlarını küçümsemeye, görmezden gelmeye, değerlerini azaltmaya çalışıyorlar.
Bilime olan güven asırlar boyunca gelişti
Bilimin bu güvenilirliği günaşırı belirmedi. Kendi hatalarından ders alabildiği için bilime güvenmeyi öğrendik. Kendi yanlışlarını dış müdahaleler olmadan da, kendi iç mekanizmaları yoluyla tespit edip düzeltebildiği için ona güveniyoruz. Alternatif yaklaşımlar, herkesin (veya yeterince geniş bir kitlenin) üzerinde hemfikir olabileceği (veya en azından daha iyisi bulunana kadar kabullenebileceği), tarafsız veya tarafsıza-yakın metodolojileri geliştiremediği için, yani gerçek birer alternatif sunamadıkları için bilime güveniyoruz. Bilime, “Bilmiyorum” demeyi bildiği ve bundan utanmadığı için güveniyoruz. Kaldı ki bilimin ürün üretme ve gerçeğe ulaşma (veya yakınlaşma) başarısına daha değinmiyorum bile. Şu yazıyı okumanızı sağlamasına ve bu yazının ana fikrine duyduğunuz öfkeyi sosyal medyada binlerce insana kusmanıza izin vermesinden söz etmiyorum bile…
Ah evet… Bu gruplar öfkeliler de; çünkü bir şekilde “bilim lobisinin” kendilerini aldattığını düşünüyorlar. Tıpkı Düz Dünyacılar’ın eğitim sisteminin kendilerini “Dünya’nın yuvarlak olduğuna kandırması” gibi, aşı karşıtlarının hekimlerin ve sağlık sisteminin kendilerini kandırdığına inanması gibi, modern bilim düşmanları da eğitim sisteminin, bilim insanlarının ve bilim anlatıcılarının kendilerini aldattığına inanıyorlar.
Kendi keyiflerine uygun bilim anlatıcılığının nasıl olması gerektiği konusunda henüz işlevsel bir öneri sunamayan bu akımların kafalarının karışık olduğu belli. Ne istediklerini tam olarak bilmiyorlar; sadece natüralizm, materyalizm, ateizm gibi anlam yüklü sözcüklere nefretlerini bilim üzerinden dile getirip, rahatlamak istiyorlar gibi bir halleri var. Felsefe ve bilimin kesiştiği masaya yeni bir şey koyuyormuş gibi davransalar da, argümanları eski, işlevsiz ve çoktan katmer katmer tartışılmış halde. Bu tartışmalar bitti mi? Elbette hayır; felsefe de, tıpkı bilim gibi, biten şeyler değiller. Ancak bu yeni akım bilim karşıtları, felsefenin bir kesitini kendilerine miğfer edinerek, ellerindeki “teolojik ideal” mızrağını önce bilime ve bilim anlatıcılarına, sonra da halka batırmaya çalışıyorlar.
Şunun anlaşılması gerekiyor: Bir şeyin yanlış olduğunu ısrarla iddia etmek, doğru olanın ne olduğunu rasyonel ve ampirik bir şekilde ortaya koymadıkça veya buna yönelik bir metodoloji üretmedikçe kimseye güvenilir görünmeyecektir. Bilim düşmanlarının yaptığı da tam olarak bu: Sürekli bilime saldırıyorlar ve sözde yanlışlarına işaret ediyorlar… Ancak doğru olan nedir? Biliminkinden daha üstün olan metodoloji hangi basamakları içerir? İşte tam bu noktada bilim düşmanlarının büyük bir kısmı, yeni bir öneri getirmektense, ya size kendi inancının propagandasını yapacaktır ya da “Evren’e enerji yollamak” türünden saçmalıklara işaret edecektir. Ancak bu yollar bilimden daha doğru olan bir şeye işaret ediyor mu? Ya da bilime olan güveni azaltmalı mı? Hiç de değil; tam tersine! Bunların orijinal çözümler ve cevaplar üretemiyor oluşu, insanlığın bin bir emekle geliştirdiği bilimsel metodolojinin işlevselliğini ve gücünü gösteriyor.
Her neyse… Bu kişi, grup ve örgütlerin modern bilime, bilim anlatıcılarına yönelik ve az önce sözünü ettiğim “natüralizm” ya da “ateizm” gibi değer ve anlam yüklü sözcüklere yönelik tüm sinir ve öfkelerini (özellikle de bunu halka açık bir şekilde, şova dökerek yapmalarını mümkün kılan sosyal medyada) kustuklarında, geriye ne kalacak? Bilmek zor.
Tek ümidim, dürüst bir felsefi sorgulamadan ziyade “bilimin dogmatik ideolojisini eleştirme” kisvesi altında kendi ideolojisini halka dikta etmek isteyen bu tehlikeli akımın, nihayetinde yolunun yol olmadığını anladığında, nihayetinde eskiyi yeniymiş gibi pazarlamakla bir yere varamadığını gördüğünde, “Bükemediğin eli keseceksin” anlayışına evrimleşmemesi…
BirGün / 15.12.19